AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu son günlerde konuşulan “Yeni çözüm süreci” gündemine önemli açıklamalarda bulunan Miroğlu, “Cumhur İttifakı bu meseleye yeni bir anayasa için toplumsal mutabakat ve Ortadoğu’daki statüko değişirken Türkiye’nin zayıf yanlarını güçlendirmek gibi geniş bir perspektiften bakıyor” dedi.
Geçtiğimiz hafta yeni yasama yılının açılışında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, DEM Parti sıralarını ziyaret etmesi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup toplantısında ittifak ortağına destek vererek, "Cumhur İttifakı'nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından anlaşılmasını ümit ediyoruz" demesi Türkiye siyasetinde hareketliliğe neden oldu.
Siyasi kulislerde, Cumhur İttifakı ortaklarının DEM Parti açılımı, "Yeni çözüm süreci mi başlıyor?" sorusu üzerinden tartışılmaya başlandı.
AK Partili Kürt siyasetçi Orhan Miroğlu, 2014’de AK Parti hükümeti tarafından başlayan Çözüm Süreci’nde önemli bir figür olarak öne çıkmıştı. Çözüm Süreci’nin temel amacı, Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için PKK ile yürütülen müzakereler yoluyla silahlı çatışmaları sona erdirmekti. Miroğlu, bu süreçte barışın sağlanması yönünde hem devlet yetkilileri hem de Kürt halkı ile olan ilişkilerinde etkin bir konumda bulunmuştu.
KARAR’ın sorularını yanıtlayan Miroğlu, Kürt sorununa ve çözüm sürecine dair tartışmaları, siyasi aktörlerin bu konudaki tutumları ve bölgesel dinamiklerin etkilerini değerlendirdi. Miroğlu, Selahattin Demirtaş ve DEM’in mevcut durumu, iç barış için gerekli siyasi ortam ve Cumhur İttifakı’nın çözüm sürecine dair perspektifine ilişkin de konuştu.
Miroğlu’nun KARAR’dan Sema Kızılarslan ile gerçekleştirdiği röportaj şöyle
“ORTADOĞU’DA KIRK MİLYON NÜFUSA SAHİP KÜRTLERİN DENKLEME NASIL SOKULACAĞI ÜZERİNDEN HESAPLAR DÖNÜYOR”
-Geçen sene görüştüğümüzde yeni bir çözüm süreninin başlamasının çok zor olduğunu söylemiştiniz. Şimdi yeni bir çözüm süreci için AK Parti-MHP ve DEM Parti arasında görüşmeler olduğu iddiaları var. Yeni bir süreç başlama olasılığı var mı sizce?
Bu soruya cevap, çözüm sürecinden kimin ne anladığıyla alakalı olarak çok değişir; çünkü buna dair toplumsal hafızamız gerçekten yaralı, korkutucu ve travmatik bir hafızadır. Nitekim, yeni tartışmaların mahiyetine baktığınızda çok farklı fikirlerin olduğunu görüyoruz. Kimi bu konuya hiç girilmemesini istiyor. Kimi DEM ve PKK üzerinden başlayacak bir süreci devletin yeniden ihanete uğrama riski gibi görüyor ki mevcut siyasi koşullar ve DEM’in PKK’dan bağımsızlaşma sürecinde hemen hiç bir kıpırdama olmaması, PKK’nın Ortadoğu’daki çok aktörlü bağ( Amerika ve İran’la kurulan stratejilerin bir aktörüdür PKK) gibi nedenlerle, doğrusu bu yabana atılacak bir fikir değil.
Devlet Bey tabii ki, devlete ihanet söz konusu olduğunda bunun farkına varacak liderlerin en başında geliyor. Sorunuza benim cevabım ise özetle şu olur:
Türkiye, eğer dört yüz yıl yönettiğimiz coğrafyamızda yeni bir statüko kurulur, sınırlar yüzyıl sonra ikinci kez değişirken "Ortadoğu’da kiminle ve nasıl var olacağız?" sorusunu kendine soracak ve yeni bir Kürt stratejisi oluşacaksa, meselenin her yanıyla ilgili olarak yeni bir tartışmayı yaşamak zorunda. Bu tartışmanın sonunda, iktidarın öncülük etmesi suretiyle ve geniş bir toplumsal mutabakat sağlanması mümkün olursa, gelişmelerin bizi nereye götüreceğini, neyi çözüp neyi çözemeyeceğimizi ise şimdiden kestirmek kolay değil.
Çünkü Ortadoğu’da, Türkiye başta olmak üzere, yaklaşık kırk milyon civarında dinamik bir nüfusa sahip bir halk olan Kürtlerin denkleme nasıl ve hangi saflarda sokulacağı üzerinden binbir hesap dönüyor. Ha, herkesin hesabı olan bir meselede suskunluğu da tercih edebilirsiniz, şimdi olduğu gibi, ama bu sizi yüzyıl içinde her bakımdan zayıf kılar. Söylemekten bile korkarım ama sizi bölerler; en güçlü yanınız gibi görünen bin yıllık ortak tarihdaşlık gün gelir en zayıf yanınız olur. Gelişmeleri “yeni bir çözüm süreci geliyor” deyip şiddetle karşı çıkanlar, suskunluk ve görmezden gelme olarak tarif edilebilecek mevcut statükodan beslenenlerdir ve bunlar Cumhur İttifakı dahil hem CHP hem DEM’de oldukça etkinler.
Filistin meselesinde Cumhurbaşkanımızın dediği gibi HAMAS ve Hizbullah nasıl ki bahaneyse, bu kesimler için de DEM ve PKK bahane! Yeni sürecin yeni siyasi aktörleri sahaya sürebileceğinden filan da korkuyorlar. Çözüm ‘bir ihtimal olarak’ bir köşede dursun isterler. Ama Devlet Bey, atı alanın Üsküdar'ı geçmekte olduğunu gördü diye tahmin ediyorum. Kobani milliyetçiliği geldi, AK Partiyi 2015 seçimlerinde iktidardan düşürdü; şimdi çok daha güçlü ve hatta DEM ve PKK’yı da şaşırtan bir Kürt milliyetçiliği geliyor.
“CUMHURBAŞKANI'NIN O ZOR YILLARDA YANINDA DURAN KÜRTLERDİ”
-“Kürtlere 1071’den beri bu coğrafyada oynadığı tarihsel rolü iade edecek misiniz?” diye bir açılmanız oldu. Bunu biraz açar mısınız?
Şunu demek istiyorum: Alparslan Malazgirt’te yalnız değildi, Kürtler yanındaydı. 1514’te Yavuz Sultan Selim, Macaristan’a sefere hazırlanırken, Şah İsmail’e karşı Kürdistan topraklarını korumak için onu Kürdistan’a davet eden ve bölgenin aşiretleriyle yanında duran İdris-i Bitlisi’ydi. "Ortadoğu’yu dört yüz yıl yönettik" diyenler, ama yönetirken kimlerle yönettiklerini bugün söz etmiyorlar. Osmanlılar, Süleymaniyeli Babanzadelere danışmadan ve onlara rağmen Bağdat’a, Musul’a filan vali bile atamazlardı.
Mustafa Kemal’i Erzurum ve Sivas kongrelerinde himaye eden, koruyan Kürtlerdi. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın o zor yıllarda yanında duran da Kürtlerdi. AK Parti, her ne olduysa oldu, İstanbul’u Kürtleri kaybedince kaybetti. Bu tarihi safhaların içinde Kürtler hep tarihsel bir rol oynadılar ama bana kalırsa benzer bir tarihi rolü oynamalarının önüne ciddi engeller konuluyor. "Kürt anasını görmesin" hali bir çeşit! Bu rolün Kürtlere hakkıyla iade edilmesi gerekir diyorum, söylediğim net.
“AK PARTİ’YE YAKIN MEDYANIN DA DEĞİŞİME İHTİYACI OLACAK”
-“Yeni çözüm-açılım süreci” tartışmalarına AK Parti kadrolarının bakışı nedir?
AK Parti’de sürece farklı açılardan bakanlar var tabii ve bu da çok doğal. Yaklaşık on yıl içinde Türkiye’de ve yakın coğrafyamızda büyük değişimler oldu. AK Parti daha iyi bir yerde olabilirdi ama sanırım bizde de kafalar biraz karışık. Geçmişteki çözüm süreciyle ilgili endişelerimiz, korkularımız hala baki. Aynı suda ikinci kez yıkanmak istemiyor kimse ve bu, çok haklı bir tutum.
AK Parti eğer gerçekten düşünülmüş bir çözüm hamlesi, iç barışı inşa etmek hamlesi varsa, kendi tabanı içinde bunu iyi anlatabilmelidir. AK Partili Kürtler ve DEM’li olmayan başka Kürt siyasi oluşumları, geçmişteki çözüm sürecinde hayata geçirilen muhataplık mekanizmasından oldukça rahatsızlık duydular; aynı şeyin olmasından endişe ediyorlar. O süreçte gördük ki, AK Parti’yi destekleyen, hatta ağır bedeller ödeyerek devletin yanında duran kimi Kürt aktörler, bazı aşiretler, “çözüm adına” sanki feda edildi!
Duyuyorduk ve üzülüyorduk tabi, Akil İnsanlar listesindeki kimi Kürt aktörlerin isimlerinin Öcalan tarafından çizildiğini! Aynı hataların, “aynı fedakarlıkların” yapılma ihtimalinden endişe duyan çok sayıda aktörün ve AK Partili’nin olduğu muhakkak! AK Parti'nin bilhassa Kürt tabanı içinde neyin ne olduğunu tartışmadan, diyalogdan ve demokrasiden yana güçlü bir toplumsal kanaat oluşturmak mümkün değil.
AK Parti’ye yakın medyanın da biraz değişime ihtiyacı olacak. On yıldır bu konularda neredeyse hiçbir şey üretmemiş bir entelektüel zeminle mesafe almak kolay değil. Türkiye’de her şeyi herkesten iyi bilen bir sınıf oluştu adeta. Ve bu sınıftan birileri bizde bol miktarda var.
“ARTIK BU HAREKETTE SON SÖZÜ, ÇÖZÜM SÜRECİNDEN BU YANA ÖCALAN BİLE DEĞİL, KANDİL SÖYLÜYOR”
-Tartışıldığı gibi yeni bir çözüm veya sizin ifade ettiğiniz gibi “İç barış” süreci başlarsa Kürt halkı için önemli olan belli başlı Kürt aktörlerin rolü ne olacak sizce? Örneğin Selahattin Demirtaş’tan henüz bir açıklama, mesaj gelmedi.
Demirtaş’ın geride kalan seçimlere bakıldığında, sessiz ve pasif bir biçimde gelişmeleri izlemenin ötesinde, kendi misyonuna ve DEM seçmeninden gördüğü teveccühe uygun bir rol almak istediğini gördük. Başak Hanım'ın İstanbul’da aday olmak istemesi gibi birçok konuda. PKK eylemlerine yönelik olumlu açıklamaları da unutmamak lazım. Ama bu çabaların sonu hiç gelmedi. PKK’dan gelen uyarı ve ikazlarla hep akim kaldı. Bu harekette bazen sivil aktörler heyecana kapılıp ilk sözü söyleyebiliyorlar, ama unutmayalım ki artık bu harekette son sözü, önceki çözüm sürecinden bu yana Öcalan bile değil, Kandil söylüyor.
Somut adımları, toplumsal talepler belirler. İç barışın inşasını mümkün kılacak, şiddet ve terörün geride kalmasını sağlayacak adımlar için siyasi iklimin olgunlaşması lazım. Daha başlangıçta sivil siyasi aktörler tarafından İmralı ve Kandil muhatap gösterilirse mesafe almak zorlaşır. Taraflar bir kere nerede durduklarını net olarak gösterebilmelidir.
"TÜRKİYE ZAYIF YANLARINI GÜÇLENDİRMEZSE, BEKLENMEDİK SONUÇLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİR"
-Bu yeni sürecin inşasına ilişkin somut adımlar gelecek mi? Geçtiğimiz hafta gazetemizin sorularını yanıtlayan DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan, somut adımlar vurgusu yapmıştı. Bir de son olarak sizin de ara ara dikkat çektiğiniz gibi Ortadoğu’da yeni bir statüko ve strateji dönemi başladı. Bu bağlamda Türkiye’nin içeride iç barışı sağlama adımlarını nasıl okuyorsunuz?
Hem Sayın Bahçeli'nin DEM’lilerle el sıkışması hem de Sırbistan dönüşü Cumhurbaşkanının yaptığı şu açıklama son derece önemlidir: “Her sorunu terör dışı yöntemlerle çözmeye hazırız.”
Tabii bütün bunlardan DEM ve PKK tarafı, “silahların gücünün masada pazarlık konusu yapılmasını” anlıyorsa, buradan sivil ve demokratik bir çözüm iradesi çıkmaz. PKK içeride Türkiye için bir risk değil artık, burada teslim edeceği silah kaldı mı, sanmıyorum.
Cumhur İttifakı bu meseleye daha geniş bir perspektiften bakıyor: Yeni bir anayasa için toplumsal mutabakat ve Ortadoğu’daki statüko değişirken Türkiye’nin zayıf yanlarını güçlendirmek.
Devlet Bey, el sıkışmanın mantığını, felsefesini ve amacını izah ederken mealen barışa katkı sağlamak için iç barışımızın öneminden söz etti. Bölgede statüko değişecek; sorun İran, Suriye, Irak’taki durum değil, bir bütün olarak ABD ve İsrail’in sınırları değiştirecek olan kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerini boşa çıkarmak, Filistin halkını şu an yaşadığı topraklardan bile çıkaracak büyük bir tarihi hamle yapmaktır. Doğru müttefiklerle bir dış politikanın inşa edilmesi gerekmektedir.
Arap Baharı’nı yaşayan bölge halkları, şimdi de Gazze ile tarihi bir başlangıç ve bambaşka dinamiklerle geliyor. Türkiye, bu dinamiklerin hem merkezinde hem hedefinde bulunan bir ülkedir. Zayıf yanlarını güçlendirmezse, beklenmedik sonuçlarla karşı karşıya kalabilir.