Metin Kiper: Değişim Rüzgarları ve Değişmeyen Kodlar

'' 76 yaşındaki Kürd liderin 27 Şubat’ta okuduğu metin, ancak devlet aklı tarafından yazılabilecek, Kürdlerin ayrı ulus devlet, federasyon, özerklik ve hatta temel kültüralist taleplerini yok sayan, Kürdleri ulusal haklarını koruyacak statüden mahrum bırakan bir metin. Metinde herhangi bir pazarlık yapıldığına dair hiçbir iz yok, talep yok; bir diz çökme, bir teslim olma dili ile kaleme alınmış. Ancak içi boşaltılmış bir fetiş objeye dönen demokrasi kavramının yerli yersiz kullanımı mevcut.''

04.03.2025, Sal - 10:22

Metin Kiper: Değişim Rüzgarları ve Değişmeyen Kodlar
Haberi Paylaş

Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te mecliste DEM Parti vekilleri ile tokalaşmasından sonra başlayan süreç, bu tarihten önce hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir seyirde ilerliyor. Oldukça da yüksek tempolu. Bununla birlikte, bu sürecin adının konmadığının da belirtilmesi lazım. Taraflar, sürece isim koyma konusunda oldukça temkinliler. Yine de, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki silah bırakma ve PKK’nin kongre toplayıp kendini feshetme çağrısı hızlıca karşılık bulmuşa benziyor. Kandil’in bir gün sonraki ateşkes kararı ile birlikte, bu kısa süre içinde bütün siyasi taraflar pozisyon almak zorunda kaldılar. Siyasetin dili, tarafların kullandığı terminoloji yeni baştan şekilleniyor. Daha düne kadar “barış” kelimesinin Ana Akım Kürd Siyasi Hareketi’nin sözlüğünde olduğu ve Türk milliyetçisi cenahın bu kelimeyi terör örgütü sempatizanlığıyla özdeşleştirdiği hesaba katıldığında, Bahçeli’nin Tuncer Bakırhan ile olan telefon görüşmesinde kullandığı ifadeler toplumun genelini hayrete düşürüyor. Bahçeli’nin sürece katkısından dolayı 8 yıldan uzun süredir cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş’ı telefonla araması ise, bu büyük “dönüşümün” en ilginç örneklerinden birisi.

Pekiyi ne değişti? Henüz birkaç ay önce geri dönüşü olmayacak şekilde Ana Akım Kürd Hareketi’nin parlamentodan atılmasını her yerde dile getiren Bahçeli’yi, zahirde bu dili kullanmaya iten sebep nedir? Açıkça Öcalan’a ve Kandil’e teşekkür eden Bahçeli nereden çıktı? Devlet aklını temsil ettiğinin ısrarla altı çizilen Bahçeli’nin bu soru işaretleri ile dolu siyasetinin yanında, DEM Parti ve CHP’yi sıkıştıran baskı politikaları ise Cumhur İttifakı tarafından hız kesmeden sürdürülüyor. Recep Tayyip Erdoğan hem Bahçeli’nin başlattığı sürece geriden de gelse sahip çıkıyor, hem de aynı saldırgan dili ve politik tutumu koruyor.

7 Ekim 2023’ten itibaren Orta Doğu büyük bir sarsılma yaşıyor. Bu sarsılma, en başta İran eksenli Batı karşıtı cepheyi tuzla buz etti. Hamas, Hizbullah, Suriye’de Baas rejimi, hiçbiri İsrail’in askeri ve istihbari üstünlüğünün karşısında duramadı. İsrail ve Trump başkanlığındaki ABD, bu dönemde Orta Doğu haritasını değiştirmekte ve radikal değişikliklere gitmekte kararlı gözüküyor. Yeniden dizayn edilecek Orta Doğu’da sıradaki hedef kuvvetle muhtemel İran’ın kendisi veya en azından Irak’taki İran varlığı. Bu hamlenin içeriden mi dışarıdan mı olacağı ise şimdilik muamma.

Bir diğer çatışma bölgesi ise kuzeyde. 3 yıldır yoğun bir şekilde devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa Birliği, İngiltere ve Amerika’nın Ukrayna’ya desteği ile beraber kırılgan bir dengede şu anda. Başta İngiltere olmak üzere, Avrupa’nın en büyük gündemi, Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasına doğru genişlemesini durdurmak.

Trump Amerikası’nın gündemi ise Pasifik’te, Çin’le. Çin’in dünya liderliğine oynaması ve yükselen ekonomik ve siyasi nüfuzu, Trump’ın ticaret savaşları ile beraber en önemli siyasi gündemini oluşturuyor. Zelenski’yi Beyaz Saray’da şamar oğlanına çeviren Trump açıkça Rusya ile uzlaşarak Ukrayna ve Avrupa’yı yüzüstü bırakıp Çin’e yönelmenin hesaplarını yapıyor. Doğu Avrupa’yı Rusya’ya, Orta Doğu’yu da İsrail’e bıraktıktan sonra Trump ABD’si Çin ile mücadele etmeye odaklanacağa benziyor. Adımlarını buna göre atıyor.

Bahçeli’nin çağrısı, işte böyle bir jeopolitik konjonktüre denk geliyor. İsrail’in Orta Doğu’da yükselip İran’ın zayıfladığı, sınırların değişmeye yüz tuttuğu bir denklemde, Türk devlet aklı ile özdeşleştirilen Bahçeli’den birçok sürpriz gelmeye başladı. Adeta devletin reflekslerini eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yeniden düzenledi. Bu işin görünen yüzü. Fakat gerçek görünenden daha derin gibi. Bu değişim rüzgarını anlamak için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna gitmemiz gerekiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’daki en örgütlü oluşum İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadrolarıydı. Merkeziyetçi, homojen ve üniter bir milli devlet yaratmayı arzulayan bu kadrolar, 10 yıl gibi kısa bir süre içinde Anadolu’daki gayrimüslim nüfus oranını %20’den %1’e indirdi. Yeni kurulan devlet, dönemin hegemon gücü olan İngiltere ile anlaşarak, uluslararası arenada dengeli bir pozisyona oturabildi. Ekim 1923’te İstanbul’dan ayrılan işgal kuvvetleri, Türk bayrağını selamlarken, Anadolu’da kendi çıkarlarına ters düşmeyecek bir devlet bırakmışlardı. Gerçekten de bu yeni devlet, bölgesindeki İngiliz politikalarına aykırı hareket etmeyecekti.

İlk iş olarak Kürdleri sindirme yoluna giden Türkiye Cumhuriyeti, tekçi ve homojen bir ulus devlet yaratmayı en büyük hedef olarak önüne koymuştu. Bu politikayı 1911’deki Selanik İttihat ve Terakki Kongresi’ne kadar geri götürebiliriz. Makbul Türk ve Sünni bir toplum yaratma amacında olan bu kurucu kadroların önündeki en büyük engel, Kürdistan realitesiydi. Bu realiteye karşı inkar ve imha siyaseti yürüten Türkiye Cumhuriyeti; İngiltere, Fransa ve İran ile el ele vererek Kürdistan’ı paylaşmış ve kendi payındaki Kürdistan’ı Türklüğe asimile etme yoluna gitmişti. Bu, bir devlet koduydu. 17. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başına kadar devasa topraklar kaybetmiş Türk/Osmanlı egemenlik sistemi, son statüsüz sömürgesi olan Kuzey Kürdistan üzerindeki egemenliğinin selametini, en önemli beka meselesi ve devlet kodu hâline getirdi.

1980’lerden itibaren Kürd realitesi –Kürdistan değil- ile yüzleşmek zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kodu, devletliğe tabi her öznenin benimsemek zorunda olduğu bir amentü oldu. 2002’de geniş reform ve demokratikleşme vaatleri ile iktidara gelen AK Parti ve Erdoğan ile devlet kodları arasındaki çelişki, Erdoğan’ın 2015’ten sonra devletin bedenini, devletin de Erdoğan’ın ruhunu ele geçirmesi ile büyük oranda çözüldü. Bu çelişkinin çözülmesinin en büyük nişanesi olan Cumhur İttifakı ise bugün, görünürde bu devlet koduna yabancı bir çizgide siyaset yapmaya meylediyor. Fakat bu durum, tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş bir süreç değil. Türkiye, 100 yıldan beri, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra egemen küresel güç İngiltere’nin onayı ile gelişen, Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasına dayalı anti-Kürd nizamın konforundaydı. 1984’ten itibaren PKK ile sürdürülen savaşta, bu statüko henüz bozulmamıştı. Fakat 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’in tek bölgesel güç olarak ortaya çıkması, Orta Doğu’daki statükonun tuzla buz olmasına sebep oldu. Konfor dönemi sona erdi. Sınırların değişeceği anlaşıldı. Türkiye bu gerçeği, görece erken bir zamanda fark etti. Ve politikasını buna göre şekillendirmeye koyuldu. Türk-Kürd-Arap ittifakı rüzgarı estirmeye başladı.

Fakat bu film yeni değil. Orta Doğu’da benzer bir statüko değişimi 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde kendisini göstermişti. II. Abdülhamid tahttan indirildikten kısa bir süre sonra iktidarı doğrudan eline alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Taşnaklar ile ittifak kurmuştu. Osmanlı vatandaşlığı altında, ortak vatanda, demokratik ve anayasal bir düzlemde yaşanacak bir geleceği düşleyen Taşnakların elinde kalan, Ermeni milletinin soykırıma uğratılıp kendi coğrafyasında yok edilmesi oldu. Bunun için de 1. Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları neredeyse kusursuz bir ortam yarattı. Bir milyonu aşkın Ermeni soykırıma uğratıldı, sürgün edildi ve mülksüzleştirildi. Ermeni siyasi elitlerinin gafleti çok pahalıya mal oldu. Benzer bir durumu birkaç yıl sonra Kürdler de yaşadı. Mustafa Kemal’i savaş yıllarında destekleyen Kürdlerin varlığı, hemen birkaç yıl sonra inkar edildi, dili yasaklandı, katliamlar ve sürgünlerle sınandı. İttihatçılar ile ittifak, ihanet ile sonuçlandı; hem de çok kısa bir süre içinde.

100 yıllık statükonun ardından, uluslararası gelişmeler sınırların yeniden değişeceğini fısıldıyor. Sıradaki hedefin İran olacağı ile ilgili uluslararası kamuoyunda bir ortaklaşma söz konusu. İsrail’in başını çekeceği İran operasyonunda her kim İsrail’in yanında yer alırsa kısa ve orta vadede kârlı çıkacak. Bölgede, her ne kadar kimi zaman utangaç bir şekilde de olsa, Kürdler ve İsrail arasında bir yakınlaşma olduğu gayet açık. Mazlum Kobanê, 200 bine yakın modern bir askeri güce komuta ediyor. YPG, IŞİD ile olan savaşta rüşdünü ispatlamış ve Batı’nın sempatisini kazanmıştı. Kuşkusuz, İran operasyonuna doğrudan ya da dolaylı destek verecek YPG’nin çekirdeğini oluşturduğu SDG, Orta Doğu’da çok büyük kazanımlara erişecektir. Kürdlerin eline geçecek bu tarihi fırsatın Ankara da farkında. Öyle görünüyor ki Ankara’nın bu noktadaki temel stratejisi, Kürdleri bu operasyona katılmaktan alıkoymak. En temelde silahsızlandırmak veya kontrolü altına almak. Bölgedeki anti-Kürd statükonun birçok Batılı devlet tarafından Kürdlerin lehine dağıtılmak istenmesi artık bir sır değil. Bu yüzden Ankara, Kürdleri pasifize edip askeri bir güç olmaktan çıkarmak için hareket ediyor. Kürdler kendilerini savunmasız bir pozisyonda bırakırlarsa, tarihin tekerrür etmeyeceğinin garantisini hiç kimse veremez. Unutulmamalı ki, soykırımdan önce Ermeniler birçok farklı şekilde ve gerekçeyle, hatta Osmanlı Ordusu’nun içinde bile silahsızlandırılmıştı. Sonrası malum.

Öcalan, Ana Akım Kürd Hareketi’nin adeta yarı tanrı mertebesine koyduğu bir siyasetçi. 26 yıldır tutsaklık şartları altında yaşıyor. 76 yaşındaki Kürd liderin 27 Şubat’ta okuduğu metin, ancak devlet aklı tarafından yazılabilecek, Kürdlerin ayrı ulus devlet, federasyon, özerklik ve hatta temel kültüralist taleplerini yok sayan, Kürdleri ulusal haklarını koruyacak statüden mahrum bırakan bir metin. Metinde herhangi bir pazarlık yapıldığına dair hiçbir iz yok, talep yok; bir diz çökme, bir teslim olma dili ile kaleme alınmış. Ancak içi boşaltılmış bir fetiş objeye dönen demokrasi kavramının yerli yersiz kullanımı mevcut. Ve bu metin, Kürd iradesinin kendi şahsında temerküz ettiği kabul edilen bir lider tarafından yazılmış ve Kürd siyasetine yön vermekte. Öcalan kültünün uzun bir süre boyunca önderlik adı altında Kürd siyasi iradesinin sade ve somut bir ifadesi olma işlevi gördüğü çok açık. Fakat Kürdlerin şu ihtimali akıllarından asla çıkarmamaları lazım; ya bu irade yanlış yaparsa? Özellikle 26 yıldır esaret altında yaşadığı varsayıldığında, bu ihtimalin varlığı yadsınamaz. Bu tarihsel sorumluluğun altından hiç kimse kalkamaz.

Değişim rüzgarları birçok odağı heyecanlandırdı. Bin yıllık kardeşlik söyleminden tutun gelecek olan ittifaka kadar birçok ezberlenmiş cümle basın organlarını sabahtan akşama işgal ediyor. Çizilen tablolar genelde toz pembe. Fakat bu değişim rüzgarları, değişmeyen kodların gölgesi altında esiyor. Ve bu kodların değişmiş olabileceğine dair iyimser olmak için henüz ciddi bir neden yok. Umalım da bu sefer tarihin yönü başka aksın. Tarihin yönünü değiştirmek için, önce kendi tarihini, ondan sonra karşı tarafın tarihini iyi bilmek ve ders çıkarmak gerekiyor.

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

Bu haber toplam: 3746 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:22:46:32
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x