İstanbul Barosu Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu, son günlerde yaşanan gözaltı dalgası ile İmralı görüşmelerini değerlendirdi
İstanbul Barosu, Başkan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu , baroya yönelik soruşturmalar, açılan davalar, hedef göstermeler ve İmralı görüşmeleri ile ilgili Gazete Duvar'a açıklamalarda bulundu.
Kaboğlu, İmralı süreciyle ilgili "Aynı devletin, aynı anayasanın geçerli olduğu başkentteki söylem ile Türkiye'nin en büyük ili olan İstanbul’da yaşanan gözaltı ve tutuklamalar arasında tam bir çelişki var Tam bir antagonizma var. Ankara'da, Öcalan için "Hadi gel Meclis’te konuş" deniyor. Bu, yasal düzenleme yapılmadığı için anayasanın üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan bir söylem. İstanbul'da ise her uyandığımız gün yeni bir operasyon dalgası olması aynı şekilde hukuk dışıdır" ifadesini kullandı.
Gazete Duvar’dan Ferhat Yaşar'ın sorularını yanıtlayan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu’nun söyleşisinden öne çıkanlar şöyle:
İstanbul Barosu Başkanı olarak seçildiğiniz ilk günden bu yana çeşitli gerekçelerle davalara, tepkilere, hedef göstermelere maruz kaldınız. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, yeni yönetim olarak ne yaptınız da hedef haline geldiniz?
Biz yeni yönetim olarak 20 Ekim'de görevi devraldık. Hep ortak bir söylemim oldu. Hukuku ortak bir payda yapmak, etkili kılmak, insan haklarını korumak, hukukun üstünlüğünü savunmak… Hem anayasa gereği hem avukatlık yasası gereği olarak bu kavramları yol haritası olarak kabul ettik. Herkes için hukuk, her zaman hukuk, her yerde hukuk diye bunu soluksuz bir biçimde sürdürdük. Hukuk hedefinden hiç ödün vermedik. Vermeyi de düşünmüyoruz. 2024 ve 2025 Türkiye'sinin en büyük sorunu hukuka olan ihtiyaçtır. Belki de hukuka ihtiyaç duyulan dönem hiçbir zaman bu kadar olmadı. Şu anda üç büyük kirlilik alanı var. Birincisi hukuk, ikincisi iktisat, üçüncüsü siyaset. Herhalde karşılaştığımız hukuk dışı yollar İstanbul Barosu'na karşı başlatılan operasyonlar, hukuku ödünsüz bir biçimde İbrahim Kaboğlu ve İstanbul Barosu yönetimi olarak sahiplenmemiz ve savunmamızdan kaynaklı olsa gerek.
'FIRAT EPÖZDEMİR'E YÖNELTİLEN SUÇLAMALARIN HEPSİ BİRER KURGUDUR'
Yönetim Kurulu üyeniz Fırat Epözdemir 2015'te kurulan 'Diren Cizre' isimli bir WhatsApp grubunda yer alması gerekçe gösterilerek tutuklandı. Aynı WhatsApp grubuyla ilgili daha önce de soruşturma açılmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 4 ay önce suçlamalara yönelik delil bulunamadığı gerekçesiyle bu soruşturmayı kapatmıştı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Fırat Epözdemir'e ilişkin yol haritanız nedir?
Fırat Epözdemir'e yönelik yakalama, gözaltına alma, arama ve tutuklama kararlarına temel teşkil eden işlemler dizisi, Anayasa 19, 20 ve 21. maddelerine aykırı. Bu aykırılık Fırat Epözdemir'e yönelik işlemlerin, suçlamaların hukuksuz, dayanaktan yoksun olduğunu gösteriyor. Çünkü eğer Fırat Epözdemir'e yöneltilen ithamlar geçerli olsaydı başsavcılık tutup da İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi olan Fırat Epözdemir’i uçakta apar topar yakalamazdı, gözaltına almazdı, evini, çoluk çocuğunu, ailesini bu şekilde polislerin baskınıyla özel yaşam hakkını ihlal etmezdi. Ofisini alt üst etmezdi. Fırat Epözdemir'i davet eder, ifadesi alınırdı ve bu şekilde kendisine isnat edilen suça ilişkin işlemler usule uygun olarak yürütülürdü.
Fırat Epözdemir'in 23 Ocak’tan itibaren 25 Ocak akşamına kadar tabi olduğu işlemler dizisi aslında suçlamaların dayanaksız olduğunu ortaya koyuyor. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Geçmişe yönelik suçlamalar ise, 10 yıl önceki telefon görüşmeleri, 10 yıl önce bir grupta yer alması, 10 yıl önce verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın varlığı, UYAP'a erişimine bile el konulması, demek ki aslında Fırat Epözdemir'e yönelik daha mahkeme aşamasına gelmeden bir tür yaptırım uygulanması anlamına geliyor. Bu olay son derece kaygı vericidir. Fırat Epözdemir'in dosyasının içine girmiyorum. Girmem halinde bu durum, Fırat Epözdemir'e yöneltilen suçlamanın tartışılabilir olduğunu, onu bir tür hukuk zeminine çekip tartışma yoluyla meşrulaştırma ilişkisi yaratır. O yüzden oralara ben girmiyorum. Çünkü hepsi birer kurgudur. Kurgu olduğunu cumartesi akşamı sulh ceza yargıcının tutuklama kararını okuyunca daha çıplak bir biçimde anladım. Tahminler üzerine tutuklama olmaz. İnsan özgürlüğü bu kadar ucuz değildir. Fırat Epözdemir'in kişi güvenliği ve özgürlük hakkının özüne dokunulmuştur. Bu tümüyle anayasaya aykırıdır.
DEM Partili belediyelere yönelik yıllardır devam eden kayyım uygulaması son dönemde CHP'li belediyeleri de hedef alıyor. İstanbul Barosu'na karşı da benzer bir hamle olabilir mi?
Kayyım anayasal bir kurum değildir. Kayyım uygulaması anayasaya kesinlikle aykırıdır. İstanbul Barosu'na açılan dava, davaname adı verilen süreç de anayasaya ve avukatlık yasasına kesinlikle aykırıdır.
Devlet Bahçeli'nin DEM Partililerle el sıkışmasıyla başlayan süreç devam ediyor ancak bugüne kadar hangi konular üzerinde uzlaşıldığı açıklanmadı. İmralı sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bundan sonra nasıl bir yol izlenmeli?
Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan laik, demokratik bir hukuk devletidir. Tek hukuk sistemi var. Yasama, yürütme, yargı ve bütün idare, anayasanın üstün hükümlerine tabidir. Demek ki anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi hem Ankara için geçerlidir hem de bütün Türkiye için geçerlidir. Ama Ankara ve İstanbul arasında, söylem ve işlemler bakımından derin ayrışma açıktır. Her ikisi anayasayı ihlalde buluşuyor. Çünkü Ankara diyor ki, "Meclis'e gel." Düne kadar “Sayın” dendiğinde hemen gözaltı kararı çıkartılan bir kişiye yönelik, 'Gel Meclis'e konuş' diyor. Anayasanın 11'nci Maddesine göre bu mümkün değil. Siz ancak bir düzenleme yaparsanız mümkün olur.
Öbür tarafta Edirne'de Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılma kararı var. “Hayır; sen hapiste duracaksın” diyorsunuz. Asıl büyük çelişki nedir? Ankara, "Biz terörden çok çektik. Türkiye barış sürecine girsin" diyor. Hepimizin arzusu bu. Peki siz bir yandan daha düne kadar 'binlerce kişinin katili' dediğiniz kişiye halılar seriyorsunuz ama öbür taraftan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesini on yıl önce telefon görüşmesi yapmış diye terörle iltisaklı görüyorsunuz ve hemen hapse koyuyorsunuz. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e kadar giden geniş bir dalga var. Ankara ve İstanbul arasında derin bir uygulama farklılığı var. Aynı devletin aynı anayasanın geçerli olduğu başkent ve Türkiye'nin en büyük ili arasında eylem ve söylem bakımından tam bir çelişki var. Tam bir antagonizma var. Ankara'da, "Hadi gel burada konuş" söylemi nasıl Meclis’te görüşülmeden, yasal düzenleme yapılmadan anayasanın üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan bir söylem ise, İstanbul'da her uyandığımız gün yeni bir operasyon dalgası olması aynı şekilde hukuk dışıdır. Türkiye'de eğer Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, bu konuda samimiyseniz önce Türkiye genelinde geçerli olan hukukun asgari gereklerini yerine getirmeniz gerekir. Yoksa hiçbir zaman inandırıcı ve samimi olmazasınız.
Röportajın tamamı…