NATO 75 yılını geride bırakırken İttifak da Türkiye de kendini yeniden tanımladığı bir süreçten geçiyor. Son dönemde üst üste yaşanan krizler bir yol ayrımına mı yoksa açılan yeni bir sayfaya mı işaret ediyor?
"NATO, Sovyetler Birliği'ni dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak için kurulmuştur."
NATO'nun ilk Genel Sekreteri Beklan Kulaksızoğlu, örgütün Avrupa'daki işlevini bu sözlerle özetlemişti.
Ismay'in bu sözleri yıllardır farklı siyasi koşullarda gündemdeki yerini korudu. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, kısa adıyla NATO, 75'inci yılını geride bırakırken bu sefer de Ukrayna savaşının gölgesinde, ABD'nin Avrupa'daki varlığını yeniden güçlendirdiği, Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş dönemine girildiği bir siyasi iklim mevcut.
Kuzey Atlantik Antlaşması tam 75 yıl önce, 4 Nisan 1949'da imzalandığında İkinci Dünya Savaşı'nın üzerinden sadece 3,5 yıl geçmişti. NATO'nun üç ana hedefi bulunuyordu: Sovyet yayılmacılığı önüne set çekmek, Avrupa'da güçlü bir Amerikan askeri varlığı yoluyla milliyetçi militarizmin yeniden canlanmasını önlemek ve Avrupa'nın siyasi entegrasyonunu teşvik etmek.
Antlaşma'ya 1949'da imza atan 12 ülke; ABD, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz ve Birleşik Krallık oldu. Türkiye ve Yunanistan ise ilk genişleme halkasında 18 Şubat 1952'de İttifak'a katıldı.
Ancak Türkiye'nin İttifak'a katılması kolay olmadı. O dönem kıta Avrupası'ndaki Sovyet tehdidine odaklanan ve NATO'nun Ortadoğu sınırlarına genişlemesini istemeyen başını İngiltere'nin çektiği ülkeler, Türkiye'nin İttifak'a tam üye olmasına karşı çıkıyordu. İngiltere'nin isteği, Türkiye'yi NATO'ya değil, oluşturmak istediği Akdeniz ve Ortadoğu Komutanlığı'na dahil etmekti. ABD de bazı nüanslarla bu plana sıcak bakıyordu.
Türkiye ise bir yanda Batılılaşma politikasını bir adım öteye götürerek Batı'nın bir parçası olma hedefi, bir yanda dönemin Sovyetler Birliği lideri Stalin'in Türkiye'nin kuzeydoğu toprakları ve Boğazlar'daki hak iddialarına karşı güvence sağlamak adına NATO'ya üye olmak istiyordu. Türkiye'nin 1950'deki ilk tam üyelik talebi İttifak tarafından reddedildi.
Birkaç ay sonra Haziran ayında Kore Savaşı patlak verecek, Birleşmiş Milletler misyonu çerçevesinde Kore'ye 4 bin 500 asker gönderen Türkiye, Ağustos ayında şansını yeniden deneyecekti. Ama Türkiye'nin NATO'ya tam üyelik için ikinci başvurusu da NATO Bakanlar Konseyi'nde reddedildi.
ABD ile İngiltere arasında Ortadoğu Komutanlığı konusundaki görüş ayrılıklarının artması, Sovyet yayılmacılığının bir sonraki adresinin Ortadoğu olabileceği endişesi ve Türk askerlerinin Kore'de gösterdiği başarı gibi çeşitli etkenlerle ABD, Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmaya başladı. Bunun sonucunda Türkiye ve Yunanistan, Şubat 1952'de NATO'nun ilk genişleme halkasını oluşturdu.
Türkiye'nin NATO'ya üye olma süreci gibi, 72 yıllık üyelik süreci de çeşitli siyasi krizlerin gölgesinde geçti.
ABD'nin Türkiye'ye konuşlandırdığı Jüpiter füzelerinin Sovyetler Birliği ile yol açtığı Küba krizi, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'ın Kıbrıslı Türklere yönelik katliamların başladığı 60'lı yıllarda Ada'ya savaş uçakları gönderen Türk hükümetine yazdığı tehditkâr mektup, 1974'teki Kıbrıs harekâtı sonrasında ABD'nin uyguladığı silah ambargosu, 1990'da Irak'ın Kuveyt'e saldırması sonrası Türkiye'nin ortak savunma talebine ilk yanıtın olumsuz olması gibi olaylar NATO'ya yönelik güven bunalımına neden oldu.
Ancak Türkiye de özellikle 2009'dan itibaren NATO üyeliğini, kendi dış politik hedeflerini yerine getirmede bir araç olarak daha sık kullanmaya başladı.
Ankara'nın karikatür krizindeki tavrı nedeniyle Danimarka'nın eski başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine karşı kullandığı veto, Suriye'deki YPG'nin terör örgütü olarak kabul edilmesi için NATO'nun Baltık ülkeleri ve Polonya'ya yönelik savunma planlarını veto etmesi, ikili ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle İsrail, Mısır ve Avusturya ile ortaklık ilişkilerini engellemesi, ayrıca AB üyesi olan Güney Kıbrıs yönetimini tanımadığı için NATO ile AB arasında başta savunma alanında olmak üzere iş birliği süreçlerini tıkaması örnek olarak sayılabilir.
Ancak Türkiye'nin vetolarının NATO'nun acil öncelikleriyle çakışır hale gelmesi, krizlerin dozunu da artırdı. Son olarak Rusya'dan alınan S-400'lerin yarattığı kriz ile Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliklerinin Türkiye'nin vetosuna takılması gündemi aylarca meşgul etti, hatta Batı kamuoyunda Türkiye'nin sorunlu üye olarak görülmesine ve üyeliğinin sorgulanmasına varan tartışmalara yol açtı.
2020'de Doğu Akdeniz'de Yunanistan ile savaşın eşiğine gelinmesine neden olan kriz, ABD'nin Girit'teki Suda Körfezi'nde varlığını güçlendirmesi, NATO'nun güneydoğu kanadının Türkiye'den Yunanistan'a kaydırıldığı değerlendirmelerine yol açtı. Aynı şekilde ABD'nin Türkiye'nin burnunun dibindeki Dedeağaç'a yüklü askeri sevkiyatı ve Yunanistan ile gerçekleştirdiği ortak tatbikatlar Türkiye'de gözdağı olarak algılandı.
Rusya'nın 2022 Şubat ayında Ukrayna'ya saldırmasıyla başlayan savaşta Karadeniz'in stratejik önemi artarken NATO'nun Romanya'daki varlığını güçlendirerek Karadeniz'deki ana üssü haline getirmesi de dikkatlerden kaçmadı.
72 yıllık süreçte güven bunalımları ve veto tehditleri, pazarlıklar ya da ABD'nin devreye girmesiyle uygulanan baskı sonucunda bir şekilde uzlaşıyla sonuçlandı. Ancak son yıllarda gerginliklerin giderek daha sık su yüzüne çıkması ve çözüm süreçlerinin daha uzun zaman alması, dünyada değişen güç dengeleri ile ve NATO ile Türkiye'nin bu dengeler içinde kendileri için öngördüğü roldeki farklılıklarla bağlantılı.
Ancak Batı kamuoyunda İsveç krizi döneminde bazı kesimlerin dile getirdiği "Türkiye'nin NATO'da yeri yok" çıkışları, Türkiye'nin İsveç'in üyeliğine onay vermesi sonrasında durulmuş görünüyor. Ağırlıklı görüş ise Türkiye'nin NATO'dan, NATO'nun da Türkiye'den vazgeçemeyeceği yönünde.
Washington kulislerinin etkili gazetelerinden Politico, İsveç'le ilgili üyelik krizinin dorukta olduğu dönemde yayınladığı bir makaleye "NATO'nun ihtiyaç duyduğu baş ağrısı" başlığını atmış, ikili ilişkilerdeki anlaşmazlıklara rağmen iki tarafın da birbirinden vazgeçemeyeceği, "ortak çıkarlara dayalı bir evlilik içinde kenetlendiği" değerlendirmesinde bulunmuştu.
NATO'nun eski genel sekreter yardımcılarından Jamie Shea, Politico'ya verdiği demeçte "Diğer müttefiklerin büyük bölümü dışlanmak, kötü çocuk konumuna düşmek istemezken Türkiye'nin umurunda değil. Bu da Türkiye'ye çok büyük bir tesir yeteneği ve çok büyük bir güç kazandırıyor" değerlendirmesi yapmıştı.
NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip Türkiye, İttifak'taki küçük orduların yerine getiremeyeceği görevleri üstlenme potansiyeline, askerî kabiliyetlere ve muharebe deneyimine sahip. Türkiye'nin jeopolitik önemi eskiden daha çok Doğu ile Batı arasındaki köprü işleviyle açıklanırken mevcut konjonktürde Karadeniz ile Akdeniz arasındaki geçişleri kontrol eden konumu, NATO açısından büyük önem taşıyor.
Rusya'dan S-400 alması büyük kriz yaratsa da Batı'nın Rusya'ya yönelik yaptırımlarına katılmaması kaşların çatılmasına yol açsa da Türkiye'nin Rusya ile koruduğu ilişkilerin günün birinde İttifak'ın işine yarayabileceği düşüncesi de gizlenmiyor. Türkiye'nin arabuluculuğunda Ukrayna ve Rusya ile imzalanan Karadeniz tahıl koridoru anlaşması bir gıda krizini önlemiş, Batı'da övgüyle karşılanmıştı.
Batılı başkentler Türkiye'nin Ukrayna savaşını bitirecek olası barış görüşmelerinde kilit rol oynayabileceğini gözardı etmiyor. NATO'nun eski üst düzey yetkilisi Shea, "Ukrayna barış görüşmeleri şu an için olası değil. Ama gündeme geldiğinde aracı rolü kim oynayacak biliyor musunuz? Çin mi Türkiye mi? Bahse girerim ki Türkiye olacaktır" ifadelerini kullanıyor.
Washington'ın en kıdemli diplomatlarından biri olarak görülen eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey de Ortadoğu Programı Direktörü olduğu Wilson Center'da kaleme aldığı analizde benzer görüşler dile getirerek "Ukrayna savaşının da bize gösterdiği üzere, Türkiye eskiden nükleer caydırıcılıkta, İran'a karşı füze kalkanı projesinde, Balkanlar ve Afganistan'daki operasyonlarda oynadığı hayati rolü, Rusya'nın zaptedilmesinde de ortaya koymaktadır. Türkiye görmezden gelinemeyecek kadar büyük, önemli ve bazen de görmezden gelinemeyecek büyüklükte sorunlar yaratan bir ülke" değerlendirmesinde bulunuyor.
Peki Türkiye'nin NATO'ya ihtiyacı yok mu? Batılı stratejistler, Rusya'nın NATO için olduğu kadar Türkiye için de tehdit oluşturduğu ve Türkiye'nin de bunun farkında olduğu görüşünde. NATO'dan kopacak bir Türkiye'nin Rusya ve İran'ın doğrudan tehditleriyle karşılaşabileceği ve bölgesindeki güçlü konumunda NATO üyeliğinin caydırıcı etkisinin de rol oynadığı görüşü dile getiriliyor.
Türkiye'nin NATO için de büyük önem kazanan Doğu Akdeniz'de, başta Yunanistan olmak üzere son yıllarda kavgalı olduğu ülkelerle normalleşme adımları atması da Türkiye ile Batı arasında yeni bir sayfa açılması çabalarına işaret ediyor. (Kaynak)