Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'in Anısına\n\nEy Sevgili Allah’ım! Hangi halifeliğin, hangi sultanlığın, hangi krallığın, hangi imparatorluğun, hangi İslam devletinin, hangi İslam mezhebinin, hangi Müslüman toplumun, hangi İslam.
Ey Sevgili Allah’ım! Hangi halifeliğin, hangi sultanlığın, hangi krallığın, hangi imparatorluğun, hangi İslam devletinin, hangi İslam mezhebinin, hangi Müslüman toplumun, hangi İslam partisinin, hangi İslam cemaatinin, hangi İslam örgütünün, hangi İslam derneğinin ve hangi Müslüman liderin senin gerçek dostun ve temsilcin olduğunu şaşırıp, ortada kaldık!
Çünkü her bir fırka Allah’ın sözcüsü ve temsilcisi benim diyor. Kendisinin yanlız Allah’ın helal ve haramlarına uyduğunu söylüyor. Kendisi gibi inanmayan, düşünmeyen ve amel etmeyenleri hizbuşşeytan olarak tekfir ediyor. Kendisi gibi inanmayanları, düşünmeyenleri ve amel etmeyenleri cezalandırmakla görevli Hizbullah olarak görüyor. “Ne zaman yeryüzünde bir grup salih ve bilge insan; siz Allah’ın temsilcisi olamazsınız, çünkü Allah yeryüzünde muttaki ve muhavvid kullarının fenalık, cahillik ve taşkınlık yapmasını asla sevmez, o güzel sözü ve adaleti öğüt verdiğini söyleyen, salih ve bilge insanların, dillerini kesmiş ve kafataslarını yüzmüşlerdir.” (Nehl Suresi. 90)
İsimlerini zikrettiğimiz tüm bu fırka ve bu meşrepler, Allah’ın tasarrufu üzerinden, birbirlerine karşı ve kendileri gibi olmayanlara karşı en vahşi yöntemlerle, zulüm ve tuğyanlık yapmışlardır. Herbiri Allah’ı çok daha fazla sevdiğini söyleyerek, en fazla bu gerekçeyle insan öldürmüş ve memleketler işgal etmişlerdir. Tüm saydığımız bu çirkin amelleri, saray ve sultanlık İslamı ile beslenen Siyasal İslam yapmıştır. Siyasal İslam, her gün bir adım daha alçaklaşarak, zillet ve delalet çukuruna yuvarlanmıştır. Bu günahkarlar şürekası, Peygamberin ailesini ve değerlerini soyup soğana çevirmişlerdir.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed, merhamet peygamberiydi, sevgi peygamberiydi. Yeryüzünde güzelliği ve adaleti inşa edenleri müjdeleyen, yeryüzünde memleketleri işgal eden, fitne ve fücur çıkaran tağutları, müstekbirleri, bağileri uyaran emekçi bir çoban ve iktidar sarayı olmayan devrimci bir insandı!
Demokrat bir insandı!
Adam gibi Peygamberdi!
Mamafih, Habeş kralı Necaşi’de adam gibi bir kraldı, ülkesinde adam gibi demokratik bir devletti!
İslam Peygamberinin vefatından sonra; Mekke’nin, Medine’nin, Şam’ın ve Küfe’nin aristokrat takımı İslamın silahlarıyla donanma karargahlarını kurup; Peygamberin ailesini, yarenlerini, içerden ve dışardan bir ahtapot gibi kuşatma altına aldılar.
İslam Peygamberinin demokratik ve insani öğretilerini, Ümeyye Bin Halef’in antidemokratik dünya görüşüne yeniden tahvil ettiler. Dolayısıyla hem geçmişteki hem de günümüzdeki Siyasal İslamın, düşünce ve amel ajandasına bakarak Hz. Muhammed’in ardılları değil, saray ve sultanların ardılları olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Bu sebepten ötürü Siyasal İslam; adam gibi demokratik değildir!
Adam gibi insan değildir!
Adam gibi müslüman değildir!
Adam gibi Peygamber dostu değildir!
Adam gibi Allah’a kul değildir!
Adam gibi Kürdistan ayetini kabul eden değildir!
İşte bahs konusu ettiğimiz bu saray ve sultan İslamı, müslüman milletler içinde hiç şüphesiz en büyük zulmü ve işgali, dindar Kürt halkı ve kutsal Kürdistan coğrafyası üzerinde gerçekleştirmişlerdir. Kürdistan coğrafyası adeta saray İslamı ve onun işgalci valilerin kadeh tokuşturduğu bir meyhane ve uyduruk ümmet düşüncesinin, erotik ve fantastik egzersizlerin yapıldığı bir “kerhane” olarak görülmüştür.
Lakin son yıllarda Kürdistanlı düşünürler ve alimler özgün Kuran’i okumaları, Ehmedê Xanî’nin okumalarıyla birleştirerek bu uyduruk ve işgalci ümmet düşüncesini yerle yeksan ettiler. Kürdistan’ın bu işgalci ümmetçileri, Kürtlerin bu basülbadel mevt uyanışından dolayı büyük bir paniğe kapıldılar ve Kürt düşünürlerini, alimlerini ve dindarlarını İslam ümmetinin birliğini bozmakla itham ettiler. Heyhat! Ama nafile. Çünkü Kürt halkı bu işgalci ümmetten yediği kazıklardan sonra adım adım, menzil menzil feraset sahibi bir olgunluğa doğru yürüyüşünü gerçekleştiriyor. Dolayısıyla, bu halkın düşünürleri ve alimleri Kürdistanı işgal eden yeşil Firavunların bu ithamlarına karşılık şu soruları yönelterek tüm tuzaklarını açığa çıkarıyor:
Ümmet diye bir kurum var mı ki, bölüyorsunuz diyorlar?
Yoksa bu İslam ümmeti bir kurum mudur?
Yoksa bu ümmet, bin dört yüz yıldır faaliyet yürütüyor da bizim haberimiz mi yok?
Bu kurumun bir manifestosu var mıdır?
Bu kurumun, geçmişte veya günümüzde bir takım liderleri var mıdır?
Bilelim de ona göre kutsal Kürdistan davasına bağilik ve tuğyanlık yapan, yukezzibun ve ğasıqın güçlerini İslam ÜMMETİNE şikayet edelim!
Eğer Kürt halkı; İslam’ı Arap, Türk ve Fars unsurların tanımlamalarıyla değil de; Kuran’ın asıl murad ettiği tanımlamalarla, inanç ve zihin dünyalarını, kendi milli değerler sıkalasıyla buluşturup ona göre yorumlayıp bir inşa hareketini başlatmış olsaydılar, bugün Ortadoğu’nun en köklü medeniyetine ve devletine sahip olurdular. Eğer dediğimiz bu Kürt zihni inşa olmuş olsaydı, Siyasal İslamın alışıla gelinen ehlisünnet çizgisi dışında, Kürt ve Kürdistan davasını Murciye ve Eşariye ekolleri gibi meseleyi Allah’a havale etme cesaretini gösteremeyecektiler. Oysaki Allah, zalimden yana değildir... İşte bu İslam kılıflı, İslam’ın ve Kürdistan’ın işgalcileri, İslam Peygamberi Hz. Muhammed ve bir avuç köle arkadaşıyla yaptığı bu İslam devriminin kaymağını ve balını bugün Siyasal İslamcı hareketler, devletler ve Dubai kulelerinde kadehlerini Tanrıya uzatarak tokuşturan Arap petrol şeyhleri yiyor!
Bu zaviyeden hareketle, otuz yıllık islami okumalarım boyunca çok sayıda farklı müslüman milletlerin alim, düşünür ve yurttaşlarıyla karşılaştım. Bu karşılaşmalarımın hiç birinde bana şöyle sorular yönetilmedi: Neden müslüman devletler size ait olan toprakları işgal ettiler? Neden İslam ümmeti bu işgale karşı tavır almıyor? Neden bütün müslüman milletler birbirlerine muhacir ve ensar olurken, neden kimse Kürdistan davasına muhacir ve ensar olmuyor? Neden sizinde bizim gibi bir devletiniz ve bayrağınız yok? Lakin onlar bana bu soruları sormadan önce, aynı apartmanda oturduğum ve merdiven koridorunda karşılaştığım orta yaşlarda Filaman olan yeni komşumla aramızda şu ilginç diyalog gerçekleşecekti:
Hangi milletten olduğumu sordu, bende Kürt olduğumu söyledim.
Kürt ve Kürdistan meselesi hakkında kısa bir sunuş yaptıktan sonra, Filaman kadın, bana Kürtlerin genel nüfusunu sordu. Ben de Kürtlerin nüfusunun, kırk ile elli milyon arası olduğunu söyledim.
Bayan komşum adeta şoke oldu! Sapsarı yüzü kırmızılaştı, başını bir sağa, bir sola çevirerek kısık bir ses tonuyla: “Het is ongelooflijk” (inanılmaz) dedi. “Neden?” dedim, o da şöyle karşılık verdi:
“Bir millet kendi öz toprakları üzerinde bin yıldır nasıl olur da esir yaşar? Kırk ile elli milyon arasında bir nüfusa sahip olan bir millet, nasıl olurda devletsiz yaşar? Het is ongelooflijk! Het is ongelooflijk! Het is ongelooflijk!” dedi.