Nasrallah’ın ölümü sonrası 3. Dünya Savaşı’nı tetikleyebilecek “Ortadoğu’da bölgesel savaş” ihtimali var mı?
7 Ekim saldırılarının birinci yılı yaklaşırken İsrail, Hamas siyasi lideri İsmail Haniye’den sonra Hizbullah’ın siyasi lideri Hasan Nasrallah’ı da öldürdü. Üstelik bu saldırı İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitap ettiği Cuma günü düzenlendi.
Aynı saldırıda Hizbullah’ın güney cephesi komutanı Ali Karaki de öldürülünce örgütün lider kadrosu neredeyse tamamıyla ortadan kaldırılmış oldu.
Bir önceki hafta Hizbullah’ın özel operasyon yapısı Rıdvan Gücü’nün komutanı İbrahim Akil, Haniye’den bir gün önce de Nasrallah’ın en üst düzey askeri danışmanı Fuat Şükür Beyrut’ta öldürülmüştü.
Ortadoğu’da yanıt bekleyen çok soru var
Bir hafta önce çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılmasıyla yapılan saldırılarla Hizbullah’ın birçok orta düzey askeri personelini etkisiz hale getiren İsrail’in, sonrasında 32 yıldır örgütün lideri olan Nasrallah’ı öldürmesi Ortadoğu’daki dengeleri değiştirecek mi?
Nisan ayında Şam’daki büyükelçiliğinin yanında bulunan konsolosluk binasına yapılan saldırıya etkisiz bir yanıt veren, başkenti Tahran’da Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesi sonrası retorik tepki veren İran, Ortadoğu’daki en güvendiği müttefikini kaybettikten sonra tepki dozunu arttırır mı?
Dahası başta Nasrallah olmak üzere neredeyse tüm kurucu kuşağını ve lider kadrosunu yitiren Hizbullah ne yapacak?
Bağdat Büyükelçiliği’nde uzun yıllar görev yapan Türkiye’nin eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen, Filistin’de Hamas’ı değil de Gazze’yi hedef seçen İsrail’in Lübnan’da ise Hizbullah’ı yok etme niyetinde olduğu görüşünde.
Aydın Selcen: “İsrail Nasrallah’ı öldürerek İran’ın ABD ile nükleer anlaşmasını engelledi ya da geciktirdi”
Aydın Selcen, son Lübnan saldırısının, İsrail’in Hamas’ın elinde bulunan rehineleri gözden çıkardığı anlamına geldiğini düşünüyor.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan eski Başkonsolos, Ortadoğu’daki gerilime ilişkin şunları söyledi:
“Hamas, 7 Ekim saldırısı ile Suudi Arabistan’ın kendisini tanıması karşılığı İsrail’den nükleer teknoloji edinmesini ve daha geniş olarak İbrahim Uzlaşılarını torpilledi. Bu aynı zamanda İsrail’in 11 Eylül’ü idi. Neredeyse bir yıl sonra bugün Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor. İsrail, 7 Ekim’e yanıt olarak Gazze’de soykırıma varan orantısız güç kullandı. Hamas yerine Gazze’yi yok etti. Çünkü Hamas’ı ortadan kaldırmak gerçekçi değildi. Lübnan’da ise doğrudan Şii Hizbullah’ı hedefliyor. Bununla birlikte İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’la birlike ABD ile olan nükleer anlaşmasını canlandırmasını ya geciktirdi ya da engelledi. Ayrıca İsrail’in Lübnan’da caydırıcılığını yeniden tesis etmek istediği de görülüyor.”
Hizbullah’ın Lübnan’daki 40 yılında en büyük zaferi 2006 savaşı oldu
Lübnan İç Savaşı’nda doğan ve İran İslam Devrimi’nden sonra güçlenen Hizbullah’ın resmi kuruluşu 1985 olarak açıklansa da 1983 Ekim’inde Beyrut’ta 241 Amerikalı, 58 Fransız askeri personelin öldüğü bombalı saldırının da Hizbullah üyeleri tarafından düzenlendiği biliniyor.
Lübnan’da 2005’teki seçimlerden sonra kurulan hükümete bakan veren Hizbullah’ın asıl çıkışı bir yıl sonra 2006 yaz aylarında meydana geldi. İsrail’e yapılan bir füze saldırısı sonrası başlayan savaş bir ay sürmüş, sonrasında İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesi “Hizbullah’ın zaferi” olarak kabul edilmişti.
Bu savaş sonrası Hizbullah ve siyasi lideri Nasrallah, yalnız Lübnanlı Şiilerin değil Hristiyanların ve bir kısım Sünni’nin de desteğini kazanmıştı.
Doç. Keleşoğlu: “İsrail açısından bir askeri zafer olarak görülse de aslında bir siyasal yenilgi anlamını taşıyor”
Ortadoğu uzmanı Erhan Keleşoğlu, son gelişmelerin İsrail’in askeri ve teknik üstünlüğünü tescil etse de bunun kalıcı olmayacağı kanaatinde.
VOA Türkçe’nin konuştuğu Doç. Dr. Keleşoğlu, 7 Ekim’de İsrail'in istihbarat zaafı neticesinde, 1973’teki Yom Kippur Savaşı'ndan beri bir İsrail hükümetinin en büyük krizlerden biriyle karşı karşıya kaldığını belirterek şunları dile getirdi:
“Netanyahu hükümeti savaşı Gazze'de derinleştirerek İsrail kamuoyunda önemli bir destek kazandı. Soykırım gerçekleştiren bir lider olarak Netanyahu, Amerikan Kongresi’ne hitap edebildi. Bu da Netanyahu hükümetini pervasızlaştırdı. Mısır ve Katar’ın ateşkes teklifini Hamas kabul etse de Netanyahu bunu kabule yanaşmadı. Nasrallah suikastı ve Hizbullah'ın tüm üst kademe komutanlarının tasfiye edilmesi İsrail'in hanesine artı olarak yazılabilir. Ancak Netanyahu hükümeti son bir senede yaptıklarıyla İsrail'in onlarca senedir büyük zorluklarla inşa etmiş olduğu ‘meşru, demokratik Yahudi devleti İsrail’ resmini yerle yeksan etti. İsrail açısından bir askeri zafer olarak görülse de aslında bir siyasal yenilgi anlamını taşıyor bu süreç. Çünkü siyasal meşruiyeti çok ciddi zarar gördü.”
Bir süredir Filistin meselesinin Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşecek bir bölgesel savaşı tetikleyebileceği çokça tartışılıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da henüz Hamas lideri İsmail Haniye dahi öldürülmeden haziran ayında katıldığı bir televizyon programında küresel bir savaş ihtimalini dillendirmişti.
Selcen: “Bölge savaşından hele de Üçüncü Dünya Savaşı'ndan uzak olduğumuz görüşündeyim”
Aydın Selcen, İsrail’in Lübnan’a yönelik kara harekatı da dahil bir bölgesel savaş ihtimalini yakın bir ihtimal görmüyor.
“İsrail eldivenlerini çıkarttı. Bu kesin. Ama bölge savaşından hele de Üçüncü Dünya Savaşı'ndan uzak olduğumuz görüşündeyim” diyen Selcen şunları söyledi:
“Burada akademik bir tartışma olsa çarpıcı olsun diye şöyle denebilir. ‘Üçüncü Dünya Savaşı zaten bu, çoktan başladı. Bu şekilde hibrit denilen tarzda devam ediyor’. İsrail'in caydırıcılığını korumak için kuzey bölgesine birlik kaydırmış olması mümkün. Çünkü Gazze'de artık o birlikler bulunmuyor. İsrail’in ikisini aynı anda yürütecek insan kaynağı yok. Buraya birlik kaydırmış olabileceğini kabul ederim ama İsrail'in Güney Lübnan’da karadan daha önce deneyip başarısız olduğu bir işgale, güney Lübnan'a yöneleceğini sanmam.”
Keleşoğlu: “Hizbullahçı intikamcı duygularla hareket ederse Lübnan için yıkım olur, İsrail ordusu kara operasyonu yapmaya kalkışabilir”
Ortadoğu uzmanı Erhan Keleşoğlu ise İsrail’in yeniden Güney Lübnan’ı işgale kalkışmasının kendisini şaşırtmayacağını söylerken bugüne kadar serinkanlı davranan Hizbullah’ın bu tutumunu değiştirmesinin faturasının ağır olabileceğinin altını çizdi ve şöyle devam etti:
“Hizbullah'ın ateşkes eğiliminde olmayacağını düşünüyorum. Çünkü Nasrallah çok simgesel bir figürdü. 1992'den beri Hizbullah'ın başındaydı. 2006 Savaşı'nın ve öncesinde İsrail'in güney Lübnan'dan çıkarılmasının kahramanlarındandı. Nasrallah'ın yerini doldurmaya aday siyasal ve askeri liderlik intikamcı duygularına teslim olursa bu Lübnan için bir yıkım anlamına gelir. İsrail 18 yıl güney Lübnan'ı işgal etti ve en sonunda çıkmak zorunda kaldı. Ateşkes olmazsa İsrail ordusu kara operasyonu yapmaya kalkışır. Hizbullah ise yıllardır güney Lübnan'da İsrail'le bir kapışmaya hazırlanıyor. Yani karadan bir kapışmaya hazırlanıyor. İmkan ve kabiliyetleri önemli derecede yıpranmışsa da İsrail ile hala savaşma iradesini ortaya koyabileceklerdir”
“İsrail, bölgesel bir savaş çıkartmaya çabalıyor; İran askeri olarak ezilmesi halinde rejimin tehlikeye düşeceğinden korkuyor”
İsrail-Hizbullah denkleminde İran’ın da yıllardır önemli bir rolü vardı. Ancak özellikle şüpheli bir helikopter kazasında ölen İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin cenaze töreni kapsamında Tahran’da güvenli bir bölgede bulunan Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail’in saldırısıyla öldürülmesine henüz beklenen sertlikte yanıt vermedi.
Erhan Keleşoğlu, İran’ın tutumunu değerlendirirken şu ifadeleri kullandı:
“İran bölgesel bir savaştan kaçınıyor. Çünkü İran ve müttefiklerinin askeri, siyasi ve iktisadi imkân ve kabiliyetleri son derece sınırlı. Karşılarında İsrail gibi güçlü bir askeri hasım var. O hasımın arkasında da dünyanın bir numaralı askeri gücü Amerika Birleşik Devletleri, Batılı güçler ve bölgesel müttefikleri var. O yüzden de iktisadi, siyasi ve askeri açıdan sınırlı bir güce sahip olan İran ve müttefikleri, doğrudan bu savaşı bir üst seviyeye sıçratma eyleminde değiller, ezileceklerini biliyorlar. Bunun ötesinde İran rejimi, askeri olarak ezilmesi halinde rejimin tehlikeye düşeceğinden korkuyor. Ama Netanyahu ısrarla bunu zorluyor. Israrla bölgesel bir savaş çıkartmaya ve İran ve müttefiklerinin ezilmesini temin etmeye çabalıyor.”
Amerika’nın Irak’ı işgali sonrası bu ülkede etki alanını genişleten İran, Arap Baharı ile birlikte Suriye ve Lübnan’daki günü arttırdığı gibi Yemen’de de Ensarullah hareketinin güç kazanmasıyla “direniş ekseni”ni Süveyş Kanalı’nın başlangıcı olan Kızıldeniz kıyılarına kadar büyüttü.
Fakat 2020’de Devrim Muhafızları’nın bölgesel operasyonel gücü Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani’nin ABD’nin düzenlediği bir SİHA saldırısında, son birkaç ayda da Hamas ve Hizbullah liderlerinin İsrail’in saldırılarında öldürülmesi İran’ın etki gücünün azaldığı yorumlarını beraberinde getirdi.
İran’ın ikilemi: “Ya ABD’yle nükleer anlaşması yapacak ya da nükleer silah edinecek”
Aydın Selcen, bu saldırıların İran’ın artık Ortadoğu’da kolunun her şeye uzanmasını engelleyeceğini düşünenlerden. Eski Erbil Başkonsolosu, İran açısından bir ikilem ortaya çıktığını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bir an önce ABD'yle masaya oturup nükleer bir anlaşmaya varıp kendini güvenceye almak ya da bir an önce aksi tarafa gidip nükleer silahı elde ederek kendini güvenceye almak. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin kuşkulu bir biçimde helikopter kazasında hayatını yitirmesini İran büyütmedi, kimseye parmak sallamadı. Dini lider Hameney'in de yaşının ileri olması, Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanı olması, İran İslam Cumhuriyeti'nin ya kendi içine dönüşmesi ya da İran'da bir rejim değişikliği yahut hiçbiri olmasa da İran'ın bir davranış değişikliğini gündeme getirecektir. Ben İran’ın yanıt verebilecek mecali olduğunu düşünmüyorum. Bir sayfanın bir bölümün sonuna geldiğimizi düşünüyorum”