Ferat Ayebe; “Kürdistan sineması demeyi tercih ederim”

Deng Dergisi adına DengeAzad yazarı Mazhar Kara, son dönemde yaptığı Kürtçe kısa metrajlı filmlerle adını duyuran yönetmen Fırat Ayebe ile çarpıcı bir röportaj yaptı. Şimdiye kadar 22 ulusal ve uluslararası festivalde temsil edilen Ayebe’nin yaptığı filmler Sinemardin Film Festivali’nde ödül aldı. Fırat Ayebe ile yaptığı Lorîna Kewên Mirî/ Ölü Keklikler Ninnisi ve Bêhna Kelmêşa/ Sivrisinek Kokusu hakkında yaptıkları ve Deng dergisi ve DengeAzad.com\'da yayınlanan röportajı aşağıda sunuyoruz

06.05.2015, Çar - 06:47

Ferat Ayebe; “Kürdistan sineması demeyi tercih ederim”
Haberi Paylaş
Seni Lorîna Kewên Mirî/ Ölü Keklikler Ninnisi adlı ilk kısa metraj film denemesiyle tanıdık. Ardından ikinci kısa metraj film denemen Bêhna Kelmêşa/ Sivrisinek Kokusu geldi. Seni tanıyabilir miyiz? Kimdir Ferat Ayebe?

Öncelikle her iki filmin yapım aşamasında da bizi her daim yüreklendirerek desteğini esirgemediğin için sana, şahsım ve her iki filmin ekibi adına teşekkür ederim. Ayrıca seninle, hocamla bir gün bu röportajı yapacağımız hiç aklıma gelmezdi. Geleyim kendimi tanıtma mevzusuna; 1981 yılı Mardin’in Dêrik (Dêrika Çîyayê Mazî) ilçesi doğumluyum. Serhat ve Ruken adında iki kardeşim var. İlk ve orta öğrenimimi babamın memuriyetinden dolayı Kırşehir’in Kaman ilçesinde, liseyi İstanbul’da, yükseköğrenimimi Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinde tamamladım. 2008 yılında “Canbezar” isimli öykü kitabım yayımlandı (Veng Yayınları) ve yine aynı yıl İstanbul Çıra Kültür ve Sanat Derneği’nin kurucu üyeleri arasında yer aldım ve iki dönem derneğin başkanlık görevini yürüttüm. Ve sizin de bahsettiğiniz üzere senaryosunu yazıp yönettiğimiz iki kısa metraj film denememiz oldu. Halen İstanbul Çıra ve Avcılar Atölye Sanat’ta kolektif bir biçimde çalışmalarımı sürdürmekteyim. Evliyim. Henüz çocuğum yok.

Peki, ilk kısa filmin Lorîna Kewên Mirî ile başlayalım. Sence bu ilk deneme beklenen ilgiyi topladı mı? Anlatmak istediğin, vermek istediğin mesajların hedefine ulaştığını düşünüyor musun?

Çok büyük bir ilgi toplama hali üzerinden yola çıkmadığımız için, filmin kendini ifade edebilecek platformlarda yarattığı karşılığı yeterliydi. Film Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da, Avrupa’da uluslararası toplam 22 kısa film festivaline katıldı. Sinemardin film festivalinde halkın oylarıyla ödüllendirildi. Birçok kurum, kuruluş ve S.T.K.’lardan davetler alıp filmimizin gösterimini oralarda yaptık. Sosyal medyada sinamasever birçok site filmimizi takipçileriyle paylaştı. 16 Mart Halepçe Katliamı’nın yıldönümü münasebetiyle Türkiye geneline yayın yapan bir televizyon kanalı filmimizi yayımladı. Bu olanlar üzerinden anlatmak istediğimiz fazlasıyla yerine ulaştı diyebilirim.

Evet Lorîna Kewên Mirî’ yi ben de izledim. Filmde özellikle dikkatimi çeken, mekânın ve enstantanelerin kurgulanışında gösterdiğin özen oldu. Sinemada bunun kategorik karşılığı tam nedir emin değilim fakat ben şiirsel bir görüntü aktarımı diyorum sen ne diyorsun?

Siz böyle düşünüyorsanız, sizi böyle hissettirmişsek ne mutlu bize. Filmde bu ne kadar var ne kadar yok o izleyenlerin takdirindedir ancak bu konuyla ilgili teorik olarak günümüzde birçok sanatçı, çeşitli sanatların arasındaki sınırlarla ilgileniyor; gittikçe birbirine karışan ve belki de yok olmaya başlayan bu sınırlardan. En çok sinema ve şiirin iç içe girmiş olması, sinemanın somut görselliği, şiirin imgesel görselliği ile birleşiyor. Bu iki sanat dalını diğer sanat dallarından ayıran en önemli özellik de bu olsa gerek. Bununla birlikte bu ikisi, belki de, ayrıldıkları noktada birbirlerine daha da yaklaşıyorlardır. Şiirsel görselliğin ve estetik anlatımın en iyi örnekleri kanımca İran Sineması ve Doğu Kürdistan sinemasındadır. Ben de bu örneklerden etkileniyorum. Çalışmalarımda; kendini üst perdeden dayatan sanatsal retoriğin, ruhsuz tekniğin ve sığ popülizmin estetiğinden çok; sadeliğin, samimiyetin, sahiciliğin estetiğini gözetmeye çalışıyorum.

Dikkat ettim Kürdistan sineması diyorsun. Sen de bilirsin, biz de okuyoruz izliyoruz, bazı tartışmalar var; Kürt sineması mı? Kürdistan sineması mı? Sence hangisi daha doğru ifadedir? Bunun yanı sıra bir de bilerek veya bilmeyerek birçok çevreler Kuzey Kürdistan’da yapılana gerek yazılarında gerek festivallerde “Türkiye” sineması tanımlaması getiriyor, bunun hakkında ne düşünüyorsun?

Son sorudan başlayayım yani Kürt toplumu, gerek mekân, gerek dil, gerek sembol ve ritüelleriyle gözlemlenebilen, ontolojik varlığı yaşadığı coğrafyada tespit edilebilen sosyal bir olgu değil midir? O zaman neden kendi sanat eserini “Türkiyelilik” üzerinden tanımlasın ki? Buna ne ihtiyaç var nede gerek var. Bence bunu bilerek yapanlarda; Türkiye Sineması olarak dayatılan kavram, Kürt veya Kürdistan Sineması’na karşı geliştirilen ve biraz da yumuşatılan devletçi bir zihniyetin dışavurumudur. Bilmeyerek Türkiyelilik kavramı ile coğrafi ve kültürel bir noktanın işaret edildiğini söyleyenlere ise; Kürtlerin yaşadıkları yerin; yukarda saydığım sebeplerin bir gereği ve gerçekliği nezdinde, zaten kabul gören hem coğrafi, hem de kültürel bir adı var. Bu nedenle Kürtlerin yaptığı filmlerin festivallerde Türkiye Sineması kavramı altına alınması abestir. Neden Kürtler kendi sanat eserlerini kendi yaşadıkları egemeni olmasalar bile yurtlarının adı ile anmasın?

Kürt sineması mı? Kürdistan sineması mı? Benim Kürdistan sineması dememin kendimce bir nedeni var elbet. Eğer Kürtler politik olarak kendi özgür ülkelerinde yaşamış olsalardı yaptıkları sinemayı zaten Kürt Sineması olarak tanımlayacaklardı. Oysa Kürtlerin siyasal ve politik bağlamda özgür bir ülke sorunu olduğunu düşündüğümden, kavramsallaştırmalarımı Kürdistan vurgusu üzerinden yapmamın daha net ve tutarlı olabileceğine karar verdim. Kürdistan Sorunu, Kürdistan Müziği, Kürdistan Edebiyatı, Kürdistan sineması gibi eğer siz Kürtlerin politik olarak yaşadığı sorunlara İstanbul’dan, Tahran’dan, Bağdat’tan veya Şam’dan bakarsanız bir “sosyal sorun” olarak algılama olasılığınız yüksektir. Oysa Kürdistan’dan bakarsanız bunun sosyal bir sorundan öte bir ülke sorunu, Kürtlerin ülkelerinde inşa edilen egemenlikle ilgili bir sorun olduğunu görürsünüz. Kendi devleti ve resmî dili olmayan bir halkın ulusal sinemasından bahsedilebilir mi? Diyenlere tepkimi dile getirmek için bile Kürdistan sineması demeyi tercih ederim. He bu demek değildir ki Kürt sineması tanımlamasını kullananlar yukarıda söylediğimi göz ardı ediyor, algılamıyor, hakkını vermiyor, öyle bir şey değil benim dediğim. Sadece ben tercih sebebimi dile getiriyorum. Kendi devleti ve resmî dili olmayan bir halkın ulusal sinemasından bahsedilebilir mi? Diyenler Kürt sineması tabirinden de hoşlanmıyorlardır zaten.

Peki, bu bağlamda sinemada Kürtçe’nin kullanımı hakkında ne düşünüyorsun?

Son yıllarda Kürtçe çekilmiş filmlerin uluslararası uzun ve kısa film festivallerinde büyük başarılar kazanması çok önemlidir. Her ne kadar hali hazırda Kürtçe film yapmayı destekleyen bir film endüstrisi olmasa da, tüm zorluklara rağmen bu işe soyunanları ve bu işlere destek veren kurum, kuruluş ve bireysel katkı sunanları yeri gelmişken takdir ediyorum. Bu kurumlardan KOMKAR ve İSTANBUL ÇIRA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ’ ne bizim her iki filmimize yaptığı maddi manevi katkılardan dolayı da huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum. Katkılarının devam etmesini istiyorum. Bilinen ilk Kürtçe film olan Süleymaniye Senfoni Orkestrası eşliğinde 1926 yılında Ermenistan Sineması’nın kurucusu kabul edilen Hamo Beknazaryan tarafından çekilen Zarê’ den 1990’lara kadar beyazperdede Kürtçe bir ses duymak pek mümkün olmadı. Bu yüzden katkı sunanlar çoğalsın ki bu sessizlik bir daha yaşanmasın.

Bu sessizliğin bir daha yaşanmaması için, özellikle kültürel alanda nitelikli bir toplumsal dönüşüme ihtiyaç olduğu görülüyor. Peki, sinema sanatının bu toplumsal dönüşüme etkisi ne kadardır?

Gerçekçi ve korkusuz sanatın her dalının toplumu nitelikli olandan yana dönüştürme potansiyeli vardır. Ben buna inanıyorum yeter ki samimiyetten uzak üstten dayatılan bir akılla sanat yapılmasın. Yeter ki ezilen, ötekileştirilen, inkâr edilen toplumsal yığınların; sınıfsal konumlarından dolayı, siyasal, sosyal ve cinsel tercihlerinden dolayı, doğuştan taşıdığı kimliklerinden dolayı (kadın olmak veya bir etnisiteye ait olmak gibi) yaşadıkları zulümlerin nedenleri üretilen eserlerde gizlenmesin ve bu eserlerde insanların bilinçlerine; var olan eşitsizlik doğal bir süreç gibi işlenmeye çalışılmasın. Beyazperdede de bunları yapmak gerçekçi ve korkusuz bir sinema algısı gerektirir. Teknolojinin gelişimiyle görselliğin 21. yy’da hayatımızı işgal ettiği yere bakarsak sinemanın bu minvalde ne kadar büyük bir etki alanı olduğunu tespit etmiş oluruz.

Konular çok fakat ben sözü yeni kısa filmin Bêhna Kelmêşa’ya getirmek istiyorum. Filmin Avcılar Atölye Sanatta ki ilk gösterimine ben de davetliydim. Ve gördüm ki filme çok yoğun bir ilgi vardı, öyle ki ekipten olmama rağmen ikinci seansta ancak içeri girebildim. Açıkçası bu yoğunluk beni mutlu etti sen de mutluydun sanırım?

Mutlu olamaz mıyım. Sağ olsun Atölye’de ki arkadaşlarım, her konuda beraber olmayı ve inisiyatif almayı o kadar özümsemiş insanlardan oluşuyor ki, o günün sorunsuz geçmesi için ellerinden geleni yaptılar. Onlara yürek dolusu sevgilerimi sunuyorum. Hiçbir şey beklemeden hep beraber ürettik, inşallah bundan sonra da üretmeye devam edeceğiz.

Bêhna Kelmêşa’da Kürtlerin çok az bildiğini düşündüğüm tarihsel bir doku var. Şemseddinov Kürtlerinden bahsediyorsun. Kimdir Şemsedinovlar?

Şemsedinov Kürtleri tarihi, Serhad Kürtleri tarihinin, önemli bir sayfasını oluşturur. Ruslar kendilerine en yakın buldukları büyük Şemdin Ağa’ın adına atfen sülalesini KürtRus ilişkileri tarihinde ve kendi kaynaklarında Şemsedinovlar olarak adlandırmıştır. Bu Kürt topluluğu Zilan Kürtleri, Şemsedinov Kürtleri ve Torın Kürtleri biçiminde zamanla üç farklı kimlik taşıyarak Çarlar, Sultanlar ve Şahların sürekli mevzilendiği bir noktada yani Serhad’da değişik roller üstlenerek büyük bir yaşam mücadelesi vermişlerdir. 19. yy’ın ilk yıllarında Kürtlerin bölgede büyük güç olduklarını gören Çarlık Rusyası, yüzyılın ortalarına doğru Şemsedinov Kürtlerinden yarıaskeri ve yarı idari bir organizasyon oluşturmuş, bu da sınır yöresinin diğer aktörlerini ve güçlerinin kendi Kürt planlarını yaşama geçirmelerini tetiklemiştir. Şemsedinov Kürtlerinin Rusya’daki yüzyıllık tecrübeleri Kürtlerden oluşan Şemsedinov Alaylarının kurulması Osmanlının 19. yy’ın sonlarında Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları kurma projesi üzerinde de etkili olmuştur.

Peki, seni Şemsedinovlar’ın hikâyesini anlatmaya iten sebep ne oldu?

En başlıca sebep Kürtlerin her dönem tekerrür eden makûs talihleridir. Şemsedinovların o zamanki güçlerinin Ruslar tarafından kolayca kullanılması ve sonradan unutulmaları hatta yok sayılmaları. Yine başka bir gücün Türkler tarafından kullanılıp yok sayılmaları. Yine başka bir gücün Farslar tarafından kullanılıp yok sayılmaları. Ne kadar da günümüzü andırıyor öyle değil mi? Gerçi biraz Kürt tarihiyle ilgilenen, okuyan yazan, Kürtlerin bu konuda çok maharetli olduğunu bilir, fakat bir de ben bu bölgesel güçlere entegre olma çabasının yıkımlarını görsel olarak ortaya koyayım, olayı biraz boyutlandırayım istedim.

Filmde anlatılan 1930’lu yıllar değil mi?

Evet, bizim kısa filmimize konu olan 1935 yılıdır. Sovyetlerde Josef Stalin’in “Demiryumruk” yönetimi ağırlığını hissettirmektedir. Türkiye’deki Kemalist hükümetin, Hitler’in Faşist Almanya’sıyla sıcak ilişkiler geliştirmesiyle; Sovyet iktidarının kendi Türkiye hudutlarını Ruslaştırma politikasını uygulamaya başladığı ve bu sebeple binlerce Kürdün (Şemsedinovların) Sovyet’lerin içlerine sürgün edildiği yıldır. Türkiye’de zamanın Başbakanı İsmet İnönü’nün kendi geliştirdiği Şark Islahat Planı’nın 10 yıllık sonuçlarını incelemek amacıyla bölge illerini kapsayan bir gezi sonucu Sarıkamış’a geldiği yıldır. Daha fazla anlatmayayım belki denk gelip izlemek isteyenler olabilir.

Aklıma gelmişken şunu da sorayım, kısa ve uzun metraj film arasındaki fark sadece dakikalarla mı sınırlıdır?

Evet, farklardan biri dakikalarıdır. Fakat tek fark değildir. Bir dakika kadar kısa olabilirler ve nadiren yarım saatten uzundurlar. Sınırlı sayıda karaktere odaklanırlar. Hikâyeyi çözümsüz bırakabilirler. Kısa bir zaman aralığında geçen sınırlı sayıda mekânda anlatılan hikâyeleri de olabilir. Bir de benim galiba en sevdiğim fark çoğu sinema ve televizyon yapımından daha az formüle dayalı olma lüksüne sahiptir. Buna göre risk alabilir ve kuralları esnetebilirsiniz. Anlatısı da güçlü ama basit olmalıdır. Bazen filmi yeterince kısa çekmek çok uzun zaman alabilir. Zor iştir. Kısa filmle ilgili insanlarda sanki kısa film uzun metraj filme geçişin basamağıdır algısı var. Oysa Avrupa’da hayatı boyunca hep kısa film çekmiş ünlü yönetmenler var.

Son olarak bu yıl Ermeni soykırımının 100. yılı ve Ermeniler “yüzleşme” yılı olarak adlandırıyor 2015 yılını. Bêhna Kelmêşa’da da kendini gizleme gereği duyan soykırımdan kaçıp kurtulmayı başarmış Ermeni bir baba ve kızı Gulo’nun dramını da anlatıyorsun? Bu mesele ve yüzleşmeyle ilgili ne söylersin?

Ermenilere 1915 yılında yapılan bir soykırımdır. İttihat ve Terakki’nin yani Osmanlının derin yapılanmasının Kürdistan’da tehcir adıyla tertiplediği bu soykırımın üzüntüsünü yüreğimde yaşıyor ve dedelerimizin “kirvelerimiz” dediği kardeş Ermeni halkının acısını bu vesileyle sizlerle paylaşmak istiyorum. Osmanlının varisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müsebbibi olduğu hiçbir meseleyle sahici ve samimi bir şekilde yüzleşebileceğine de inanmıyorum. Kürtlerin 1915’de yaşanan olayları anlatırken ki hikâye ve stranlarındaki, dönemin bazı gerici çıkarcı ve işbirlikçi Kürt ağalarını lanetleyen ve mahkûm eden tavrını çok değerli buluyorum.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben de hem şimdiye kadar sunduğunuz katkılar için hem de görüşümü paylaşma fırsatı verdiğiniz için size ve Deng Dergisi’ne teşekkür ederim.

DENG Dergisinin 97. sayısından alınmıştır. / Denge
Bu haber toplam: 3475 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:12:21:16
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad