Türkiye için 'Yeni' Ortadoğu Endişe Kaynağı
Türkiye, İsrail-İran gerilimini, hem iç hem dış riskler açısından dikkatle izliyor; İsrail’in yükselişini sınırlamak ve bölgesel rolünü korumak için diplomasi, savunma sanayisi ve ittifaklarını yeniden şekillendiriyor.

İsrail geçen ay İran’a saldırılarını başlattığında, Türkiye de diğer birçok bölgesel aktör gibi bu saldırıları uluslararası hukukun ihlali olarak hızla kınadı. Ankara’nın, İsrail ve İran arasındaki gerginliğin tırmanmasının sonuçları konusunda endişelenmesi için yeterince nedeni vardı. Bunlar arasında; iç ekonomik zorlukların ortasında yükselen petrol fiyatları, yeni bir göç dalgası olasılığı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin PKK ile temkinli bir şekilde barış arayışında olduğu bir dönemde, cesaretlenebilecek bir Kürt isyanı riski bulunuyordu. ABD, İran’ın nükleer tesislerine hava saldırıları düzenlediğinde ise, ABD ile İran arasında doğrudan bir çatışmaya girmenin stratejik zorluğu, ek bir endişe kaynağı haline geldi.
Ancak İsrail-İran savaşının yarattığı acil güvenlik ve ekonomik riskler Ankara’nın tek endişesi değildi; nitekim tırmanma tehlikesi şimdilik azalmış görünse de Türkiye’nin kaygıları sürüyor. Özellikle Türkiye, İsrail’in hava saldırılarını münferit bir olay olarak değil, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından İsrail’in bölgesel düzeni yeniden şekillendirmeye yönelik daha geniş stratejisinin bir parçası olarak görüyor. Geçen ayki NATO Zirvesi’ne giderken konuşan Erdoğan, İsrail’in o tarihten bu yana sergilediği tutumu “pervasız” olarak nitelendirerek, İsrail’i Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen ve şimdi de İran’da “istikrarsızlaştırma stratejisi” izlemekle suçladı. Bu görüş, Türkiye’nin siyasi yelpazesinin büyük bir kısmında karşılık buluyor.
Ankara’nın yorumuna göre, hızla değişen bölgesel dinamikler kaçınılmaz olarak üç istenmeyen sonuca yol açıyor: “Güçlü olan haklıdır” anlayışının normalleşmesi, İsrail’in bölgesel hakimiyetinin yükselmesi ve Ortadoğu’da çok kutupluluğun görünürde sona ermesi. Buna karşılık Türkiye, son gelişmelere yanıt olarak söylemsel düzeyde diplomasiyi vurgularken savunma sanayi yatırımlarını artırıyor, Arap ülkeleriyle — özellikle Suudi Arabistan’la — iş birliğini güçlendiriyor ve ABD Başkanı Donald Trump yönetimine yakınlaşmaya çalışıyor.
Sert Güç, Yumuşak Gücün Önünde
ABD, İsrail-İran çatışmasının dokuzuncu gününde İran’daki üç nükleer tesisi vurduğunda, İsrail Başbakanı Netanyahu bu saldırıyı “güç yoluyla barış”ın bir göstergesi olarak kutladı. İsrail’in, İran’ın nükleer ve askeri tesislerine, üst düzey askerî liderlerine ve nükleer bilim insanlarına yönelik kendi hava saldırıları ise, Trump’ın İran’a nükleer program konusunda müzakere için verdiği 60 günlük sürenin dolmasının ardından geldi. İsrail’in bu kararı doğrudan Washington’la koordineli mi alındığı bilinmese de, İsrail ve ABD saldırıları — ve Netanyahu’nun Trump’ı öven söylemi — bölgede savaşın ya da savaş tehdidinin yeniden başlıca politika aracı haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye, İsrail’in bu yaklaşımından duyduğu rahatsızlığa rağmen bunu çok iyi anlıyor; nitekim, Suriye’nin kuzeyine yaptığı askeri operasyonlar, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki Kürt özerkliğini engelleme çabaları bunun örneği. Yunanistan’a yönelik üstü kapalı tehditleri ve Doğu Akdeniz’deki gerilim politikası da aynı bağlamda değerlendirilebilir.
Gerçekten de Türkiye’nin uluslararası hukuka bağlılığı çoğu zaman seçici oluyor. Diplomatik yolların sınırlı veya etkisiz görüldüğü durumlarda Ankara, askerî gücü yalnızca meşru değil, aynı zamanda gerekli olarak da görüyor; bu durum özellikle devlet dışı aktörlerle veya zayıf ve parçalanmış devletlerle karşı karşıya gelindiğinde daha belirginleşiyor. Bu bağlamda, Ankara’nın diplomasi vurgusu ve İsrail-Hamas ile İsrail-İran arasında arabuluculuk girişimleri, bölgede devletlerarası savaşın geri döndüğü ve nükleer silahlanma yarışının gerçek bir olasılık olarak görüldüğü bir ortamda taktiksel bir manevra olarak değerlendirilmeli.
İsrail’in Bölgesel Hakimiyetinin Yükselişi
Türkiye, İsrail’in artan askeri ve istihbarat üstünlüğünü kendi bölgesel etki alanına yönelik bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle, Erdoğan’ın orta ve uzun menzilli füzelerin yerli üretimini artırma planlarını duyurması; İsrail’in Eylül 2024’te Hizbullah’a yönelik patlayıcı “pager” saldırısının ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından dile getirilen ve Mart 2025’te meclise sunulan siber güvenlik yasası; ve Türkiye’nin “Çelik Kubbe” adlı hava savunma sistemi geliştirme girişimleri (İsrail’in Demir Kubbe’sinden esinlenerek) bu çabanın göstergeleri.
Bununla birlikte Türk liderliği, 2019’da Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi aldığı için çıkarıldığı ABD liderliğindeki F-35 programına dönmenin yollarını arıyor. Ayrıca 40’a kadar Eurofighter Typhoon savaş uçağı alımıyla ilgileniyor. Bu arada, Türkiye kendi beşinci nesil gizli savaş uçağı projesi KAAN üzerinde çalışmayı sürdürüyor; ancak motor temininde sıkıntılar yaşıyor.
Bu tür yerli savunma sanayi girişimleri, Türkiye’de iktidar elitleri için önemli bir meşruiyet kaynağına dönüşmüş olan “teknomilliyetçilik” söylemini de besliyor. Ekonomik zorluklar ve iktidar koalisyonuna desteğin azalması karşısında, savunma ve teknolojik bağımsızlık vurgusu milliyetçi duyguları pekiştiriyor.
Ancak Türkiye’nin kaygıları yalnızca iç politikayla sınırlı değil. Ankara, İsrail’in Doğu Akdeniz’de kendi aleyhine bir bölgesel güvenlik düzeni kurma çabalarından da rahatsız. Suriye’de, İsrail’in vurduğu bazı hedeflerin Türkiye’nin planladığı askeri konuşlanmalar için değerlendirildiği iddia ediliyor. Bir zamanlar yakın ekonomik, savunma ve güvenlik ilişkileri olan İsrail-Türkiye ilişkileri, Ankara’nın Hamas ve Müslüman Kardeşler’e verdiği destek nedeniyle artık düşmanca bir noktada. Buna karşılık Türkiye, İran’ın zayıfladığı ve İsrail-Filistin meselesinin çözümsüz kaldığı bir dönemde, dış politika önceliklerini yeniden düzenleyerek özellikle Suudi Arabistan’la iş birliğini güçlendiriyor.
Amerikan Sonrası Bir Bölgesel Düzen mi?
Aynı zamanda Ankara, İsrail’in “sarsılmaz Batı desteği” (askeri ve diplomatik) ile hareket etmesinden dolayı hayal kırıklığı yaşıyor. Washington’un İsrail çıkarlarını savunmak için İran’a hava saldırısı düzenlemesi, Ankara’da kıskançlıkla karışık bir hayranlık bile uyandırabilir. Türk karar vericiler, kendi güvenlik önceliklerine ABD’den aynı düzeyde destek bulamadıklarını sıkça dile getiriyorlar; özellikle ABD’nin Suriye’de DSG’ye desteği, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la derinleşen savunma bağları, Türkiye’ye yönelik yaptırımlar ve silah ambargoları bu şikayetlerin başlıca nedenleri.
ABD ile ilişkileri son on yılda bozulurken, Türkiye bu boşluğu Rusya ve İran’la yakınlaşarak doldurmaya çalıştı; Batı’nın bölgeden çekildiği algısı bu stratejik alanı yarattı. Ancak 7 Ekim’den bu yana İran’ın zayıflaması ve Rusya’nın Ukrayna savaşına odaklanması, Ankara’yı yaklaşımını sessizce yeniden kalibre etmeye itti. En son İsrail-İran gerilimi öncesinde bile Türkiye, Washington’la ilişkileri onarma sinyalleri vermeye başlamıştı; bu hem ekonomik zorunluluklardan hem de savunma sanayindeki teknoloji açıklarından ve bölgesel yalnızlığını kırma ihtiyacından kaynaklanıyordu.
Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte, Ankara bu ikinci dönemin yeni bir sayfa açmak için fırsat sunduğunu düşünüyor olabilir. Anadolu Ajansı’na verdiği son röportajda, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye özel temsilcisi Tom Barrack, Washington ile Ankara’nın “ilk kez” sadece savunmada değil, “saldırıda da” ortak olmaya kararlı olduklarını söyledi. Barrack, Türkiye’yi, İran-İsrail gerilimi sonrası bölgede inşa edilmesi gereken “yeni yolun anahtarı” olarak tanımladı. Bunun için Gazze’de ateşkes, Abraham Anlaşmalarına dönüş (mümkünse Suriye’yi de kapsayacak şekilde) ve İsrail-Türkiye ilişkilerinde, onun tabiriyle “toprak arzularına dair yanlış anlamaların” çözülmesi gerektiğini belirtti.
Ankara’nın Washington’la ilişkileri yeniden kurma girişimleri temkinli ve karşılıklı çıkarlara dayalı olsa da, bu durum uzun zamandır beklenen “Amerika sonrası an”ın en azından şimdilik gerçekleşmeyeceğinin farkına varıldığını gösteriyor. Türkiye’nin, ABD’nin İran’daki nükleer tesislere saldırılarına nispeten sessiz tepkisi de, İsrail’le yoğunlaşan rekabet ortamında bölgesel nüfuz hedeflerinin Washington’un desteğini gerektirdiğinin farkında olduğuna işaret ediyor.
Tüm bu faktörler, Türkiye’nin yeni ve hâlâ şekillenmekte olan Ortadoğu manzarasında nasıl yol alacağını belirleyecek.
Sinem Adar- World Politics Review
— Sinem Adar, Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’nde Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde araştırmacıdır. Türkiye’nin siyasi dönüşümü ile Türk dış ve güvenlik politikasıyla olan bağlantıları üzerine çalışmaktadır.