Avrupa’nın bu haftaki gündemi Kürtlere silah verip vermeme oldu.
Fransa’dan seçtiğimiz makale tüm bu diplomatik trafiğin bir özetini yapıyor ve iç politikada her geçen gün daha da zorluk çeken François Hollande’un bu savaş politikasındaki rolüne dikkat çekiyor.
Almanya’dan seçtiğimiz makale Alman dış politikasında yaşanan bir değişikliğe dikkat çekiyor. Almanya, bugüne kadar silahlı çatışmaların olduğu veya olabileceği bölgelere silah gönderilmemesi prensibine uygun hareket ediliyordu. Ancak insani kriz, IŞİD terörü bahane edilerek bu prensip tartışılmadan bertaraf edildi. Sol Parti Milletvekili Heike Haensel’in Junge Welt gazetesinde çıkan bir yorumu bu konuyu inceliyor.
İngiltere’den seçtiğimiz makale ise bir yandan Britanya devletinin IŞİD konusunda endişeli olduğunu gösterirken diğer yandan hükümetin atacağı adımların seçim kaygılarıyla şekillendiğini gösteriyor.
BATI İSLAM DEVLETİNE KARŞI ORGANİZE OLUYOR
Thomas Liabot / Le Journal de dimanche
İslam devletinin cihadistlerinin teşkil ettikleri tehdit, nihayetinde Batı’lıları harekete geçirdi. Bir çok AB ülkesinin İslam devletine karşı savaşa girmeleri için Amerikanın müdahalesi ve Fransa’nın teşvik etmesi gerekti. Salı günü, Amerikalı Gazeteci James Foley’in Suriye’li cihadistler tarafından katledilmesi, en çekingenleri de ikna etti. Avrupa’nın en büyük devletleri Irak’lı güçlere silah verecek ve tehdit altındaki halklar için acil insani yardımda bulunacak. 8 Ağustos’ta, Barack Obama’nın, Irak’ın en büyük Hıristiyan şehri Karakos’u ele geçiren İslam devletinin kontrol ettiği kimi noktalara havadan bombalama kararından bu yana, işlerin düzene girmesi zaman aldı. Cuma günü, AB Dışişleri bakanları Kürtlere silah vermeyi onayladılar, ama nihai kararı, her devletin kendisi vermesi gerektiğini belirterek. Fransa hemen silah göndereceğini ilan etti ve Avrupalı müttefiklerinin de aynı yönde ortak bir karar alması için ısrar etti. Berlin, sadece çarşamba günü, tavrını açıkladı. Alman Dışişleri Bakanı, Frank-Walter Steinmeier silahların da dair olacağı bir askeri yardımın Kürtlere verileceğini açıkladı. Diğer taraftan, İtalya, çarşamba günü Mecliste onaylandıktan sonra hafif silah göndermeye hazırlanıyor. İngiltere’de harekete geçmeye karar verdi.
Gazeteci James Foley’in katlediliş görüntüleri Amerika’nın mücadele azmini daha da arttırdı. Çarşambadan bu yana Kuzey Irak’da 14 bombalama operasyonu gerçekleşti ve Pentagon şu an bulunan 850 asker ve danışmana ek olarak 300 asker daha göndermeyi planlıyor. Irak yönetimi ABD’ye ülkenin askeri üslerini kullanma yetkisini verdi, bu ise hem bombalama operasyonlarını artıracağını hem de daha isabetli operasyonlar gerçekleştireceği anlamına geliyor. Perşembe günü, François Hollande müttefiklerine Irak’in güvenliği ve İslam devletine karşı mücadele konulu bir konferansta bir araya gelme çağrısında bulundu. Fransa devlet başkanı İngiltere’nin attığı olumlu adıma şimdiden sevindi. Zira, pazartesi günü David Cameron “İngiltere’nin üstlendiği sorumluluk sadece insani yardım değil, bu bir çok aya yayılabilecek bir sorumluluktur” diye açıklamıştı. The Times gazetesine göre, geçen hafta kimi İngiliz askerleri, Yezidi topluluğuna yardımda bulunabilmek için Chinook helikopterlerini gönderebilmenin koşullarını incelemek için kısa bir süreliğine Kürdistan’a gitmişlerdi. Savaş uçakları ve dronlar da cihadistlerin hareketini izlemek için bölgede daha da yoğunlaştı.
Çeviren : Nihat Polat
PARLAMENTO DEVRE DIŞI BIRAKILDI
Heike Hänsel/Junge Welt
Federal Hükümet’in Irak kriziyle ilgili olarak yaptığı tantana oldukça anormal. Bir yandan kabine üyeleri Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından desteklenen terör örgütü IŞİD’i durdurmak için Irak’a silah gönderilmesi için çaba harcıyorlar. Diğer yandan bir çok soruyu cevapsız bırakıyorlar. Silah ihracatı hangi hukuki çerçevede yapılacak? Hangi silahlar gönderilecek? Silahlar kimin eline geçecek? Bu ve daha birçok sorunun cevabı pazartesi öğleden sonra yapılan özel toplantıda Steimeier tarafından geçiştirildi. Aynı şekilde üzerine sadece yarım saat konuşulan Ukrayna ile ilgili sorulara da pek zaman kalmadı. Onlara göre durum kritikti ve zaman dardı...
Steinmeier, parlamento yaz tatilinde olmasına rağmen acil olarak yapılan özel oturumda çok konuştu ama az şey söyledi. Pazartesi günü yapılan Savunma Komisyonu toplantısında uzun uzun konuşan Savunma Bakanı Ursula von der Leyen de lafı dolandırıp durdu...Her ikisi de net mesajlar vermekten kaçındılar.
Ancak hükümetin hedeflerinden biri belirginleşerek öne çıkıyor: Suriye ve Kuzey Irak’taki ağır insani kriz daha fazla silah ihracına kapı açmak için kullanılacak. Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, ‘Tabuları yıkmamız gerekir.’ derken CDU Savunma Politikası Sözcüsü Henning Otte, ‘İdeolojik at gözlüklerimizi çıkarmamız lazım.’ dedi. Dışişleri Bakanı Steinmeier de ‘Irak konusunda politik ve hukuki sınırların zorlanacağı’ndan söz etti. Alman hükümetinin politik prensipleri silahlı çatışmaların olduğu ya da olabileceği ülkelere silah ihracatını yasaklıyor. Prensiplerin yazıldıkları kağıtlar kadar bile diğerlerinin olmadığını Alman silah tekeli SIG Sauer’in Kolombiya’ya silah satışı gözler önüne sermişti. Güney Amerika’nın bu iç savaş yaşanan ülkesine ABD üzerinden yapılan illegal silah satışının durdurulması gerekirdi. Öyle yapılıp yapılmadığıyla ilgili soru önergesi üzerine savunma bakanlığından gelen cevap ‘ABD’nin NATO ülkesi olması nedeniyle satışın durdurulmadığı’ oldu. Kararlar jeopolitik gelişmelere göre veriliyordu yani parlamento devre dışı bırakılmıştı.
Aslında IŞİD terör grubunun ilerlemesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan insani krize karşı verilecek cevap bölgede kararlı şekilde militarizmle mücadele politikası olmalıdır. Silah gönderilmesi, daha fazla acıya yol açacağı için dar bakışlı bir stratejidir. Selefilerin elindekilerden daha modern ve daha çok silah göndererek onlarla mücadele edilebileceği düşüncesi çılgınlıktır. Böyle bir davranış sadece dar bakışlılık değildir, bunun tek kazananı savaşın iki tarafına da silah satan silah tekelleri olacaktır. Pazartesi günkü özel oturumda konu sadece silah gönderilmesi boyutuyla ele alındı. Suriye’deki Kürt bölgelerine kaçan insanların durumu ya da insani yardım konusu gündeme gelmedi. Türkiye hükümetinin Suriye sınırını bloke ederek insani yardımları engellemesi de tema olmadı. Bu durum açıkça insanların acılarının jeopolitik çıkarların dayatılması için kullanıldığını deşifre etti. Bölgedeki batı yanlısı Mesut Barzani’yi güçlendirmek için gözler Kuzey Irakta’ki özerk Kürt bölgelerine dikildi.
Steinmeier, ‘Suriye’deki IŞİD ve ordu arasındaki ılımlı muhalefet tuzla buz oldu, Esad’a karşı tavrın stratejik olarak yeniden belirlenmesi gerekir.’ düşüncesinde. IŞİD’in bu ılımlı muhalefet tarafından mali, askeri ve politik olarak desteklenmesi, Suriye’nin Dostları’ndan ve Batı’nın yakın dostları olan Katar, Suudi Arabistan tarafından güçlendirilmesi karşısında ise sessiz kalınıyor. Türkiye’nin IŞİD teröristlerine sınırları açmış olması da Alman hükümetini ilgilendirmiyor. Ama Ukrayna’daki her gelişme karşısında tepki veriliyor, ülkede Rus silahlarının yaygınlaştırıldığı iddiasıyla Rusya-Ukrayna sınırının Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün katılımıyla denetlenmesine destek sunuluyor.
Böylelikle Ukrayna tekrar kızıştırılıyor. Steimeier, pazartesi günü Fransa, Ukrayna ve Rusya dışişleri bakanlarıyla buluşup bunu başarı olarak ilan ederken ABD askerlerinin Polonya ve Baltık ülkelerinde konuşlandırılması ve eylül ayında Ukrayna’da yapılacak NATO tatbikatı gibi yakıcı sorular geçiştiriverdi. Ukrayna konusunda NATO’nun sorumsuz davranmakla suçlanamayacağını, bunun Rusya tarafından çok iyi anlaşıldığını vurgulayarak...
Çeviren: Semra Çelik
CAMERON\'UN IRAK POLİTİKASI
The Guardian / Başyazı
Britanya Başbakanı David Cameron’nun Sunday Telegraph gazetesindeki yazısı bariz tehlikeler ve gelişmeler ile ilgili sert açıklamalar yapıyordu. Fakat başbakanın yazısı cevaplar vermek yerine daha çok soru işaretleri yarattı. Irak’daki kargaşa ve gittikçe yükselen barbarca bir İslam türü hem Britanya’da hem de yurt dışında tehlike oluşturuyor. Bu durum İslam’a da katkı sunmuyor ve başbakan mevcut durumu bu şekil değerlendirmesinde çok haklı. IŞİD’in barbarlığına karşı insani bir sorumluluğumuz olduğu konusunda, ve IŞİD’e karşı savaşan gruplara silah yardımı verilmesi konusunda da Cameron haklı. Irak’daki kargaşa bölgedeki diğer ülkeler üzerinden sorun teşkil ediyor ve durumu bu çerçevede değerlendirmek çok doğru bir yaklaşım.
Fakat, yine, bu sıcak sözler işin kolay yanı. Bu sözleri derli toplu bir politik duruşa, yani Britanya’nin gerçekten neler yapabileceğini, veya yapmak istediklerini dengelemek daha problemli. Bu açıdan Cameron muğlak ve hatta kendi kendine çelişkili. Sonuçta Britanya halkının bakış açısını yansıtıyor Cameron, yani hiç bir çabanın bu bölgede işe yaramadığı fakat yinede içgüdüsel olarak bir şeylerin yapılması gerektiğini hissediyor. Bu kafa karışıklığı 2003 sonrası Irak’daki utanç verici tecrübe sonucu ve en son 12 ay önce Suriye’ye karışmak konusunda da tereddütlü olmasından da belli oluyor.
Tam zamanında gelen ComRes/ITN halk oylaması, pazartesi günü bu çelişkili duyguların altını çizdi. Büyük bir çoğunluk, Britanya ve ABD’nin 2003’de Irak’daki yaptıkları hatalarını düzeltmekle yükümlü olduğunu düşünüyor. Fakat halk bunun ne demek olduğu konusunda hem fikir değil. Kürtleri silahlandırma konusunda fikirler bölünmüş durumda ve her hangi bir dinden Iraklı ilticacıların Britanya’ya gelmesine karşı. Halkın sadece yüzde 30’u Britanya’nın bu duruma karışmaması ve olacakları kendi haline bırakması gerektiğini düşünüyor; fakat karşı çıkan çoğunluk, IŞİD’in yok edilmesi ya da daha fazla ilerlemesini engellemek arasında kaldı.
Seçimler yaklaştıkça, sıkı bir rekabet ortamında, halk oylamaları siyasetçiler için gittikçe önem kazanıyor. Bu yüzden halkın bu kafa karışıklığı dikkate alınacaktır. Şimdilik Cameron bazı şeyleri doğru yapıyor: İlticacılara insani yardım, Kürtleri silahlandırmaya hazır oluşu ve sivillerin hayatlarını tehlikeye atmadan yapılması koşuluyla ABD’nin hava harekatını destekliyor, bölgedeki güçleri harekete geçmesini sağlamak için adımlar atıyor ve Birleşik Milletlerle beraber çalışıyor. Buna ilaven bu dönemde yasal düzenlemeler içinde özel askeri ekiplere bir rol düşebilir. Bir büyük tehlike ise, bu kargaşa ortamında, siyasetçilerin oynayabileceğinden daha büyük sözler sarf etmesidir.
Diğer yandan siyasetçiler Britanya toplumu üzerinde liberal yaşam biçimi ile ilgili endişeleri yoğunlaştırabilir (Bu seçmenler içinde yaygın bir düşünce) ve kısıtlı olan görüşmelerden kendini daha da uzaklaştırabilir (Seçmenler tarafından istenmeyen bir durum). Sayın Cameron ve onun rakipleri Irak’daki kargaşanın kısa ve uzun dönemde ciddiyetini algılamaları gerek. Fakat 2003’de Tony Blair’in egosu ve 2013’de David Cameron’un yaptığı yanlış hesaplara benzer hatalara düşmeden bunu yapmaları gerekir. Irak’daki durum oldukça tehlikeli. Fakat Britanya tehdit altındaki ülkelerden sadece biri. Dikkatli konuşmalıyız ve orantılı bir sopa taşımalıyız.
(Evrensel)