7 Ekim 2023’te başlayan İran ve vekillerine karşı bölgesel çatışma, Haziran 2025’te (Gazze hariç) sona erdi. İran ve vekilleri büyük bir yenilgi aldı. Şimdi önemli soru: Bu başarı üzerine nasıl uzun vadeli istikrar kurulacak? ABD artık bölgede sadece “son çare” olarak, yalnızca büyük krizlerde devreye girecek bir rol üstlenmek istiyor. Bölgesel ülkeler ise kendi sorumluluklarını daha fazla üstlenmeli.
24 Haziran’da dünya, Orta Doğu’da farklı bir manzaraya uyandı. Gazze Şeridi hariç, ateşkes; İran’ın vekilleri tarafından 7 Ekim 2023’te başlatılan ve sonrasında Tahran’ın bizzat müdahil olduğu bir bölgesel çatışmayı sona erdirdi. Bu çatışma, İran ve vekilleri için, dolaylı olarak da müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın dumanı dağılırken temel bir soru öne çıkıyor: Bu başarı üzerine nasıl inşa edilebilir ve nadiren huzur bulan bu bölgede uzun vadeli istikrar nasıl sağlanabilir? İlk adım İran’ı dizginlemek; ancak bu çabanın başarısı, detayların doğru ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.
ABD bu çatışmada, önceki çatışmalarda olduğu gibi, kimi zaman başarılı, kimi zaman sınırlı etkiyle merkezi bir rol oynadı. Ancak bu rol, “savaş sonrası” dönemde değişime aday; bunun nedeni Başkan Trump’ın bölgeye ilgisini kaybetmesi değil, ABD’nin ne yapabileceği ve nelerden kaçınması gerektiğine dair gerçekçi görüşüdür. Bu “kaçınmanın” önemi büyüktür, zira Trump’ın siyasi tabanında güçlü bir izolasyonist eğilim bulunmaktadır. Bu eğilim, tıpkı İran’a son yapılan saldırıda olduğu gibi, ABD’nin taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve Amerikan halkının çıkarlarına doğrudan bağlı olması şartıyla ikna edilebilir.
Dolayısıyla bölge ülkeleri, Trump’ın Mayıs ayında Riyad’daki konuşmasında ortaya koyduğu ABD’nin Orta Doğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalıdır. ABD bundan böyle “son çare” rolünü üstlenmeyi planlıyor; yani yalnızca zorunlu hallerde ve başka hiçbir seçenek kalmadığında müdahil olan bir güvenlik garantörü. Fordow tesisine yapılan saldırı, bu tür kararlı müdahaleye iyi bir örnektir. Trump ayrıca, bölgenin kendi sorunlarını çözebilecek olgunluğa eriştiğini ve sorumluluk üstlenebileceğine inandığını ifade etmiştir.
ABD ve bölgesel devletler arasında ideal rol paylaşımı
Bölgedeki iki ana taraf —ABD ve bölgesel devletler, Türkiye dahil (İsrail’in özel durumu saklı kalmak üzere)— arasında ideal bir rol paylaşımı ortaya çıkmaktadır. ABD’nin İsrail ile koordineli güvenlik şemsiyesi, İran’ın doğrudan stratejik tehditleriyle ilgilenecektir. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’deki İran vekilleriyle mücadele ise bölge ülkelerinin gayriresmî bir ittifak içinde sorumluluğunda olmalıdır. Bu dağılım iki nedenle mantıklıdır: Birincisi, bu ülkeler İran’ın kontrolünü sınırlamakta en büyük çıkar sahibidir. İkincisi, sahayı iyi bilen ve uzun vadeli vizyonları olan aktörlerdir; ABD ise bu sahalarda gerçek değişim yaratmak için gereken bilgiye sahip değildir.
Bölgesel katılım için “eylem planı”
Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran’ın yasadışı hâkimiyetini kırmayı amaçlayan bir bölgesel “eylem planı” sunulmaktadır. Plan, ABD’nin doğrudan müdahalesinin gerektiği alanları da belirlemektedir. Diğer uluslararası aktörlerin rolleri ise göreli olarak sınırlıdır; AB ve Britanya genel olarak ABD’nin hedeflerini desteklemekte, ama bölgesel güvenliğe katkıları daha çok finansal düzeyde kalmaktadır. Çin ve Rusya’nın etkisi ise, BM Güvenlik Konseyi’ndeki bazı sınırlı ve odaklı roller dışında, son 20 aylık kampanyada yok denecek kadar azdı.
Gazze
BAE ve Mısır, Gazze’nin “ertesi günü” için Filistin Yönetimi, bölgesel ve uluslararası aktörlerin ortak roller üstlendiği planlar sundu. Bu planlar, Hamas’ın siyasi kontrolü bırakmasını ve güç kullanımının yalnızca başka bir Filistinli veya Arap/ortak yapı tarafından üstlenilmesini şart koşuyor. İsrail, Hamas’ın yeniden güçlenmesi halinde müdahale etme hakkını saklı tutacaktır. Arap ülkeleri arasında Ramallah yönetiminin Gazze’de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda anlaşmazlıklar var. Yine de sonunda bölge, Ramallah’ın sunabilecekleriyle yetinmek zorunda kalacaktır.
ABD burada kilit roldedir; çünkü yalnızca ABD, mevcut İsrail hükümetini Gazze’deki Hamas kalıntılarına karşı yürüttüğü, sivillere ciddi zararlar veren savaşını durdurmaya ikna edebilir. Trump’ın İran’a karşı gerçekleştirdiği saldırıdan kazandığı itibar, bu konuda İsrail üzerinde baskı kurmasını kolaylaştırmaktadır.
Suriye
Türkiye ile genel olarak müttefik olan öncü Arap devletleri, övgüye değer bir liderlik sergiledi. İran’ın açık nüfuzu önemli ölçüde azalsa da, Tahran hâlâ birçok Suriyeli aktörle gizli ilişkilerini sürdürüyor. En büyük zorluk, 14 yıl süren savaşın ardından yıpranmış, ekonomisi çökmüş, bölünmüş ve hâlâ çok sayıda silahlı grubun kontrol ettiği Suriye devletinin kırılganlığıdır.
Bölgesel devletlerin ilk görevi, Trump’ın yürürlükten kaldırdığı Amerikan yaptırımları sayesinde, ciddi toparlanma çabalarını desteklemek için ekonomik yardım sağlamak olmalıdır. İkinci görev, bölgesel duruşu bir arada tutmaktır. Bugün ise Arap devletleri ve Türkiye’nin hem Şam rejimi hem de ülkenin büyük bölümlerini kontrol eden silahlı gruplar karşısında tutumlarının farklılaşması riski vardır. Arap-Türk ortak bir “görev listesi” belirlenmeli ve bu Şam’a sunulmalıdır.
Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’ya açıkça, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye konusunda gerilimi azaltmak istediğini bildirdi. ABD’nin doğrudan çıkarı ise IŞİD’in kontrol altında tutulması ve bu amaçla Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (DSG) ile iş birliğinin sürmesidir. ABD’nin ayrıca yaptırımların kaldırılması, Golan Tepeleri’nin hukuki statüsü gibi konularda Suriye ve Ürdün’le birlikte çalışması gerekmektedir.
Lübnan
2024 ateşkes koşulları, BM 1701 sayılı kararına dayanarak, Lübnan hükümeti ve halkına Hizbullah’ın “devlet içinde devlet” statüsünü zayıflatma fırsatı vermektedir. BM ve uluslararası bağışçılar, ekonomik ve hukuki krizlerle boğuşan Lübnan’a önemli katkılar sağlayabilir. Ancak Arap ülkelerinin mali ve siyasi desteği de en az bunun kadar önemlidir. Yardımların, silahsızlanma ve ateşkese bağlılık gibi taahhütlere bağlanması kritik olacaktır.
Suriye-Lübnan ilişkileri de dikkatle koordine edilmelidir. Suriye’nin, karar 1701’e aykırı olarak Hizbullah’a silah kaçakçılığını önlemek için bölgesel desteğe ihtiyacı vardır. ABD burada doğrudan büyük bir rol üstlenmese de, Lübnan ordusuna desteği ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki etkisiyle önemli bir aktör olmaya devam etmektedir.
Irak
Irak’ta İran’ın etkisi Lübnan’a kıyasla daha geniş ve çeşitlidir. Siyasi partiler ve Haşdi Şabi milisleri üzerinden derin bağlara sahiptir. Irak’ın zayıflığı, İran ile doğrudan sınır komşusu olması ve enerji bağlarının kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır. Arap devletleri, diplomatik ve ekonomik bağlarını kullanarak Bağdat’ın bağımsızlığını destekleyebilir. Aşırı İran yanlısı eğilimlerin, Kürtleri bağımsızlığa yöneltebileceği veya Sünnileri IŞİD’e itebileceği hatırlatılmalıdır. Türkiye ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile Bağdat arasındaki ilişkilere odaklanmak da öncelikler arasındadır.
ABD’nin Irak’taki rolü azalsa da, ticaret ve enerji alanında önemli kalmakta; ayrıca IŞİD’i engelleme konusunda merkezi bir rol sürdürmektedir.
Yemen
Hiçbir dış aktör, İran dahil, Yemen dosyasında gerçek bir atılım sağlayamamıştır. Husi vekiller, tam kontrol sağlayamamış ve meşru uluslararası tanınırlık kazanamamıştır. Çatışma büyük ölçüde donmuşken, Arap devletleri meşru hükümete siyasi destek ve insani yardım sağlamaya odaklanmalıdır. ABD’nin ilgisi ise sınırlıdır; Husiler deniz taşımacılığına saldırmadığı sürece sahadaki gelişmeler beklemeye alınabilir.
Sonuç
İran, onlarca yıl boyunca bölge genelinde geniş bir vekil ağı inşa etmiş ve Arap dünyasını büyük baskı altına almıştır. Bunun sonucunda dört Arap ülkesi ve Gazze halkı, kendi kaderini tayin haklarının çoğunu kaybetmiş; ağır insani bedeller ödemiş ve tüm bölge istikrarsızlaştırılmıştır. Uzun vadede barış ve refah için, İran’ın yalnızca nükleer ve askeri programları değil, vekilleri aracılığıyla diğer ülkeleri kontrol etme kapasitesi de azaltılmalıdır. Bunu başarmak için, ABD dahil hiçbir dış aktörün değil, bölge ülkelerinin ortak bir irade ve kararlılık göstermesi gerekmektedir.