Irkçılığın, faşistliğin kutsandığı şu ortamda, Kürt gencinin Kürtçe müzik dinlediği için öldürüldüğüne inanıvermemiz garip mi? Değil.
Barış Çakan adlı Kürt gencinin öldürülmesi konusunda pek çok insan gibi ben de infiale kapılıp acele ettim, olayın birçok elden ilk anda duyurulan versiyonunu -derhal değil, gözüme güvenilir gözüken birileri de paylaştıktan sonra, yine de erken- sorgulamaksızın paylaştım, yaydım. Okurlara ve özellikle sosyal medyada bizim gibi haberci, yorumcu gazetecilerden bilgi alan herkese açıklama ve özür borçluyum. Çünkü şu anda hâlâ cinayetin nasıl, ne sebeple, kimler tarafından, hangi saiklerle işlendiğini bilmiyoruz.
Borcum olan özürü diler ve çuvaldızı ilkin kendime batırırken, kendini çıkar çarklarına veya yalan rüzgârlarına kaptırmamış gazeteci-haberci-aktarıcı-yorumcu topluluğuna yönelik birkaç söz söylemek istiyorum. Zira herkesin karşısına aktarıcı-yorumcu kimliğiyle çıkan, bilgi kaynağı muamelesi gören kuruluş, topluluk veya bireylerin, varoluş zorunlulukları gereği hakikat peşinde koşmasının şart olduğuna inanıyorum.
Evet, önce, çok hassas ve kritik bir olayda doğruluğunu yeterince sınamaksızın haber paylaştığım için özürümü ortaya, görünür yere koyayım.
Sonra, genç yaşında hayata veda eden Barış’ın ailesine, arkadaşlarına başsağlığı dilerim. Acılarına ortak olmamız zor. Kaybettikleri evlatları/arkadaşları için büyük üzüntü duyduğumu, -teselli olmaz ama- başka birçok insanın da duyduğuna inandığımı iletebilmeyi isterim.
Üçüncü olarak, olaya dair ne bildiğimize değinmeliyim. Zor bu. Çünkü ilkin, Barış balkonda müzik dinlerken yoldan geçen üç kişinin onu aşağı çağırıp, Kürtçe müzik dinlediği, yani, doğru tarifle, Kürt olduğunu saklamadığı için öldürdüğü söylendi. Sonra, Barış’ın babası, kameralar-mikrofonlar önünde, başka bir versiyon anlattı: Barış namaz kılan bir çocuktu, namaz vaktinden az önce arkadaşıyla kısaca konuşup geleceğini söyleyerek sokağa inmiş, ezan okunurken arabada yüksek sesle müzik çalan birilerini uyarmış, onlar da aşağı inip “bize Müslümanlık mı öğretiyorsun!” diyerek Barış’la arkadaşının üzerine saldırmışlar, arkadaşı kaçmış, kalbinden bıçaklanan Barış oracıkta can vermişti. Aile, arkadaşının telefonu üzerine durumdan haberdar olmuş, baba, zaten eve pek yakın olan olay yerine gittiğinde oğlunun cansız bedeniyle karşılaşmıştı. Barış’ın babasının olayı anlatışını [ https://twitter.com/EtmedikPes_/status/1267456501632897024/video/1 ] şuradan izleyebilir/dinleyebilirsiniz.
Bir de [ https://twitter.com/Fehim_Isik/status/1267559796028383236 ] şu video var. Bunu da izlemenizi öneririm. Çünkü zaten elimizdeki sağlam veri pek az. Bu videoda izlediğimize pek anlam veremiyoruz. Barış’ın babasının ifadesi mi düzenleniyor, birileri onun anlatımındaki açıkları mı yakalıyor, evladını kaybetmiş bir babanın doğal olarak yapabileceği gibi, karışık, çelişik sözler etmiş olmasına mı takılıyor? Baba da bizim gibi, bazı ayrıntıları emin olmaksızın mı açıklamış? Evlat kaybı yanında ne önemi olabilir? Yapmışsa da mümkündür ve anlaşılabilir, elbette. Ancak soru soranların tavrında anlayamadığımız başka şüpheler gizli sanki… Velhâsıl, anlayabilmiş değiliz.
Fakat olayın hemen ardından, ilk versiyonu kesin bilgiymiş gibi paylaştık. İktidar sözcüleri ve tetikçileri de hemen üzerine atladı, gelsin provokatörler, gitsin hainler… Tabiî sağda da solda da kimsenin yanlış yapamadığı, ancak bile isteye kötülük yapabildiği, hainlik edebildiği topraklarımızda, en iyi becerdiği iş hilebazlık ve manipülasyon olan bir iktidar aygıtı mensuplarından başka türlüsü beklenemezdi.
Yine de, halimizde ciddî mesele yok mu? Halimiz hiç iç açıcı değil ve asla her geçen gün her bakımdan iyiye gitmiyor. Düştüğümüz yanılgıda, hakkımız olmayan kolaycılıklara kapılmamızda, içinde yaşatıldığımız korku, panik, yalan, alçaklık, küstahlık, düşmanlık ortamının rolünü küçümseyecek değilim. Buna değineceğim. Ancak ısrarla vurgulamak isterim ki, bunlar mazeret yerine ortaya sürülemez. Bilgi kaynağı kabul edilmiş kimsenin mazereti hafifletici sebep yerine geçmez.
Olabilir miydi? Evet.
Irkçılığın, faşistliğin kutsandığı şu ortamda, Kürt gencinin Kürtçe müzik dinlediği için öldürüldüğüne inanıvermemiz garip mi? Değil. Buna inanmak ve infiale kapılmak için illâ kötü niyetli, provokatör, hattâ muktedir sözcü ve tetikçilerinin hemen ortaya fırlattığı üzre, örgütlü provokatör olmak gerekli mi? Kesinlikle hayır. Benzer bir sürü olay yaşandı. Azıcık vicdan ve izan sahibi herkes, bugün Kürt gencinin Kürtçe müzik dinlediği için bıçaklanabileceğine tereddütsüz ihtimal verir. Bu, mevcut ortamı yaratanların günahıdır, sağduyuyu kolaylıkla iptal edebilecek, duyanı infiale sürükleyebilecek haber karşısında duygularına hakim olamayanların değil. Bugün, bırakın müziği şunu bunu, Kürdüm diyen Kürdü, Kürt’müş Türk’müş bakmadan, Kürt de eşit yurttaşlık haklarına sahip olsun diyen herkesi ortadan kaldırmayı siyasî hedef olarak savunan birileri, gayet yetkili konumlarda. Suikast serileriyle, Alevi katliamlarıyla siyaset yapan birileri, ömürleri boyunca görmedikleri iktidar imkânlarına kavuşmuş durumda. İnsan canına kast etmek, vahim bir niyet ve girişim olmaktan çoktan çıktı. Şöyle şöyleysen zaten yaşama hakkının olmadığını söyleyenler sosyal medyada yirmi dört saat mesaide ve bir kısmı, anlayabildiğimiz kadarıyla doğrudan muktedirlerce besleniyor.
Kaldı ki: Barış’ın babasının anlattığı versiyon bütünüyle doğru olsa bile, Barış’ın Kürt olduğu için öldürülmüş olması, en azından, Kürt olduğu için bu kadar kolayca öldürülmüş olması muhtemel değil mi? Tabiî ki muhtemel. Arabadaki bitirim tayfa indi, “Sen mi bize Müslümanlık öğreteceksin, … Kürdü!” dedi, salladı bıçağı - olmaz mı? Rastgele ihtimaller sıralasak en güçlülerinden biri çıkar bu. Tabiî, Barış’ı kimlerin öldürdüğünü henüz bilmiyoruz. Bu bilgiyi edindiğimizde böyle bir ihtimal tamamen devre dışı kalabilir.
İlaveten: Barış bize aktarıldığı, bizim de başta inandığımız şekilde öldürülmüş olsa, katiller yakalanmayabilir veya çabucak salınabilirler miydi? Tabiî. İktidar propaganda aygıtı öldürülen genci suçlu göstermek için iftira aracı aramaya girişir miydi? Ne şüphe! Birörnek manşetlerle üstüne yüklenmeleri için, yeşil-sarı-kırmızı trafik lambasının yanından geçerken görüldüğü ortaokul fotoğrafı falan yeterdi. Ne var ki, Barış’ın namaz kılan bir genç olduğu, “terörist” ilan edilemeyeceği anlaşıldı. Ya da böylesi tercih edildi - bunu da bilemiyoruz henüz.
Şu durumda anahtar soru, katillerin kimliğidir. Bunlar civarın Ülkücü delikanlılarıysa başka, mafya bozuntusu varoş çetesindense başka, kazara AKP ile ilişkili birilerinin oğlu, yeğeni vs. ise başka, Kürt’le Türk’le derdi olmayan -ya da herkesle derdi olan- alâkasız serserilerse başka olacak her şey. Şimdilik, hemen yakalanıp tutuklanan katillerin korunmaya kollanmaya değecek kimseler olmayabileceğini, açıkça kollanamayacaklarsa bunu ufak da olsa teselli sayabileceğimizi düşünebiliriz. Elbette hızla tutuklama, esas olarak gözönünden kaybetme, kurcalatmama gibi bir amaca yönelik değilse! Adalet mekanizmasının bütünüyle ortadan kaldırıldığı yerde yaşamanın zorluğu, işte böyle tekinsiz karanlıklardan çıkamamak…
İnfialin meşru sınırı
Mesleğimize dönelim. Bunlar, “kamuoyu” denen toplumsal varlığı meydana getiren rastgele bireyin, ortalama vatandaşın ilk andaki yanılgısı ve infiali için meşru hafifletici sebepler oluşturur. Evet, Twitter’da Barış’ın öldürülüşüne ilişkin ortaya sürülen ilk versiyonu gören bir kişinin “vay alçaklar!” diye klavyeye/telefona sarılması kolaylıkla anlaşılır.
Buna karşılık, gazeteciler, haber aktarıcıları, yorumcuları olarak böyle davrandığımızda meşruiyet sınırlarını aşmış oluyoruz. Çünkü sadece kendi yanılgımızdan sorumlu olmuyoruz bu durumda. Hakikatin önüne engel dikmiş olmakla kalmıyoruz. Birçok insanı yanılgıya, infiale, yanlış tepkilere sürüklüyoruz. Ortamdaki gerilim ve şiddet potansiyelini artırıyoruz. Buna hakkımız yok. Yalnız hak meselesi de değil. Yolsuzluk yapan yetkili konumuna düşüyoruz. Menfaat denen şey sadece parayla ölçülmüyor. Ne kadar ulvî sayarsanız sayın, şu ya da bu çıkar için yalan üretmek-yaymak da yolsuzluk. Buna yolaçmayı göze almaksa “taammüden sorumsuzluk”.
Uzun zamandır, güvenilir haber alma konusunda pek az güvencemiz kalmıştı. Hemen hemen, sadece niyetler. Bardak taşıyor, değerli meslektaşlarım.
Hakikatin temsilinden vazgeçemezsiniz. Çünkü herkes ondan vazgeçerse bize hava kalmaz. Boğuluruz oracıkta. Hele haber aktarıcılığı-yorumculuğu gibi bir mesleği ses çıkaramayanların sesi kılmaya niyetlenmişseniz, adaletli, insanca, özgür gelecek için çalıştığınızı varsayıyorsanız, hiç böyle davranamazsınız. Hakikatin ezilenlerin elinde bir kuvvet olması gerekir.
Kendini “mücadele”nin parçası sayan gazetecinin şunu idrak etmesi gerekir: bir ordunun basın koluysanız, insanlar size ancak savaşa dair veriler için başvurur - verdiğiniz sayıları, o ana kadar uyandırdığınız izlenime göre, ikiye bölerek veya üçle çarparak gerçeğe yaklaşmak için. Hakikate bağlı kalmamak tam da sizin aleyhinizedir. Hem temizlemeye çalıştığınız dünyayı kendi elinizle kirletir, daha zor temizlenir hale getirirsiniz hem de herkesin hakkınızdaki haberi bizzat sizden almasını önleyerek hayat içindeki yerinizi ve etkinizi gözden çıkarmış olursunuz.
Öte yandan, bu alandaki faaliyetinizin dürüstlük-kandırmacılık oranı, sizin siyasî hedefleriniz, hedeflediğiniz gelecek, başka insanlara tavrınız hakkında fikir vericidir. Yalanla ve fırsatçılıkla ilişkiniz, karakterinizdir ve yarın öbür gün elinize güç geçerse ne yapacağınızın göstergesidir. Bugünkü iktidarın haber denen şeyle, hakikatle ilişkisine bakın; buradan hareketle karakteri hakkında kesin yargıya varamaz mısınız? O duruma düşmeyi kim arzu eder? Bunu arzu edene kim güvenir?
Memleketin gazetecileri olarak, dünyanın dört bir tarafından bize yöneltilebilecek soruya cevap verebilmek zorundayız: Sence hangi yayın organına güveneyim? Hangisi, bir haberi duyurmadan önce elindeki imkânlara göre mümkün en geniş, en derin, en sağlam araştırmayı, sınamayı yapıyordur? Hangisi, “keşke şöyle çıksa, öylesi işime gelir” zehrini yalamadan habere eğiliyordur?
Bu derdin yalnız gazetecilikle değil, Türkiye’deki muhaliflik anlayışıyla ilgili bir yanı da var. Onu burada yalnız anmakla yetineceğim, çünkü yazılar yazılar yazılar gerekiyor, muhalifliğin alternatif olma ve gelecek inşasıyla bağının kopmasından doğan o meseleyi hakkınca ele almak için. Kabaca, “kötü ihtimali arzulama illeti” diyelim şimdilik buna.