Kürt isyanlarını bastıran birliklerde görev alan Şerif Aslan’ın anıları oğlu Erkan Aslan tarafından kitaplaştırılıyor.
Emekli öğretmen Erkan Aslan, Kürt isyanlarını bastıran askeri birliklerde görev yapan babası Şerif Aslan\'ın anılarını derledi. Anılarda, Ağrı ve Şeyh Sait isyanları ağırlıklı yer tutuyor.
Ağrı ve Şeyh Sait isyanlarını bastıran askeri birlikte görev yapan Muşlu Kürt başçavuş Şerif Arslan’ın anıları kitap oluyor. Kitabı yayına hazırlayan Şerif başçavuşun emekli öğretmen oğlu Erkan Arslan’ın derlediği anılara göz atıldığında, Kürt siyasal hareketi tarihinin aynı zamanda Kürt ihanet tarihi gibi olduğu apaçık görülüyor.
Kendini “eski Marksist, yeni demokrat” olarak tanımlayan Erkan Arslan, babasının yayımlandığında çok ses getirecek anılarının bazı çarpıcı bölümlerini Artı Gerçek’ten Mehmet Kormaz ile paylaştı.
Emekli öğretmen Erkan Aslan, Kürt isyanlarını bastıran askeri birliklerde görev yapan babası Başçavuş Şerif Aslan\'ın anılarını derledi. Şerif başçavuşun yayınlandığında çok ses getirecek anılarında, Ağrı ve Şeyh Sait isyanları ağırlıklı yer tutuyor. Şeyh Sait İsyanı esnasında Muş-Varto karayolundaki Abdülrahman Paşa Köprüsünde konuşlanan askeri birlikte görev yapan Şerif Başçavuş, Şeyh Sait’in yakalanmasına da tanıklık etmiş. Şerif Başçavuş o anları şöyle anlatıyor:
“Binbaşı Kasım Şeyh Said’i ihbar etti”
“Vartolu bir Kürt olan Cibranlı Kasım Binbaşı, Şeyh Sait’in Abdulrahman Paşa Köprüsü güzergahını kullanarak İran’a geçmeye hazırlandığını ihbar etmişti. O yoldan geçeceğine emindi, çünkü bu planı birlikte yapmışlar, sonra da Şeyh Sait’e ihanet etmişti.
Şeyh Sait ve adamlarını yakalamak üzere Abdurrahman Paşa Köprüsü çevresinde tertibat alındı. Şeyh Sait ve kendisine bağlı süvariler köprüde Türk askeri ile karşılaşınca hemen vuruşma tertibatı aldılar. Bu sırada Cibranlı Kasım Binbaşı devreye girdi ve Şeyh Sait’ten teslim olmasını istedi. Şeyh Sait de ‘daha fazla Müslüman kanı dökülmesin’ dedi ve teslim oldu.
Şeyh Sait ve adamları Varto’ya nakledildikten sonra ziyaretine gittim. Diğer subaylar da kendisini ziyaret ediyor, saygıda kusur etmiyorlardı. Şeyh Sait’in eline ibrikle su döktüm, abdest alıp namaz kıldı. Kürtçe konuştuğumu duyunca gözleri parladı. Bana, oğlu Ali Rıza’nın yakalanıp yakalanmadığını sordu. Henüz yakalanmadığını duyunca benden kaldığı köye gidip kendisini uyarmamı rica etti. Ricasını kabul ettim.
Tam çıkacağım esnada çadıra Muşlu bir milis girdi, Şeyh Sait’e hakaretler yağdırıp yüzüne tükürdü. Tabii hepimiz milise tepki gösterdik. Yüzbaşımız milisi tokatlayıp dışarı attı. Milis gitmek için atına bindi. Bu sırada at şaha kalktı ve adam yere düşüp oracıkta can verdi. Bunu şeyhin kerametine bağladık. Çünkü çok kızmış, milise beddua etmişti.
Ben, verdiğim söz gereği atıma atlayıp, Ali Rıza’nın bulunduğu köye doğru yola koyuldum. Öyle hızlı sürdüm ki, altımdaki at çatlayacaktı. Köyde kaldığı eve daldım. Karşılarında üniformalı birini gören adamları az daha beni vuracaklardı. Ali Rıza’yı durumdan haberdar ettim ve kaçması gerektiğini söyledim. Boynuma sarılıp beni gözlerimden öptü, ‘başefendi, muhterem kardeşim Şerif Bey, Allah\'ın izniyle bu sıkıntılar bir gün geçecek, ben bu iyiliğinizin altından nasıl kalkarım? Allah senden razı olsun’ dedi. Bir gün sonra köye baskın yapan askerler, Ali Rıza’yı ele geçiremedi.
Yıllar sonra askerlikten ayrılmış, Varto Özel İdare Müdürlüğü\'nde çalışmaya başlamıştım. Şeyh Ali Rıza Efendi, ‘Sever’ ailesine misafir olmuştu. Ziyaretine gittim. Orada bulunanlar bana saygı gösterdiler. Ev sahibi beni kendisine tanıttı. ‘Tanıyamadım’ deyince, ben de geçmişte yaşadıklarımızı, onu idamdan nasıl kurtardığımı anlattım. Hafiften yüzü kızardı, soğuk bir şekilde ‘hatırladım’ dedi ve başka bir şey de demedi. Ziyaretimi kısa tutup oradan ayrıldım. Oysa onu kurtarmak için hayatımı tehlikeye atmıştım. Eğer yakalansaydım Divan-ı Harp\'te yargılanacak ve kurşuna dizilecektim. Bu fedakarlığa karşılık Şeyh Ali Rıza Efendi\'den gördüğüm vefasızlık, beni derinden üzmüştü.”
“Kasım Bey amcazadesi Halit Bey’in isyan başlatacağını Mustafa Kemal’e ihbar etti”
Askeri okulda öğrenciyken Mustafa Kemal ile de karşılaşan Şerif başçavuş, o anları şöyle anlatıyor: “Biz öğrencileri, 1924’de Erzurum’a gelen Mustafa Kemal’in güvenliğini sağlamakla görevlendirdiler. Cibranlı Binbaşı Kasım, Mustafa Kemal’in yanından hiç ayrılmıyordu. Kasım binbaşının orduda miralay rütbesi ile görev yapan Cibranlı Halit adında son derece kibar, tevazu sahibi bir amcazadesi vardı. Mustafa Kemal ile Cibranlı Halit beyin karşılaşması sırasında ben de oradaydım. Halit Bey Mustafa Kemal’in elini sıktı, ancak Şafii olduğu için Latife hanımın elini sıkmadı.
Kasım bey, amcazadesi Halit Beyin Azadi örgütünü kurduğunu ve yakında bir Kürt isyanı başlatacağını Mustafa Kemal’e ihbar etti. Halit Bey ve arkadaşları tutuklandı. İdam edilmeyi beklerken, kendi aralarında Kürtçe “İro daweta meye” (bugün bizim düğünümüzdür) diyerek şakalaşıyorlardı. Ölüme giderken en ufak bir korku emaresi göstermeyen o yiğitlere hayran kalmamak mümkün değildi.
İdam edilenler arasında Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey de vardı. O idam edilirken, Türk Ordusunda Teğmen olan kardeşi Rıza da aynı gün kurşuna diziliyordu. Teğmen Rıza’yı Rahva’da (Muş-Bitlis-Tatvan yollarının birleştiği bölge) bir telgraf direğine bağladılar. İdam mangasının başındaki yüzbaşı, askerlere, ‘savaşta düşmana nasıl sıkıyorsanız, bu Kürde de aynı şekilde kurşun sıkın’ diye emir verdi. Ancak idam mangası hep karavana atıyor, Teğmen Rıza’yı vurmuyordu. Yüzbaşı, Kürt askerlerin Teğmen Rıza’ya kıyamadıklarını anladı ve idamı Batılı erlerden olaşan başka bir mangayla gerçekleştirdi.”
“Ağrı İsyanı komutanı İhsan Nuri Paşa’yı haberdar ettim”
Şerif başçavuşun unutamadığı şahsiyetlerden biri de Ağrı İsyanı askeri komutanı İhsan Nuri Paşa\'dır. Şerif başçavuşun İhsan Nuri Paşa ile ilgili anlatımları şöyle:
“Bozulan Alman malı mitralyözleri, Alman mühendisler tamir edemezken, o kendi eliyle tamir ederdi. 1924 yılında Hakkari’de çıkan Nasturi isyanını bastırmakla görevlendirilmişti. Ama o birliğiyle birlikte kaçıp, Ağrı isyanını başlatan Kürtlerin safında yer aldı. İhsan Nuri, Türk ordusunda yüzbaşıydı, Hoybun Cemiyeti ise ona paşalık (general) unvanı vermişti.
İhsan Nuri Paşa, Ağrı isyanı esnasında köylü kılığına girip Varto’da oturan yaşlı anne ve babasını ziyaret ederken ihbar ediliyor. Birlikler alarma geçirildi, görüldüğü yerde vurulacak. Onu bu durumdan haberdar etmek için yanıp tutuşurken, bir de baktım pejmurde köylü kıyafetiyle bize doğru geliyor. Hemen yolunu kestim ve kurulan tuzaktan haberdar edip oradan uzaklaşmasını sağladım. İhsan Nuri Paşa\'nın Ferzende bey adlı çok yiğit bir komutanı vardı.
Ağrı İsyanı bastırılınca, Hesenan Aşireti savaşçıları İran\'a geçtiler. İran\'ın Maku şehrinde uykudayken, kaldıkları han İran askerleri tarafından sarılır. Çıkan şiddetli çatışmada Ferzende bey ağır yaralı, babası Silêmanê Ehmed, yakınları Keremê Qolağasî de ölü olarak ele geçer. Geri kalan aşiret mensupları çatışmaya devam edip, İran askerlerini püskürtürler. Bazı söylentilere göre, Maku şehrini bir hafta kadar denetimleri altına alıyorlar. Ferzende beyi yaralı olarak ele geçiren İranlılar, onu tedavi ettikten sonra zindanda zehirleyip öldürüyorlar.”
“Seyithan Bey, birliği teslim aldı”
Ağrı Kürt İsyanı Makara Bölük Komutanı Seydan aşiretinden Seyithan Bey, Şerif başçavuşun anılarında hayranlıkla söz ettiği bir başka isyancıdır. Şerif başçavuşun Seyithan beyle ilgili anıları şöyle:
“Alay komutanımız, Seyithan beyin Varto’nun bir köyüne indiği ihbarını almış, sevinçle onu yakalamanın hesaplarını yapıyordu. O’nu Seyithan beyin savaş sanatlarını iyi bildiği konusunda uyardım, ama beni dinlemedi. Emrindeki birlikle köyü kuşatıp Seyithan beyi teslim almaya kalkıştı. Çatışma başladığında Seyithan bey, elli süvarisini ikiye ayırdı. Yirmi beş süvari hakim tepeye doğru at sürerken, geride kalanlar askerle çatışmaya girdi. Tepeye çıkanlar ateşe başlayınca, bu sefer aşağıdakiler tepeye doğru atlarını sürdüler. Tepedeki elli süvari değişik bir taktikle alayı kuşatıp teslim aldı. Alay Komutanı olan albay da tezek yığınları arasına saklanıp canını zor kurtardı. Seyithan bey teslim aldığı askerleri serbest bıraktı.
Ağrı İsyanı İngiltere, Sovyetler Birliği ve İran\'ın devreye girip Türkiye\'ye yardım etmesi sonucu bastırıldı. Hatta Osmanlı-İran arasında 1639\'da yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile belirlenen ve hiç değişmeyen Osmanlı-İran sınırı, Ağrı isyanından dolayı değişti. Küçük Ağrı Dağı Türkiye\'ye verilirken, Doğubeyazıt\'ın verimli ovaları İran\'a bırakıldı.
Ağrı İsyanı bastırıldıktan sonra isyancı Kürtlerin bir kısmı İran\'a kaçarken, önemli bir kısmı da Türkiye sınırları içinde kaldı. Seyithan Bey de Türkiye’de kalmayı seçmişti ve komutasındaki müfrezesiyle birlikte sürekli hareket halindeydi. Seyithan bey, o tarihlerde Fransa’nın sömürgesi olan Suriye\'ye geçmeye kalkıştı. Adamlarıyla birlikte Suriye sınırına doğru ilerlerken, yolu Kızıltepe civarında Seyyar Jandarma Alayı ile devlet yanlısı olan Eminé Perîxanê başkanlığındaki Raman Aşireti\'nin saldırısına uğradı. Seyithan Bey ve müfrezesi yaklaşık on saat süren müsademede çemberi yarmayı başardı. Mardin Seyyar Jandarma Alayına ve milislere çok zayiat verdirten Seyithan Bey, gece karanlığında sınırı geçmek üzereyken, Ceylanpınar’da bir gece bekçisinin rast gele açtığı ateşle vurulup öldü.”
“İsyancılara destek veren köy halkını kurşuna dizilmekten kurtardım”
Şerif başçavuş anılarında kurşuna dizilmekten kurtardığı bir köy halkından da söz ediyor:
\"Ağrı İsyanı esnasında bir köy halkının isyancılara lojistik yardım sağladığı tespit edilmişti. Hepsini yakaladılar, ellerini bağlayıp kurşuna dizmem için bana teslim ettiler. Köylüleri kurşuna dizmeye götürüyormuşum gibi yapıp köy dışındaki bir dereye götürdüm, sonra da ellerini çözüp serbest bıraktım.\"
Şerif başçavuşun köylülere kıyamadığı çok geçmeden anlaşılır. Divan-ı Harb\'e verilmez, ama Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine sürülür. Ancak sıkıntılar Pınarbaşı’nda da peşini bırakmaz:
“Benden önce Pınarbaşı’na sürülmüş olan Kürtlerle iyi ilişkiler kurdum ve bazıları ile sıkı dost oldum. Bunların başında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın dedesi Jandarma Başçavuş Neşet Yalçın ve sağlık memuru Kadri Doğan geliyor.
Çolak Memil adlı Afşar kökenli bir eşkıya, Pınarbaşı Çerkeslerine ve Sarız Kürtlerine musallat olmuştu. Çolak Memil’in soygunlarda elde ettiği ganimetleri, ünlü şair ve milletvekili Yahya Kemal Beyatlı’nın kardeşi olan Pınarbaşı Kaymakamı Reşat Beyatlı ve ilçe jandarma karakol komutanı binbaşı ile paylaştığını tespit ettim. Ne zaman yakalamaya gitsem, kaymakam ve jandarma komutanı Çolak Memil’e el altından haber gönderiyor ve ele geçmesini engelliyorlardı.
Bir gün gelen ihbarı kaymakam ve binbaşıya haber vermeden, müfrezemle Çolak Memil’in peşine düştüm ve yakalayıp adalete teslim ettim. Bana düşman kesilen, ama diş geçiremeyen Kaymakam, yakın dostum ve hemşerim olan sağlık memuru Kadri Doğan’a baskı uygulamaya başladı. Baskılardan bunalan Doğan, kaymakamın makamını bastı ve onu dövmeye başladı. Jandarma Kadri Doğan’ı gözaltına aldı ve nezarette işkence etmeye başladı. Bana bağlı birkaç askerle nezarethaneyi bastım ve Kadri Doğan’ı işkencecilerin elinde kurtardım.
Bunun üzerine kaymakam beni makamına çağırdı. Bir komplo ile karşı karşıya olduğumu anladım ve yanıma Neşet Başçavuşu da aldım. Kaymakam ve Jandarma Komutanı benden silahımı teslim etmemi istediler. Kabul etmedim. Bu esnada binbaşının silahına sarıldığını fark ettim ve ben ondan önce davranıp bir el havaya ateş ettim. Binbaşı donup kaldı, kaymakam ise korkudan masanın altına gizlendi. Neşet Başçavuş, beni ikna edip silahımı teslim almasaydı, ikisini de vuracaktım.”
Bu olaydan sonra yeni bir sürgünle karşı karşıya kalan ve askerlikten soğuyan Şerif başçavuş, 1936 yılında askerlikten ayrılır ve Varto Özel İdare Müdürlüğü\'nde sivil memur olarak çalışmaya başlar.
“Kurtardığı köylüler babamı yalnız bırakmadı ve ölünceye kadar sık sık ziyaretine geldiler”
Babası Şerif başçavuşun anılarını derleyen emekli öğretmen Erkan Aslan, geçmişe dair anımsadıklarını şöyle sıralıyor:
“Babam, Muş Mülkiye Lisesi\'ni seferberlik başlayınca terk etmek zorunda kalmış. Büyükbabam Mustafa Efendi, Sarıkamış’ta şehit düştüğü için babamı ‘şehit yetimi’ kontenjanından 1923 yılında Bitlis Jandarma Komutanlığı Askeri Mektebi\'ne almışlar.
Orduda 13 yıl görev yapıyor ve bu süre boyunca haksız ve kanunsuz uygulamalara hep karşı çıkıyor. Hesenan aşireti mensubu köylülerin kurşuna dizilmesini engellemesi ve Pınarbaşı Kaymakamı Beyatlı ile ters düşmesinden sonra öyle çok baskı görüyor ki, işsiz kalma pahasına ordudan ayrıldı ve ancak bir yıl sonra iş bulabildi. Kurtardığı köylüler babamı hiç yalnız bırakmadılar ve 1976’daki ölümüne kadar sık sık ziyaretine geldiler. Merhum babamın anlattığı Pınarbaşı olayını günümüzle karşılaştırdığımda, Osmanlı Devletinin son dönemi olan İttihat ve Terakki anlayışının derin devlet yapılanmasıyla günümüze dek sürdüğü ortaya çıkıyor.”