Pınar Öğünç:Kürtler demokratik özerklikle ne istiyor? (3) Ede Bese

Geçen yılki demokratikleşme paketinin Sürpriz’ kabilinden sunulan maddeleri arasında Seçim Kanunu’ndaki değişiklikle partilere imkân tanınan eşbaşkanlık sistemi de vardı. Başbakan Tayyip Erdoğan uluslararası deneyimleri incelediklerini söyleyip şöyle.

30.04.2014, Çar - 08:47

Pınar Öğünç:Kürtler demokratik özerklikle ne istiyor? (3) Ede Bese
Haberi Paylaş
Geçen yılki demokratikleşme paketinin Sürpriz’ kabilinden sunulan maddeleri arasında Seçim Kanunu’ndaki değişiklikle partilere imkân tanınan eşbaşkanlık sistemi de vardı. Başbakan Tayyip Erdoğan uluslararası deneyimleri incelediklerini söyleyip şöyle müjdelemişti: “Eşbaşkanlığın önünü açıyoruz”. Oysa bunun için önce uluslararası tecrübelere bakmaya lüzum yoktu; önünü açansa tartışmasız Kürt kadın hareketi olmuştu. Sonra iki erkekli eşbaşkan aritmetiklerini de duydu Türkiye.

Kadın hareketi, Kürtlerin 40 yıllık mücadele felsefesinin hem temel dayanaklarından biri hem de bu tarihin ısrarla kendi alanını açarak gelişen bir gücü oldu. Demokratik Toplum Kongresi Meclisi Üyesi Songül Morsümbül, 1990’larda sendikal hareketin içindeyken erkeklerin konuşmalar yaptığı 8 Mart mitinglerini anlatıyor.

“Hem dünyadaki hem Türkiye’deki feminist hareketten yola çıkarak kadınlar 1990’larda şunu fark etti: Kadınlara yaklaşımların tamamı politiktir ve kendi devrimini ancak cins mücadelesine yoğunlaşarak yapabilir.” Ardından tarih ve literatür okumaları, deneyim paylaşımlarıyla dolu bir dönem geliyor. Bunun yolu Yurtsever Kadınlar Derneği’ne, Kadın Komisyonları’na, Kadın Kolları’na, oradan da Kadın Meclisi’ne, kadın bilimi ‘jineoloji’ye, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmaya kadar gelecek.

“1997’de bir kadın partisi kurmak gibi radikal fikirlerimiz vardı. Parti siyaset alanına sıkıştırarak kadın mücadelesini daraltacaktı, vazgeçtik. Cinsiyet mücadelesiyle ilerlemek yerine eril zihniyetin yarattığı kurumsal yapılarla ilerlemeyi doğru bulduk.”

Bu da kadın örgütlenmesini neredeyse her haneye sokarken, bir yandan da eşit temsil adına karar mekanizmalarını zorlamak demek. Hem dışarıda, hem de hareketin içinde, dibindeki erkeklere mücadele... “Bir noktada erkekler kadınların varlığını kabul ediyordu ama kararlarda etkin olmaları fazla gelebiliyordu. Mesela kadın bir hafta il dışına çıkar, döndüğünde hiçbir bulaşık yıkanmamış, çocuklar darmadağın. ‘Hepimiz eşlerimizden boşanalım mı istiyorsunuz?’ derdi erkekler. Çok tartışılan, bizim de kabalaşabildiğimiz bir dönemdi. Zamanla oturdu.”

Radikal demokrasi-radikal ikna

2005’te demokratik özerklik konuşulmaya başlamadan bir yıl önce Demokratik Özgür Kadın Hareketi kurultayını yaparak kurulmuştu. Kadın özgürlüğü vurgusu demokratik özerklikle ilgili hemen her başlıkta karşınıza çıkıyor çünkü kadının demokratik ortamdan faydalanamadığı ve özerk olamadığı her tür yapıya itiraz var. Keza iktidar, hegemonya, devlet mefhumları kadın-erkek eşitsizliği, ekolojik toplum ve ekonomi de kadın üzerinden tarif ediliyor.

Morsümbül diyor ki: “Türkiye cephesinde demokratik özerklik belki insanları ürküttü. Bölünme fobisi vardı. Şunu açık söylemek lazım. Kürtler tarafında da bazı hareketler, ‘Hayır Kürt siyasal hareketi milliyetçi durmak zorundadır. Dili, kültürü ve kimliği için yasal zemini zorlamalı’ dediğinde ne hareket ne kadınlar olarak bunu kabul ettik. Demokratik özerkliği doğru örneklere anlatmak önemli. Radikal demokrasi diyorsak radikal ikna gerekli. Çukurova’da bir Arap kadın, bir Alevi, bir Türkmen, bir Tahtacı, kim varsa... Ben onları Kadın Meclisi’ne gelmeye ikna edemezsem bu model grupçu olarak kalır. Tekleştirmeyen çoğaltan özerklik, kadının doğasına en uygunu bence. Bu, her bölgenin kadını için geçerli”.

Bugün Rojava’da hayata, üstelik de savaş ortamında geçen yeni toplumsal düzen ‘kadın devrimi’ olarak anılıyor. Böyleyken Cizîre kantonunda neden ‘Kadın ve Aile Bakanlığı’ olduğu kafama takılmıştı, sordum, çokça tartışılmış. Hatta seçimden sonra değişmesi ya da kadın ve aile işlerinin ayrılması düşünülüyormuş.

Ekonominin kadın yanı

Özerklik, öncelikli olarak bölünme, bayrak ve sınır üçgeninde mevzu edildiğinden, iktisadi dünya tahayyülünü konuşmaya sıra gelmiyor. Abdullah Öcalan’ın demokratik özerklik tezi Kürt meselesine bir çözüm getirmesi yanı sıra komünal kolektif bir ekonomi modeli öneriyor. Reel sosyalizm tecrübesinden çıkarılan derslerle özel mülkiyete yaklaşımda şahıs, grup, devlet, karma bir anlayışın ortaya konduğu, aslen kapitalizmi sınırlandırmayı ve ‘aşındırmayı’ hedefleyen bir ekonomi. Bu baştan aşağı başka bir toplumsal yapı, bir zihniyet dönüşümü icap ettiriyor. Bu yüzden de nasıl uygulanacağı kısmı, hem Kürt hareketini düşündüren, hem de demokratik özerkliğin fikri bazda eksik bulunan bir cephesi.

DTK Ekonomi Komisyonu’nda yer alan Gülistan Balkaş, aynı zamanda Diyarbakır Bağlar Kooperatifi’nin bir üyesi. Cezaevindeyken komünal yaşam, dünyada kooperatifçilik tecrübeleri üzerine yoğunlaşmış Balkaş. Ekonomi modelinin ‘kadın’ dayanağını anlatıyor: “Kadınların uzak durduğu, kâra, tekelleşmeye, iktidara odaklı kapitalist ekonomidir. Ancak onların ekonomiye ve üretime dahil olmasıyla bu mantıktan çıkmak mümkün olabilir” diyor.

Altı aydır faaliyet gösteren Bağlar Kadın Kooperatifi, çanta, deri ürünleri ve dikim atölyelerinden oluşuyor. Kooperatif üyesi aynı zamanda yönetici demek; geliri paylaşan demek. Şu an sınırlı sayıda kadın yer alıyorsa da o kadınların hayatını çok değiştirdiği kesin.

Yüksekova’de süt ve süt ürünleri kadın kooperatifi, Bostaniçi’nde seracılık-fidancılıktan ev yemekleri yapımına kadar muhtelif küçük kadın kooperatifleri mevcut. Kadınların dışında farklı kentlerde üreticileri buluşturan kooperatifleşme çalışmaları da hayata geçirilmeye çalışılıyor. Hedef kooperatifler birliği...

Kürt hareketi neredeyse 10 yıldır bu modelin ütopya olup olmadığı sorularına cevap veriyor. Bu süre içerisinde gelişen yeni küresel ekonomik krizlerin ve sosyal hareketlerin bilgisiyle ‘mümkünatını’ tekrar soruyorum Baltaş’a:

‘Zorluğunun farkındayız’

“Egemen güçler kabul etmese de dünya bugün krizde. Toplam gelirden faydalanan yüzde 30’luk kesimle geri kalan yüzde 70 arasındaki uçurum gittikçe artıyor. İşsizlik had safhada; doğa tahribatında sürdürülemezlik söz konusu. Dünyada sisteme alternatif çok hareket var, sosyal forumlar var. Eninde sonunda çökecek, bir gün herkes kapitalizme ‘edi bese’ (yeter) diyecek. Başka bir dünya mümkün sloganını biliyorsunuz. Ben inanıyorum.”

Bir uluslaşma mücadelesi, bir statü talebi için örgütlenmek daha kolay olabilir hayatta. Kürtler hakikaten nasıl bakıyor antikapitalist komünal bir ekonomi modeline? Diyarbakır’da, gittikçe büyüyen, bir yandan üst orta sınıf yaşam alanları artan, kendi burjuvazisini yaratmış bir büyükşehirde yapıyoruz bu görüşmeyi. Bir komünün parçası olmayı kabul etmek, devlete ‘edi bese’ demekten farklı.

İç geçirerek başlıyor Gülistan Balkaş. “Haklısınız. Kapitalist sistemin yarattığı ruh halini aşmak kolay değil. Bireycilik, mülkiyetçilik kişilik yapılarına sinmiş, toplumsallık, maneviyat yavaş yavaş ölüyor. Kürt toplumunda zaten var olan o kolektif ruhu açığa çıkartmak gibi bir sorumluluğumuz var. Belki şehirlerde değil ama kıra, köye gittiğinizde o kolektif ruh yaşıyor.”

Peki bu, yeni BDP ve HDP’nin sınıf ve emek vurgusu artmış bir siyasi yol izleyeceği anlamına mı geliyor? AK Parti’ye oy veren yoksul Kürtler’e dair stratejileri var mı?

“Kürtlerden iki kesim AKP’ye oy veriyor. Bir, pay kapmak isteyen iş kesimleri. En çok içimizi acıtansa devletin yıllardır yoksullaştırma politikasıyla kendisine muhtaç ettirdiği yoksullar. AKP’nin Kürdistan’da aldığı oyun yüzde 80’i ekonomik temellidir; sadece yüzde 20’sini din argümandan kaynaklıdır. Evet, yoksul bir halk gerçeği var. Kürt hareketinin ekonomi anlamında arayış içinde olması da bu yüzden. Halkın özgücüyle ayakta kalabilmesinin yolunu, yöntemini oluşturma çabasındayız.”

Demokratik Ekonomi Konferansı

Rojava’da oturtulmaya çalışılan sistem zihinlerinde yere basmayan kimi noktaları somutlaştırmaya yardımcı olmuş. Laf ‘çözüm süreci’ denilenin de Ortadoğu’da siyasi görenen her manevranın da ekonomiye, aslında petrole dayandığına gelince, Güney Kürdistan’da keskinleşen çelişkilerden söz ediyor Baltaş. Demokratik özerkliğin Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nde de hayata geçebileceğini işaret ediyor: “Güney’deki petrol de Barzani ailesine değil, o coğrafyada yaşayanlara ait sonuçta. Korkunç bir uçurum var orada da. Yoksullukla para içinde yüzenler bir arada. Son seçimde KDP ciddi oy kaybı yaşadı, hilelerle sandalye sayısını arttırması, halkın bu uçurumu kabul etmediğinin göstergesidir. Orada da çatırdamaya başladı. Güney Kürdistan’da sadece Kürtler yok, Araplar, Ezidiler, Türkmenler, Aleviler var. Sadece Güney’e değil, tüm Irak’ta uygulanması gereken bir sistem bu. Keşke Rojava dışında her yanı kan ağlayan Suriye’de de demokratik özerklik uygulanabilse...”

Köy ve kırsal merkezli şekillenmiş bu modelin kentlerde, metropollerde işlerliğinin mekanizmaları, sermaye sahibini koruyup yoksulun tepesine binmeyecek diye tarif edilen vergilendirme sisteminin realizasyonu, özel mülkiyetin sınırlandırılmasının yolları, bu çerçeveye uygun yeni bankacılık sistemi, dolaylı vergilerin kaldırılışı, yabancı sermayenin faaliyet alanı, boşaltılan köylere geri dönüşün ve mayınlı arazilerin temizlenmesinin ardından ekonomik üretimi canlandırmanın vasıtaları, hukuki bir yan barındırsa da köyüne dönen Süryani, Ezidi ve Ermenilere dair izlenecek rejim... Bunların hepsi belki başlık olarak konuşulan ama somutlamaya ihtiyaç duyan konular olarak duruyor. Bu anlamda hazırlıklıkları süren Demokratik Ekonomi Konferansı’na önem yükleniyor.

Demokratik özerklik resmi statüye kavuşmazsa ne olacak bu başka dünya tahayyülü? Yerel yönetimler vasıtasıyla hayata geçirilmesinin zorlanacağını söylüyor Balkaş. Sonuçta konuştuklarımızın en azından bir kısmının yasayla, statüyle doğrudan ilgisi yok zaten.

‘Enerji kaynaklarının adil paylaşımı önemli’

Geçen haftalarda Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın ‘petrol payı talebine’ sıkıştırılan beyanatı, demokratik özerklikte yeraltı ve yerüstü kaynaklarından o bölgenin nasıl yararlanacağına dair ipucu içeriyordu aslında. Gözden kaçırılan kemikleşmiş bölgesel eşitsizliğin ve sistematik yoksullaştırmanın de özeti vardı bu tartışmada.

Gülistan Baltaş bazı veriler paylaşıyor: Türkiye, enerjisinin yüzde 22’sini bu topraklara borçlu. Keza HES’lerden elde edilen gelirin yüzde 70’i de öyle. Yüzde 20’lik resmi işsizlik rakamlarının yüzde 50’lere yakın olduğunu söylüyor. Şark Islahat Fermanı’ndan itibaren hazine arazisi haline getirilen topraklardan söz ediyor.

“Bir coğrafyada yaşayan halklara ait olan enerji kaynaklarının tekelci, ulusal, uluslararası şirketlere peşkeş çekilmesi kabul edilemez. Bu ‘tamamen bana ait olsun’ demek değil, hayır. Özerk yapıda merkezi hükümet reddedilmiyor; kullanımı anlaşmalarla şekilleniyor. Bursa’daki, Edirne’deki, Zonguldak’taki insanın faydalanması lazım. Bursa’da üretilenden Siirt’in de faydalanacağı gibi. Önemli olan eşit ve adil paylaşım. Unuttuğumuz şey şu: 40 yıllık savaş gerçeğinin yarattığı halklar arası bir kırgınlık var. O empatiyi yakalamanın yolu da buradan geçiyor”.

Bölgeler arası hukuktan söz ederken, dünyadaki kimi özerkliklerde zengin bölgelerin bir müddet sonra diğerlerinin yükünü çekmekten imtina ettiği vaki. Ona bile kalmadan, diyelim bu 25 bölgenin bir kısmı dedi ki “Yok, biz sonuna kadar kapitalist olmaya karar verdik. Sizin ekolojik toplum, eko-endüstri modeliniz falan da umrumuzda değil”. Ne olacak?

Balkaş “İnşallah böyle bir şey olmaz” diyor gülerek. “Demokratik bir karar olarak elbette ki kabul edeceksiniz ama aynı zamanda benim seni ekoloji noktasında duyarlı kılmak gibi bir görevim de var. Bir bölgedeki doğa tahribatı, başka bir bölgeye sorumluluk yükler.”

Nerina Azad
Bu haber toplam: 22509 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:11:40
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x