Aslan: Çözüm süreci yürürken Kobani'yle savaş olamaz

Türkiye\'de Kürt sorunda çözümsüzlük politikaları nedeniyle yaşanan çatışmalı süreçte, köy yakmalarının, katliamların, faili meçhullerin tanığıydı gazeteci Günay Aslan. Tanıklıklarını da sadece ulusal basına değil, uluslararası kamuoyuna da duyuruyor.

18.07.2014, Cum - 13:22

 Aslan: Çözüm süreci yürürken Kobani'yle savaş olamaz
Haberi Paylaş
Türkiye\'de Kürt sorunda çözümsüzlük politikaları nedeniyle yaşanan çatışmalı süreçte, köy yakmalarının, katliamların, faili meçhullerin tanığıydı gazeteci Günay Aslan. Tanıklıklarını da sadece ulusal basına değil, uluslararası kamuoyuna da duyuruyordu. 1991 yılında haftalık Yeni Ülke gazetesinin yayın yönetmenliğini yaptı, 1991 sonundan 1993 Ekim ayına kadar yine serbest gazeteci olarak çalışan Aslan, 33 Kurşun/Yas Tutan Tarih adlı kitabında \"bölücülük\" propagandası yaptığı gerekçesi ile 1993 yılında tutuklandı. İki yıl tutuklu kaldıktan sonra, 1995 yılında serbest bırakıldı. Yazmaya, katliamları anlatmaya devam etti, ancak bu kez de, hakkında daha önce açılmış olan davaların ağır hapis cezalarıyla sonuçlandığı haberini aldı. Bu nedenle de şimdi, \"Ya kalıp cezaevinde ölecektim\" ya da \"Sürgün gidip mücadele edecektim\" diye anlattığı sürgün sürecini yaşadı. Aslan, bu iki seçeneğin sonunda binlerce politik sürgün gibi, 1995 yılında Almanya\'ya gitmeyi tercih etmek zorunda kaldı. Almanya\'da da gerçekleri anlatmaya ve mücadeleye devam eden Aslan, kendi deyimi ile Kürtler için dönüm noktalarından biri olan MED TV\'de haber müdürü, moderatör ve program yapımcısı olarak çalıştı. 33 Kurşun/Yas Tutan Tarih\'inin de aralarında bulunduğu 9 kitabı bulunan Aslan, 20 yılın ardından hafta başında Türkiye\'ye döndü. Gazeteci Aslan güncel gelişmeler ve sürgün süreci hakkında DİHA\'nın sorularını yanıtladı.

Size, 20 yıl önce Türkiye\'den gitme kararı aldıran politik atmosferi anlatır mısınız?

1993\'te aslına Türkiye ile bağlarım kesilmişti, çünkü cezaevine girmiştim. 1995\'e kadar cezaevinde kaldım ve çıkar çıkmaz da gitme kararı aldım. Ya kalacaktım belki katledilecektim, cezaevinde olacaktım ya da mücadeleye yurt dışında devam edecektim. Yurt dışını politik sürgünlüğü tercih etmek zorunda kaldım. Ben bu ülkeden ayrıldığımda bu ülkede topyekün bir savaş süreci yaşanıyordu. Çiller\'in başbakanlığında devletin bütün imkanlarını seferber ettiği ve Kürlerin hak mücadelesinin yok edilmesine yönelik kirli bir savaş vardı. O dönemlerde insanlar öldürülüyordu, köyler yakılıyordu, katliamların en üst boyutlarda yapıldığı günlerdi. Bu dönemde Kürt gazeteciler de bu savaşın en kirli olan bölümüne denk gelecek şekilde yok edilmeye maruz bırakıldı. Gazeteciler sokak ortasında öldürülüyordu, gazeteci dağıtımcısı arkadaşlarımız öldürülüyordu. Çok ağır bir devlet terörü vardı gazeteciler üzerinde ve gazetecilerin için çalışma ortamı yoktu. Örneğin benim 4 kitabım yasaklanmıştı. Ölüm tehditleri alıyordum, hapis tehdidi sürekli vardı. Türkiye\'de Kürtler için yaşama şansı yok olmuştu giderek de bedel ödedik, kalan arkadaşlarımız da bedel ödedi. Ama, Kürtlerin haklı mücadelesini gittiğim her yerde yürüttüm, yürütmeye çalışıyorum.

Peki gittikten sonra orada nasıl bir Avrupa\'da nasıl bir yaşamla karşılaştınız?

Biz şanslıydık biraz. Çünkü bizden önde gidenler vardı. Örgütlü bir Kürt toplumu vardı. Onların desteği ile kısa zamanda Almanya\'da da çalışmalarımı sürdürmeye başladım. MED TV\'de çalışmaya başladım haber müdürlüğü, moderatörlük yaptım. MED TV, Kürtler için o dönem bir neferdi, nefer gibi çalıştık. Kürtlerin dönüm noktasıdır MED TV. Çünkü, her katliam dünyaya duyurulmaya ve Kürtlerin kendi medyası olursa mücadelenin nasıl evrileceğinin, dönüşeceğinin kanıtıdır. Bize kalemlerini bırakan, öldürülen arkadaşlarımız vardı, biz onları düşünerek çalışırdık. Çok zor şartlarda çalışırdık. Ama içimizdeki heyecan başkaydı. MED TV\'de bunu yansıttık. MED TV başarılı olmasının bedelini ödedi, kapatıldı.

Hem Türkiye\'de hem Avrupa\'da Kürt medyasında çalışan bir gazeteci olarak, Kürt medyasında çalışan gazetecilere önerileriniz var mı?

Ben bir Kürt gazetecisi ile karşılaştığımda onun gözlerine bakıyorum. Gözlerinde bir ışık görünce mutlu oluyorum. Kürt gazeteciler bugün, tarihsel bir görev yapıyor demiyorum. Onlar bugün, yüce bir görevdeler. Kürtlerin tarih sayfasına çıkışının, var oluşunun, mücadelesinin tanıklığını yapıyorlar. Bundan yüce bir duygu olabilir mi? Küçük beklentiler, kariyer beklentileri olanlar, Kürt medyasında istediklerini bulamazlar. Başka bir motivasyon vardır, bunu anlayanlar, hissedenler, kalıcıdır. Çok şanslılar, arkadaşlarının sokak ortasında öldürülmesine tanıklık etmiyorlar, geçmişe göre daha rahat bir ortamda gazetecilik yapıyorlar. Bireysel olarak da kurumsal olarak da artık Kürt medyasının nitelik arttırması dönemi gelmiştir. Kürt medyası artık var olma mücadelesini geçmiş, nitelik kazanma noktasına gelmiştir. Kendimize bir nitelik kazandırmamız lazım.

Peki bunun için Türkiye\'deki basın özgürlüğünün sağlanmış olması gerekmez mi?

Tabi ki nitelikli bir gazetecilik için önce basın özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Bizim gazeteci arkadaşlarımız serbest bırakıldı ama bu bizim özgür olduğumuz anlamına gelmiyor. Yarın süreçte bir değişiklik olursa her zamanki gibi devletin ilk yöneldiği alan basın olur. Türkiye\'de bir an önce fikir özgürlüğüne ilişkin yasaların çıkartılması, Terörle Mücadele Yasası(TMY)\'nın değişmesi lazım. Yani şu an fiili bir durum var hepimiz dışarıdayız ama yarın başka bir durum olabilir. Bu süreç geçici bir süreç de olabilir. Gazeteciler olarak özgürlüklerimizin yasal olarak da güvence altına alınması gerekir.

Türkiye\'deki genel medyayı nasıl buluyorsunuz?

Bu ülkede meslek onuruna sahip bir medya geçmişte de olmadı bugünde yok. Medya kendini siyasi iktidarın ya da devlete göre ayarlıyor. Devlet savaştığı zaman savaş gerçeğini ona uygun bir yayın politikası izliyor, devlet bir görüşme süreci yürüttüğü zamanda ona uygun bir politika yürütüyor. Medyanın kendi bağımsız kişiliği yok. Bu anlamda egemen medyaya bir saygım da yok, samimiyetlerine olan hiçbir inancım da yok. Türkiye\'nin en büyük sorunu da budur. Türkiye\'nin bağımsız kişiliği olan bir medyası yoktur. Genelleme yapmıyorum. Bazı yayın organları olabilir bazı şahsiyetli kalemler olabilir bunlara saygım var ama genel açıdan bir tablo çizecek olursak tablo budur. Medya zaten bağımsız ve özerk olmadığı sürece bu ülkede yaşayan insanlar sesini duyurabilecek sorunlarına çözecek bir medya olmayacak. Bu anlamda Kürt medyasına da büyük görev düşüyor, tüm ezilenlerin, ötekilerin, devletin ve ana akımın yok saydığı kesimlerin sesi olabilmeli.

Peki Kürt sorunun çözümü noktasından devam eden süreçte gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çelişkili durumlar var. Geçenlerde KCK bu konuda hükümete bir uyarıda bulundu. KCK yöneticileri, \"Hem çözüm süreci hem İŞİD\' e destek bir arada olmaz\" demişlerdi. Geçen haftada bu uyarı geldi. Yerinde bir uyarıdır. Hükümetin İŞİD örgütüyle, oradaki çetelerle ilişkileri Kürtleri rahatsız ediyor. Çünkü; bunlar Kürtlere ölüm olarak, baskın olarak, kuşatma olarak geri dönüyor. Çözüm sürecinin bugün en kırılgan noktası Kobani ve Rojava\'dır. Güney Kürdistan\'la stratejik ilişkiler Kuzey Kürdistan\'la bir çözüm süreci, Kobani\'yle savaş politikası olamaz. Bunun koşulları yok.

Tarihin gelmiş olduğu aşamada nesnel süreç Türkiye\' ye Kobanê ile Kuzey ve Güney Kürdistan\'la Kürdistan\'ın 3 büyük parçasıyla birlikte ortak bir gelecek kurmayı zorunlu kılıyor. Türkiye\'nin Kobanê\'yi de yanına alması lazım. Onları da muhatap alması lazım. Onlarla da diplomatik temas içinde olması lazım. Bu olmadığı sürece çözüm sürecinin de başarıya ulaşması mümkün olmayacaktır. Kobanê kırılma noktasıdır. Kürtler Rojava\'da direnişleri sayesinde özgürlüklerini elde edecekler kendi kaderlerini tayin edecekler. Bunda hiçbir kaygımız ve şüphemiz yoktur. Bedelleri ağır olabilir. Hiçbir şey bedelsiz elde edilmez. Ama bu mesele Kürtlerden çok Türkiye\'nin meselesidir. Mesele Kürtlerden çok Türkiye\' yi ilgilendiriyor. Türkiye\'nin geleceğiyle ve bekasıyla ilgili bir meseledir. Ama üzülerek söylüyorum ki, bu cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde sanki bir Kobanê sorunu sanki bir Rojava sorunu yokmuş gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Bu yanıltıcıdır ve yanlıştır. İlerde herkese ciddi sorunlar yaratabilir. Kobanê meselesi bugün Türkiye\'nin en önemli, en hayati meselesidir.

Ne yapmak gerekiyor?

Hükümetin politikasını değiştirebilecek ciddi bir kamuoyu baskısının olması lazım. Hepimize görev düşüyor. Kürt siyasetinden Türk siyasetine, Kürt sivil örgütlerinden, Türk sivil toplum örgütlerine, Kürt aydınlarından, Türk aydınlarına herkese görev düşüyor. Çünkü eğer birlikte yaşayacaksak, eğer birlikte özgür ortak bir gelecek kuracaksak eğer bu ülkede kalıcı adil bir barış sağlayacaksak bugün bunun yolu Kobanê\'ye sahip çıkmaktan geçer. Kobanê eğer IŞİD\' in eline geçerse bunun siyasal sonuçlarının yaratacağı deprem Türkiye\' de Kürdistan\' da çok etkili olacak. Bu depremler bizi başka yerlere savurabilir. Yarın yine aynı şekilde Esad yönetimi Rojava\'yı işgal eder orada yeni Halepçeler yaratırsa bunun da herkese faturası çok ağır olur. Türkiye\'nin çözüm süreci üzerinden Rojava ile ilişkilerinin güçlendirmesi lazım. Hepimize de burada hem Türkiye\' yi teşvik edici hem de eleştirici bir politika izlemesi lazım.

Kürt sorunun çözümü noktasında devam eden süreçte çıkartılan \"çerçeve yasa\" hakkındaki görüşleriniz?

Yasal çerçevenin çıkmasını çok önemsiyorum. Olumlu ve doğru buluyorum. Her ne kadar ismine muhalefet etsem de bu \"terör\" meselesi değil bu siyasal bir sorundur. Kürt halkının temel hak özgürlükleri eşitliği sorunudur. \"Terör\" olarak adlandırmaları yanlıştır. Belki kendi kamuoyları açısından bu seçim sürecinde hükümet böyle bir politikayı benimsemiş olabilir. Ama onun kabul edilemez olduğunu söylemem lazım. Ama bu yasanın çıkmış olması önemlidir. Bu zeminde bu çözüm süreci yürüyebilir. Yeter ki buna bağlı yasaların çıksın. 9 maddeden oluşan bir önerisi var Sayın Öcalan\'ın aynı şekilde bu çözüm süreciyle ilgili koordinatör bakan Beşir Atalay\'ın da öyle bir önerisi var. Hatırlayacaksınız, \"9 maddelik bir çözüm paket hazırlayacağız\" demişti. Anlaşıldığı kadar Sayın Öcalan\'ın ile hükümet arasında ve HDP\'nin de arabuluculuk yaptığı, gidip geldiği bu diyalog sürecinde bir yasal çerçeve konusunda bir mutabakat var. Bu mutabakat tabi ki sürgünlerin dönüşünü kapsıyor, kalıcı çözümü kapsıyor Maxmur\'dan, dağdan, ülkeden gelecek olanların özgürce siyaset yapabilecekleri bir ortamı sağlanmasını kapsıyor. Türkiye bu konuda çok geç kaldı. AKP hükümeti bu konuyu sürüncemede bıraktı. Bu yasaların iki yıl önce çıkması lazımdı. Gecikti ama gecikmişte olsa atılmış adım önemlidir. Olumludur. Bunun gelişmesi ve güçlendirilmesi lazım. Bizim de hükümeti bu konuda teşvik edici yaklaşımlar içinde olmamız gerekir.

Bir normalleşmenin yaşanabilmesi için halkların bağrında açılan bu yaraların sarılması için bir yüzleşme kaçınılmazdır. Kirli savaşla bu ülkenin yüzleşmesi lazım. Evet karşılıklı işlenmiş hatalar varsa onların da hesabının verilmesi lazım. Ama önce Türkiye Cumhuriyeti devleti ve onun hükümetleri bütün bileşenleriyle bu halka karşı işlediği insanlık suçlarının hesabını vermesi lazım. Kürt hareketinin de bu konudaki kendinden kaynaklanan hatalardan ötürü özelleştirişini vermesi lazım. Zaten Öcalan da \"karşılıklı helalleşme\" demişti \"Hakikatleri araştırma komisyonu\" istemişti. Ben 2009\' da KCK Yürütme Konseyi\'nin şimdiki eş başkanı olan bu dönem yürütme konseyi üyesi olan Cemil Bayık\' a bu meseleyi sormuştum. Sayın Bayık \"Biz karşı taraftan bir adım bekliyoruz. Evet bizim de hatalarımız oldu bu dönemde, kirli savaş sürecinde arzu etmediğimiz bir takım olaylar yaşandı. Bir takım suçlar işlendi. Biz diyoruz ki bizden kaynaklı hataları hatalarında araştırılmasını istiyoruz, bir komisyon kurulsun karşılıklı araştırılsın bizde bunların özelleştirişini vermeye bunlarla yüzleşmeye hazırız\" demişti. Bu görüşler STERK TV\'de de yayınlandı zaten. Kamuoyuna açık bir deklarasyondu. Şimdi bu adımı Türkiye\'nin atması lazım. Kirli savaş gerçeğiyle yüzleşmesi lazım. Bu yüzleşme için hakikatleri araştırma komisyonunun çift taraflı olması lazım. Ondan sonra bu toplumların gerçeklerle karşılaşması lazım sonra normalleşme sürecini böyle yaşamaları lazım.

Yaralarımızı henüz birbirimize açamadık. Çünkü bu yaraların sarılabilmesi için henüz ortam oluşmadı. Bu ortam oluştuğu zaman herkes yarasını gösterdiği zaman herkes bir diğerini empatiyle karşıladığı zaman öyle zannediyorum ki kucaklaşma, ortak irade yaratmakla mümkün olacaktır.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 8770 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:03:45:38
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x