Kürdistan Parti (PAKURD) Genişletilmiş Divan Deprem ve Doğal Afetler Komisyonu, Maraş merkezli iki büyük deprem hakkında hazırladığı raporu paylaştı.
PAKURD Genişletilmiş Divan Deprem ve Doğal Afetler Komisyonu tarafından, Maraş merkezli iki büyük deprem hakkında hazırlanan raporda, deprem bölgesinin coğrafi, siyasi ve demografik yapısına yönelik tespitlere ve ayrıca can kayıpları, yaşanan ihmaller ile alınması gereken önlemlere dikkat çekildi.
Raporda, deprem hakkındaki gözlem ve tespitler 32 alt başlık şeklinde sıralandı.
Depremler sonucunda Türkiye, hem Suriye ve hem de Rojava’da Maraş, Antakya, Adıyaman, Antep, Osmaniye, Malatya, Urfa, Adana, Diyarbakır, Kilis, Kobani, Minbic, Halep, Azzaz ve Efrin’de çok sayıda konut, hastane, kamu kurumu, havaalanı, köy yerleşim birimi ve yollarda tümüyle yıkılmalar ve yıkıcı hasarlar oluştu.
Kürdistani Parti (PAKURD) Genişletilmiş Divan Deprem ve Doğal Afetler Komisyonu, resmi rakamlara göre 56 binden fazla insanın hayatını kaybettiği ve 150 binden fazla kişinin yaralandığı depreme ilişkin bir rapor hazırladı.
“Can kaybının yaklaşık 150 bin kişi dolayında olduğu görülmektedir”
Raporda, enkaz altında kalan ölü sayısına dair elde herhangi bir veri bulunmadığına dikkat çekilerek, “devletlerin buradaki insan kaybı sayısını tam olarak açıklayıp açıklamayacağı da şüphelidir” denildi.
“Bağımsız gözlemciler ve PAKURD Deprem Komisyonu'nun sahada faaliyet gösteren çalışanları açıklanan rakamların düşük gösterildiğini beyan etmişlerdir” denilen raporda, can kayıplarının yanı sıra her iki bölgede tamamen yıkılan bina sayısının 30 binden, ağır hasarlı bina sayısının ise 160 binden fazla olduğuna vurgu yapıldı.
Raporda, “Bölge şehirlerinin nüfus yoğunlukları ve tamamen yıkılmış bina sayıları hesaplandığında kaybedilen toplam insan sayısının yaklaşık 150 bin kişi dolayında olduğu görülmektedir. İlk depremin sabahın çok erken saatlerinde meydana gelmiş olması doğal olarak insan kaybı sayısını da artırmıştır”.
“Deprem çalışmaları sırasında köyler es geçilmiştir”
Deprem bölgesindeki kırsal nüfus oranının yüzde 40 olduğuna değinilen raporda, “Deprem çalışmaları sırasında köyler es geçilmiştir. Depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen köylerdeki yıkıma ve telef olan büyük ve küçükbaş hayvan sayısına dair herhangi bir veriye ulaşılamamıştır” sözlerine yer verildi.
Öte yandan raporda, Suriye'deki geçerli ambargolarla birlikte, İslami gruplar ile Türkiye tarafından desteklenen grupların kontrolündeki bölgelerde organize bir devlet gücünün olmaması sebebiyle ilk beş günde doğrudan bir müdahale olmadığı, bölgeye gönderilen yardımlar ve iş makinelerine de bu groplar tarafından “talan edildiği” kaydedildi.
“Bölge aynı zamanda siyasal çekişmelerin de bir alanıdır”
“Tarihsel deprem merkezlerinden biri olan bu bölge aynı zamanda siyasal çekişmelerin de bir alanıdır” denilen raporda ayrıca şu değerlendirmelere yer verildi:
“Burasının elde tutulması için geçmişte büyük savaşlar yaşanmış ve hatta deprem krizlerinin yönetilememesi sebebiyle buradaki şehirler, devletler arasında el değiştirmiştir. Deprem bölgesi, jeopolitik olarak stratejik bir konumda yer almaktadır. Depremin merkez alanı Amanos Dağları (Çiyayên Gewr, Gavur Dağları, Nur Dağları) ve bu dağlar arasında bulunan çöküntü alanlarıdır. Amanos Dağları'ndaki geçitlere sahip olan devletler her zaman kolaylıkla Halep ve çevresini işgal etmişlerdir. Burayı elde tutabilenler Suriye ve Filistin'in arazi yapısı gereği Mısır karayoluna kadar doğal bir engelle karşılaşmadıkları için buradaki doğal bir felaket aynı zamanda jeopolitiğin de konusudur. Bu sebeple bölge devletlerinin depremden sonra takındıkları tutum, yaptıkları ve yapmadıkları özellikle incelenmelidir.
Kürt mirliklerinin çökertilmesi sonrası Kürdistan'ın Osmanlı'yı en çok uğraştıran bölgesi şimdiki deprem alanından Dersim'e kadar uzanan kısımdır. Osmanlı, denetim dışı bu bölgeyi itaat altına almak için defalarca bölgeye müdahale etmiş ve bu son depremden de çok fazla etkilenen Islahiye'ye de ismini veren Fırka-i Islahiye Ordusu'nu (1865) bölgeye göndermiştir. Kürtleri burada denetim altına alan devlet, mecburi iskân birimi olan garnizonlara Kürtleri yerleştirmiş ve çoğunluğu Ezidi ve bir kısmı Alevi olan Kürtleri zorla Hanefileştirmiştir. Bölgedeki yönetici aileleri Karadeniz'e sürgün etmiş, bölgenin demografisini Kürtler aleyhine değiştirmeye başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası İskenderiye Sancağı'nı Suriye'ye bırakan devlet, 1938'de Hatay'ın Fransızların oluru ile tekrar Türkiye'ye ilhakı üzerine bu sefer de bölgenin demografisini Araplar aleyhine değiştirmeye başlamış, Balkan ülkelerinden getirilen muhacirleri ve Karadeniz'deki sel felaketlerinin mağdurlarını bu bölgeye yerleştirerek Türkleştirme faaliyetleri göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası özellikle Almanya'ya gönderilecek işçi ihtiyacını bu bölgedeki Alevi Kürtlere öncelik sağlayarak gideren Türkiye, planlı bir şekilde bölgedeki Kürt popülasyonunun zayıflamasını sağlamıştır. Bununla da yetinilmeyince Elbistan (1967), Maraş ve Malatya (1978) Katliamları ile bölgeden Kürtlerin göçü sağlanmış, Adıyaman ve Antep gibi kadim Kürt mıntıkalarında asimilasyona hız verilmiştir. Kürtçe yerleşke ve mimari yapı isimlerinin değiştirilmesi 1980 darbesi sonrası özellikle bu bölgede hız kazanmıştır.”
Türkiye’nin “asrın felaketi” olarak tanımladığı bu doğal afet durumumun “bölgenin demografisinin değiştirilmesi esasına uygun olarak manipüle edildiği” ve bunun da “endişelere” yol açtığına dikkat çekilen raporda, aynı durumun silahlı grupların kontrolündeki Efrin için de geçerli olduğu ifade edilerek, “Bir süredir kuzeyde Fırat'ın batısında silikleştirilen Kürt kimliğinin bu coğrafyadaki seyri artık tehlike çanları çalmaktadır” tespitine yer verildi.
“Depremin Kayıp Çocukları olarak tarihe geçmemelidir”
Bugün depremle birlikte kayıp ve refakatsiz çocuklar sorununun ortaya çıktığına ve deprem bölgesinde, depremden sağ kurtulan çok fazla çocuk için kayıp ilanı verildiğine değinilen raporda, şu ifadeler yer aldı:
“Yeni doğan bebek ünitelerinden bebekler ve refakatçisi olmayan çocuklar özel uçaklarla özellikle Ankara'ya nakledilmiş, akıbetleri konusunda şeffaf bir açıklama yapılmamıştır. Bu çocukların koruyucu ailelere verileceğinin duyurulması üzerine özellikle medyaya da yansıdığı üzere Türk milliyetçi cenahında çocukların alınması için girişimler başlamış, MHP lideri Devlet Bahçeli bazı çocukları kendi vakfı aracılığıyla alacağını duyurmuştur. Öte yandan depremzede çocukların Türk tarikatlarına ve cemaatlerine dağıtıldığına dair görüntü ve haberler Türkiye'deki basına yansımıştır ve bu konuda dehşet veren tartışmalar yaşanmıştır. Kürt kamuoyu bu meselenin de yetmiş yılın ardından Dersimin Kayıp Kızları gibi Depremin Kayıp Çocukları olarak tarihe geçmesine göz yummamalıdır.”
“Suriyeliler hırsız ve yağmacı diye yaftalanmış ve linçlere maruz kalmışlardır”
Raporda, Türkiye'de bir süredir her türlü sosyal bozukluğun sebebi olarak görülen Suriye vatandaşı mültecilere de yer verildi.
Bir çok Suriyelinin deprem sonrasında “hırsız ve yağmacı” diye yaftalandığı ve linçlere maruz kaldığı bilgisine yer verilen raporda, “Mültecilere yönelik nefret suçlarında patlama yaşanmış ve depremin üstünden bir ay geçmesine rağmen Suriyeli olan depremzedelere yardım edilmediği görülmüştür. Türkiye sınırlarındaki deprem bölgesinde 5 bine yakın Suriye vatandaşı hayatını kaybederken yaşanan bu olaylar sebebiyle 42 binden fazla kişinin de Suriye'ye döndüğü açıklanmıştır” denildi.
“Kürt derneklerinin ve siyasi partilerin yardımlarına el konuldu”
Raporda, “yardımların Kızılay-AFAD gibi kendi kuruluşlarının tekelinde olması bedeniyle Kürt organizasyonlarının bölgeye ulaşmasının zorlaştırıldığı” öne sürülerek, “Avrupa merkezli Kürdistan Kızılayı'nın bazı partner kuruluşlar aracılığıyla ve Güney Kürdistan merkezli Barzani Vakfı'nın da deprem alanlarına hükmeden güçlerle ilişkili bir şekilde bazı çalışmalarda bulunduğu görülse de özellikle Türkiye'de Kürt derneklerinin ve HDP gibi siyasi partilerin yardımlarına el konulmuş, yardım dağıtım merkezleri kaymakamlık ve AFAD yetkililerince müsadere edilmiştir” değerlendirmesine yer verildi.
Raporda deperemle ilgili tespitler ve alınması gereken önlemler 32 başlık altında şu şekilde sıralandı:
1- Depremin etkilediği 10 ilimizde konutların büyük çoğunluğunun zayıf zemin özelliklerine sahip verimli tarım arazilerine kurulduğu ve zemin sıvılaşması sebebiyle çok fazla yıkımın oluştuğu görülmüştür.
2- Jeoloji raporlarının sahada sondaj yapılmadan hazırlandığı görülmüş, şehir planlama süreçlerinde zemin-etüt raporlarının dikkate alınmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
3- 2000'li yıllara kadar hazır beton sektörü Türkiye'de yok denilecek kadar azdır. Bundan dolayı konutlarda kullanılan betonlar inşaat sahasında dökülerek el ile yerleştirilmiştir. Bu şekilde üretilen betonların dayanımı doğal olarak düşüktür. Aynı şekilde bu tarihlerde inşaat demiri olarak düz demir kullanılmıştır. Düz inşaat demiri deprem baskısı altında betondan nevürlü (betonun mukavemetini arttırmak için kullanılan çıkıntılı demir) demire kıyasla daha kolay sıyrılmaktadır. Yapıların büyük bir kısmında bu sorun gözlemlenmiştir.
4- İnşa edilmiş yapıların büyük bir kısmı imara uygun inşa edilmemiştir. Özellikle Diyarbekir'de çöken binalarda olduğu üzere imara uygun inşa edilen yapıların da daha sonra imara aykırı olarak tadilata uğradıkları, kolonların kesildiği görülmüştür.
5- İmara ve deprem yönetmeliğine uygun olarak inşa edilmemiş yapılar imar affı ile yasal hale getirilmiştir. Bu akla ziyan uygulama ilk defa 1984 yılında uygulanmış, sonraki 36 yıl içinde çok kez tekrar kanunlaştırılmış ve mevcut iktidar 9. kez imar affı ilan etmiştir. Son imar affı Haziran 2018 genel seçimlerinden önce çıkarılmıştır. İmar barışı adı altında, hiçbir mevzuata ve denetlemeye tabi olmadan yapılan yapılar bu af sırasında da denetlenmemiş ve yapı testleri yapılmadan kayıt altına alınmıştır. 2018'deki imar barışında 3 milyon 120 bin yapı imar affı kapsamında değerlendirilmiş- tir. Depremden etkilenen 10 ilde imar affına tabii olan yapı sayısı 295 bin civarında olup, bunların %43'ü depremden en çok etkilenen Maraş, Adıyaman, Hatay ve Malatya'da bulunmaktadır. Türk Devleti, rant alanına çevirdiği güvensiz yapıları, binlerce insanın mezarı haline getirmiştir.
6- Afet gibi olağanüstü durumlarda bölgeye müdahaleyi sağlayacak olan karayolu, demiryolu ve havayolu limanlarının fay zonu üzerinde konumlandırıldığı, tekniğe uygun yapılmadığı görülmüştür. Depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen kimi ana arter olmak üzere çoğu kırsal bölgelere ulaşımı sağlayan yolların düzeltilmediği görülmüştür.
7- Göçen binaların enkazlarından kolon kiriş birleşimlerinde gerekli donatı detaylarının uygulanmadığı, etriye aralıklarının seyrek ve etriye kancalarının 135 derece olması gerekirken 90 derece olduğu görülmüştür (Olması gereken . Ayrıca kolon demirlerinin üst kat filizlerini oluşturan boylarının gerektiğinden daha kısa olduğu, taşıyıcı elemanlarda donatıların yeteri kadar gönyelenmediği görülmüştür.)
8- Herhangi bir eğitim olmaksızın isteyen herkesin kolaylıkla müteahhit olabilmesi depreme karşı dayanıklı yapıların inşa edilmesini zorlaştırmıştır. 84 milyon nüfusluk Türkiye'de müteahhit sayısı 453.000 iken bu sayı aynı nüfuslu Almanya'da 3800'dür. 520 milyon nüfusa sahip 27 Avrupa Birliği üyesi ülkede ise toplamda 25.000 müteahhit bulunmaktadır.
9- Her şehre bir üniversite, her üniversiteye bir İnşaat Fakültesi'nin açılması çok düşük matematik ve fizik netleri ile İnşaat Mühendisliği bölümüne girmeyi sağladığı için son yıllarda İnşaat Mühendisliği eğitimini de kalitesizleştirmiştir. Özellikle Kürt illerinde çalışan bazı mühendislerin temel matematik bilgisine sahip olmadıkları tespit edilmiştir.
10- İnşaat mühendislerinin çoğu yerde kötü şartlarda çalışmak zorunda kaldığı, çok fazla inşaat mühendisinin olması sebebiyle işgücünün ucuzladığı ve mühendislerin diplomalarını kiraya verdiği görülmüştür.
11- Yapı denetim sisteminin kâr elde etmek endeksli olarak kurgulanması, gerekli denetimlerde kolaya kaçmayı beraberinde getirmiştir.
12- Güncel mevzuata göre her şantiye şefi / mimar ve mühendisler aynı anda beş inşaata bakabilmektedir (Önceki zamanlarda bu sayı daha fazladır). Böylece şantiye şefliğinin çoğu yerde kâğıt üzerinde kaldığı ve inşaat süreçlerinde teknik bilgi sahibi olmayan müteahhitlerin kafalarına göre kararlar aldığı veya mühendislerin üstlenicilerin baskısı altında kalarak çalıştığı, hiç gitmediği inşaatın belgelerini dahi imzaladıkları görülmüştür.
13- Deprem bölgesinden alınan örneklerde kalitesiz veya özelliğini yitirmiş malzemelerin çokça kullanıldığı görülmüştür. Özellikle son beş yılda yapılmış bazı binaların yıkılma sebepleri arasında öne çıkan bu durum ekonominin bozularak maliyetlerin hızla artmasından dolayı üstlenicilerin özelliğini yitirmiş demir ve betona yöneldiğini göstermektedir.
14- Kentsel dönüşüm süreçlerinin iyi yönetilmediği, yeterli kaynak ayrılmadığı, vatandaşların yeterli şekilde desteklenmediği ve müteahhitlerin insafına terk edilerek bir tür rant kapısı açıldığı görülmüştür.
15- Mevcut yasalara göre beton santrallerinde çalışan pompacıların herhangi bir sorumluğunun olmaması sebebiyle kolaylıkla beton harcına sonradan su veya katkı ilave edebildikleri, özelliğini yitirmiş beton veya harçları da kullandıkları görülmüştür.
16- Demir ve beton işlerinde teknik bilgisi yetersiz olan fakat sadece uzun yıllardır inşaatlarda çalıştıkları için pratikte iyi olan ustalar tarafından inşaatların yapıldığı ve bunun çeşitli teknik sorunları da beraberinde getirdiği görülmüştür.
17- Beton ve demir testlerini yapan laboratuvarların şeffaf olmadığı, başka inşaatlar için yapılmış testleri diğer inşaatlar için de kullanabildikleri görülmüştür.
18- Testlere tabi tutulan beton ve demirlerin test sonuçları çıkmadığı halde inşaatlara devam edilebildiği ve beton ve demir dayanımlarının düşük çıkan sonuçlara rağmen inşaatların yıkım kararının çıkmadığı, kararın çıktığı durumlarda bile bu tür sorunların bir rüşvet çarkının devreye girmesiyle çözüldüğü görülmüştür. Neticede sağlam olmayan yapılar tamamlanmış ve satışa sunularak felakete kapı aralanmıştır.
19- Mevcut imar planlarının yerel yönetimler ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın ortak olduğu bir biçimde rant odaklı olarak yapıldığı görülmüştür.
20- Yapı denetim, laboratuar ve şantiye şeflerinin ekonomik olarak müteahhitlerle ilişkide oldukları görülmüştür. Bu durum yapıların doğruluğunu, sağlamlığını ve denetimini doğrudan etkilediği için yeniden düzenlenmelidir.
21- Depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen depremzedelere çadır ve su gibi temel gıdaları dahi ulaştıramayan Türk devletinin yetkilileri bir milyondan fazla bağımsız yapının kontrolden geçirildiğini ve depreme dayanıklılığının raporlandığını beyan etmiştir. Orta veya az hasarlı olarak belirlenmiş bazı yapıların sonraki artçı sarsıntılarda yıkıldığı göz önüne alındığında bu işlemlerin gereğiyle yapılmadığı görülmüştür.
Bu durumda;
22- Ağır hasar alan 10 il başta olmak üzere derhal zemin etütleri yapılmalı ve zeminde sıvılaşma riski olan bölgeler belirlenmeli, bu bölgeler üzerine inşa edilmiş yapılar detaylı incelemelerden geçirilmelidir. Şehir merkezleri daha güvenli zeminlere taşınarak inşa edilmeli ve tarım alanlarından uzaklaşılmalıdır.
23- Kürdistan'ın ve dahi Türkiye'nin deprem ülkeleri olduğu gerçeğine uygun olarak yapılaşmaya dair tüm süreçler baştan tasarlanmalı imar barışı gibi uygulamalara son verilmeli ve bu tür düzenlemelerin teklif dahi edilmesi suç kapsamına alınmalıdır.
24- Projelendirme, ruhsatlandırma ve yapım aşamasındaki denetim mekanizmaları yeniden düzenlenmeli, yapı denetim firmalarının sadece üstlenici şirketlerin çıkarlarına hizmet etmesinin önüne geçilmelidir. Mevcut inşaat yapım sisteminin çarpıklığı göz önünde bulundurularak denetim yasası iptal edilmeli, denetlemenin kamu kurumları tarafından yapılması ve buna ek olarak kar amacı gütmeyen Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ile üniversitelerin ilgili bölümleri sürece dahil edilmelidir.
25- Kentsel Dönüşüm Yasası yeniden değerlendirilmeli, yasa vatandaşların herhangi bir hak kaybına uğramadan ve mağdur edilmeden sağlıklı yapılara kavuşması için iyileştirilmelidir.
26- İmar Yasası belirtilen bu hususlar çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.
27- Üniversitelerin ilgili bölümlerinin eğitim kalitesi arttırılmalı. Kaba inşaat işçiliği dahil olmak üzere eğitim programları düzenlenmelidir.
28- Toplumun her kesimi deprem konusunda bilinçlendirilmeli ve gerekli eğitimi almaları sağlanmalıdır.
29- Afetzedelere acilen yaşamlarına devam edecekleri, depreme dayanıklı konutlar yapılmasının yanında her şehirde nüfusun en az %10'una yetecek kadar ve olası depremlerden sonra kullanılabilecek tam donanımlı deprem şehirleri inşa edilmelidir.
30- Bu afete ilişkin önlem alma ve müdahale etme sorumluluğu olan kurum ve kuruluş yöneticilerinin istifa etmesi sağlanmalı, adil bir yargılama süreci başlatılmalıdır.
31- Yıkılmış veya yıkımına karar verilen binalarda asbest kullanıldığı tespit edilmiştir. Asbest kullanılan molozların su havzalarına, tarım alanlarına dökülmesi derhal durdurulmalıdır.
32- Deprem bölgesinde bulunan kültürel miraslarımız yerel meslek odalarınca incelenmeli, depremden zarar gören eserler aslına uygun, sanat tarihçileri, arkeolog ve mimarların da katılımıyla restore edilerek koruma altına alınmalıdır.