Dava, geçen Ekim ayında bir balıkçı teknesiyle Marmaris'ten İtalya'ya gitmek üzere yola çıkan bir teknedeki 200 kadar göçmenin yaşadıkları üzerinde odaklanılıyor.
İddialara göre aralarında 40 çocuk ve bir de hamile kadının bulunduğu göçmenler, Girit Adası'nın güneyinde fırtınaya yakalandı ve teknenin kaptanı telsizle yardım istemek zorunda kaldı.
Lesvos Hukuk Merkezi'nden Avukat Marion Bouchetel’e göre, "göçmenler söylendiği gibi bekledi ama kurtarılmak yerine, üniformalı, silahlı ve maskeli kişilerin saldırısına uğradılar."
Lesvos Hukuk Merkezi'nin avukatı "Bunun görüntüleri de var, çünkü birisi bunları çekip, sivil toplum kuruluşlarına göndermeyi başardı. Bir çoğu dövüldü, diğerleri de büyük bir travma yaşadı" diyor.
Göçmenlerin Sahil Güvenlik teknelerinin gelmesiyle zorla iki gruba ayrılıp, farklı teknelere alındıkları savunuluyor.
Guardian gazetesine konuşan Suriyeli bir göçmen de "Bir film izler gibiydi, sürat teknelerindeki adamlar bağırarak tekneye çıktı. Hepsinde silahlar, bıçaklar vardı, siyah giyimlilerdi ve maskelilerdi" diyor ve şöyle devam ediyor:
"İnsanları sopalarla dövmeye başladılar. Benim yüzüme yumruk attılar ve gözlüğüm kırıldı. Bizi istemediklerini anlıyorum ama şiddete başvurmadan da bizi Türkiye'ye yollayabilirlerdi. Sallarımızın ipini kestiklerinde, hepimiz öleceğimizi düşündük."
Daha sonra da göçmenlerin küçük cankurtaran sallarına konulduğu, Türk karasularına çekilip, yiyecek, su, can yeleği ve yardım isteyebilecekleri herhangi bir araç olmadan denize bırakıldığı iddia ediliyor. Göçmenlerin Türk Sahil Güvenliği tarafından kurtarılana dek 24 saatten fazla sürüklendiği kaydediliyor.
Bouchetel "Şu anda Ege'de görev yapan tekneler bunlar. Bu teknelerin numaralarını, göçmenlerin tanıklıklarında anlattıklarıyla eşleştirdik. Arama kurtarma teknelerinde de durum aynı. Yunanistan'da bu tekneler parlak portakal rengi. Dolayısıyla görgü tanıkları kolaylıkla tespit edebildi" diyor.
Avukat Bouchetel göçmenlerin "paraları, telefonları ve pasaportlarına da el konulduğunu" söylüyor ve şöyle devam ediyor;
"Burada söz konusu olan el koyma da değil, hırsızlık. Çünkü hiçbir şekilde geri alma yolu yok. İki ayrı sahil güvenlik teknesinde iki farklı grup vardı. Birinde çoğunlukla erkekler, diğerinde aileler. Erkekler en kötü muameleye maruz kaldı. Kimlikleri, pasaportları, paraları, her şeyleri alındı. İkinci grupta da erkekler vardı ama çoğunlukla ailelerdi, onların da sadece cep telefonlarına ve çantalarına el konuldu."
Genel bir kural olarak bir konunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin önüne getirilebilmesi için iç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekiyor. Ancak bunun önünde iki engel var. Toplu sınırdışılar uluslararası hukuka aykırı ancak Yunan hukukunda yasal. Bu nedenle Yunan sisteminde ceza davası açılabilmesi için işkence ve yaralanmanın kanıtlanması gerekiyor. Üstelik Bouchetel'e göre göçmenlerin Yunan hukuk sistemine ulaşabilmesi de neredeyse imkansız.
Marion Bouchetel neden özellikle bu olayı seçip, AİHM'ye taşıdıklarını ise şu sözlerle açıklıyor:
"Bu tür olaylar son bir yıldır artıyor ama burada kullanılan şiddetin ve koordinasyonun ve ekipmanın seviyesi çok çarpıcı. Ayrıca belli kurtarma ekiplerinin katılması. İnsanları kurtarması gerekenler yasadışı bir şekilde geriye itilmelerine karıştı. Bu her anlamda bir skandal."
Bouchetel, Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Örgütü Frontex'i de suçluyor ve "Bu olan bitenden, ihlallerden haberleri olmaması imkansız. Son bir yıldır bu olanlar kınanıyor ve aynı zamanda buradaki malzemeleri, personelleri her yerde. Bilmemelerinin imkanı yok. Soruşturmak için hiçbir şey yapmamaları utanç verici. Bu yüzden 'destekliyorlar' diyoruz çünkü kesinlikle hiçbir şey yapmıyorlar" diyor.
Yunan hükümeti, konuyla ilgili görüş alma talebinde bulunan BBC’yi reddetti.