DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Meral Danış Beştaş, 31 Mart seçimlerinden sonra ortam oluşması durumunda hükümet ile görüşebileceklerini söyledi.
T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Beştaş, gündemi değerlendirdi. "İktidarla şu ana kadar bir görüşme yok, söz aldığımız ya da verdiğimiz bir şey yok" ifadesini kullanan Beştaş, “Seçim sonrasında diyelim ki böyle bir ortam oluştu, tabii ki varız çözüme. İktidar tarafından böyle bir adım atılırsa, ittifak yapmak için değil muhataplık açısından tabii ki görüşürüz. Zaten 2013’te de meseleye aynı şekilde yaklaşmıştık. İttifak değil muhataplık” dedi.
Cansu Çamlıbel’in DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Meral Danış Beştaş ile gerçekleştirdiği röportajdan öne çıkanlar şöyle
"Türklerin partisiyiz ama Kürtlerin de partisiyiz"
- DEM Parti olarak yerel seçimler öncesinde ne tavır alacağınız tartışırken sanki partinin istikameti konusunda kafalar karıştı. Son 5 senedir seçimlere ittifaklar içinde gidildiği için de özellikle muhalif blok sizden yine ana muhalefet partisi CHP yanında hizalanma yönünde bir beklenti içindeydi. Özellikle de İstanbul başta olmak üzere CHP'nin 2019 yerel seçiminde aldığı büyükşehirler için bu beklenti yüksekti. Ancak DEM Parti kendi adaylarıyla yola çıkma kararı aldı. Siz de o adaylardan birisiniz. DEM Parti ne yapmaya çalışıyor ve izlediğiniz siyaset sizce doğru anlaşılıyor mu? Özellikle muhalif blokta sizi hükümete yanaşma eğilimi içinde gören bir düşünce hasıl gibi duruyor.
Aslında anlaşılıyor. Anlamadıklarını düşünmüyorum. Bu genel olarak DEM Parti'yi ve özel olarak da Kürt halkının iradesini tanımama halinin devamı olan bir yaklaşım ve bunun bin yıllık bir arka planı var. O ret politikasının arka planında 'Türklük Sözleşmesi' dediğimiz mesele var. Şimdi onu çok geniş anlatmayayım, röportaj boğulur oraya girersek. Bugün bize dönük bakışın kaynağında o var.
Biz Türkiye partisiyiz, Türklerin partisiyiz ama Kürtlerin de partisiyiz. Ya da tersten söyleyelim; Türklerin partisiyiz ama Kürtlerin de partisiyiz. Yani herkesin partisi olma iddiasında bir yol haritasıyla yürüyoruz, bir siyaset yürütüyoruz.
- Türkiye partisi olma iddianız karşılık buluyor mu? En çok kimler oy veriyor partinize?
Şu bir gerçek; Kürtlerden ezici çoğunlukla oy alıyoruz. O nedenle de bilinçli bir şekilde Kürt partisi olarak kodlanıyoruz.
"Diğer siyasi partiler bizi sadece kendilerine destek verdiğimiz müddetçe kabul ediyor, bu çok can yakıcı bir şey"
- Bu sizi rahatsız ediyor mu ki?
Hayır tabii ki. Kürtlerin partisi olmak, Türkiye'de yaşayan tüm Kürtlerin desteğini almak da çok değerli ama biz sadece Kürt partisi değiliz. Tek başına böyle bir iddiamız yok. Çünkü biz programımızı da tüzüğümüzü de ilkelerimizi de hakikaten Türkiye'de herkesi kapsamaya çalışan bir siyasal perspektifle hazırladık. Bu siyasal perspektifte de 2015'ten beri epeyce mesafe kat ettik.
Bütün diğer siyasi partiler bizi ötekileştiriyor. Bu çok can yakıcı bir şey. İkincisi, diğer siyasi partiler bizi siyasi bir özne olarak sadece kendilerine destek verdiğimiz müddetçe kabul ediyorlar. “Bize niye destek vermiyorsunuz?" sorusunu sormanın anlamı budur. Üçüncüsü, bizim kendi iddiamızı ve kendi politik söylemimizi dikkate almıyorlar. İçerikle ilgili değiller. Şu anda bütün tartışmalar “Kürtlerin oyu kime kazandırır, kime kaybettirir?" gibi çok sığ bir yere indirgenmiş durumda. Bu çok geri bir tartışma. 'stratejik oy' diye bir şeyin yanında bir de 'toplumsal mücadele' var. Bizim görünür kılmak istediğimiz problemler var. Seçim, sadece birine oy verip vermemek değildir. Seçim, toplumun sorunlarına çare bulmanın aracıdır. Çözüm önerilerini ortaya koymaktır. Kendine 'muhalif' diyen televizyon kanallarına bakıyorum, onlar da bize karşı başka bir saldırı içinde. Bizim 'kent uzlaşısı' dediğimiz şeyi onlar 'muhalefete kaybettirme' stratejisi diye lanse ediyorlar. Seçimleri o sığ tartışmaya kilitliyorlar.
Stratejik ittifak siyasetimiz bitmedi
- Partiniz diğer muhalefet partileriyle karşılaştırıldığında nispeten özeleştiri verdi diyebiliriz. Yöneticiler değişti, teşkilat yapısı değişti. Bazı yöneticileriniz seçimden sonra seçime girilen isimle Yeşil Sol Parti'nin ilk turda kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmış olmasının daha doğru bir politika olacağını dile getirdi. Oysa siz Türkiye için önerdiğiniz politikalara taban tabana zıt bir siyasi geleneğin temsilcilerinden olan Meral Akşener'in o ittifakın iki ana karakterinden biri olmasına da itiraz etmemiştiniz. Siz de partinizin diğer bazı yöneticileri gibi 2023 seçimlerinin birinci turunda cumhurbaşkanı adayı çıkartmamış olmanızı bir 'hata' olarak görüyor musunuz? Bağlantılı ikinci sorum da şu; ittifak siyasetinin dolaylı bir parçası olmanız 2015'ten beri yürüdüğünüz yola zarar verdi mi?
Biz bunu parti içinde çok geniş değerlendirdik aslında. Başta şunu söyleyeyim; bizim stratejik olarak ittifak siyasetimiz bitmedi. Biz tam tersine, toplumun tüm kesimlerinin ve kurumlarının olabilecek en geniş ittifaklarla birlikte çalışması gerektiğini savunuyoruz. 'Kent uzlaşısı' dediğimiz şey budur. 'Kent uzlaşısı' sadece siyasi partilerle ittifak değildir, o kentin ticaret odalarından kadın derneklerine, vakıflarına tüm sivil toplum alanıyla uzlaşı içinde siyaset yapmak demektir. İttifak siyaseti açısından siyasi partileri değil, o kentte yaşayanların taleplerini öncelikli olarak dikkate alan bir siyaseti savunmaktır. 2019 belediye seçimlerinde ve 2023'teki o vahim 14- 28 Mayıs seçimlerinde ise temel hattımız faşizmi ve tek adam rejimini geriletmek ve demokrasinin önünü açmaktı.
"Faşizmin geriletilmesi için Kılıçdaroğlu'na destek vermek doğru şey değilmiş, demokrasi hayali kuran herkes dumura uğradı"
- Bugün geriye dönüp baktığınızda, her şeye rağmen “Faşizmi geriletmek, tek adam rejimini geriletmek, demokrasinin önünü açmak için Millet İttifakı'nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na oy verdiğimize değdi" ya da “Denemeye değer bir çabaydı" diyebiliyor musunuz?
Şimdi düşünüyorum da çok zor bir soru bu.
"Dert faşizmi geriletmek değil, iktidarı devralmakmış"
- Siz düşünürken ben birkaç faktörü daha hatırlatayım. Sadece siz değil aslında yüzde 48'in çok büyük bölümü Kılıçdaroğlu'na verdikleri oyu 'tek adam rejimini sonlandıracak hamle' olarak gördü, böyle görmek istedi. Ama sonuçta Kılıçdaroğlu'nun daha seçilmeden tek adammış gibi hareket ederek ittifakı genişletme uğruna pek çok kimseye bol keseden 'pozisyon' vaat ettiği ortaya çıktı. Dahası, 14 ile 28 Mayıs arasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptığı protokole kayyım uygulamasının devamına geçit veren bir madde eklenmesine izin verdi. Bu perspektiften bakınca yine de “Erdoğan'a karşı yarışan adaya destek vermek faşizmin geriletilmesi için doğru şeydi" diyebiliyor musunuz?
Yok değilmiş… Değilmiş. Biz zaten o protokol açıklanır açıklanmaz bunu kabul edilemez bulduğumuzu ve duruşumuzu ifade ettik. Biz “Faşizmi geriletelim" derken Türkiye'nin en ırkçı ve faşizan yaklaşımını gösteren bir partinin başkanına siz İçişleri'ni veriyorsunuz. Yani dert faşizmi geriletmek değil, iktidarı devralmakmış. Oysaki biz iktidar mücadelesinden ziyade yönetimin demokratikleşmesi, Türkiye'nin umudunun hakikaten yükselmesi, insanların daha güvende olması, demokrasi kurallarının işlerlik kazanması gibi çok temel ve ulvi değerlerle yola çıktık. Ama ben bugün Meral olarak dönüp baktığımda görüyorum ki Kılıçdaroğlu da tıpkı Erdoğan gibi sadece iktidar olmak istiyormuş. Bizim seçmenlerimiz de dahil olmak üzere Türkiye'de insan haklarını ve demokrasiyi esas alan bir düzene geçme hayali kuran herkes şoka uğradı, dumura uğradı. Sadece biz değil, herkes şoka uğradı. Ve düşünün biz masada bile olmadığımız, resmi olarak bir bakanlık talebimizin ya da pazarlığımızın olmadığı bir ortamda destek vermişiz.
"Mayıs 2023 seçimleri, seçmenimizde CHP'ye olan güvensizliğe yeni bir katman ekledi"
- Siyasi hareketinize önemli darbe vuran kayyım politikalarının bir biçimiyle Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasındaki protokole girmiş olmasına tepkinizi dile getirdiniz evet. Ama nihayetinde ikinci turda da Kılıçdaroğlu'ndan desteğinizi çekmediniz.
Türkiye'deki genel demokratik gidişatın önünü açmak istedik. Bu amaç çok önemli ve değerliydi. Bizim tutumumuzun önemi, seçim sonuçlarıyla teyit edildi. Diyarbakır'da, Hakkari'de, Van'da Kılıçdaroğlu rekor oy aldı. Bazı Kürt illerindeki oy oranı İzmir'i geçti biliyorsunuz. Seçim sonuçları bizim ne kadar samimi ve dürüst olduğumuzu ortaya koydu. Ama o aynı zamanda güçlü bir kopuş da oldu. Kürtlerde var olan güvensizliğe yeni bir katman ekledi.
"Bize düşmanlık eden isimler yeniden CHP'den aday"
- Kılıçdaroğlu'nun süreç yönetimiyle ilgili hayal kırıklığı biraz önce belirttiğiniz gibi aslında muhalif seçmenin genelinde bir duygusal kopuşa neden oldu. Nihayetinde Kılıçdaroğlu kurultayı kaybetti ve liderliği bıraktı. Partinin başına gelen Özgür Özel ile sizin 2019'da destek verdiğiniz İmamoğlu ile şu an birlikte hareket ediyor. Özel'in 4 aylık performansını nasıl buluyorsunuz? Özel sizin kendi ifadenizle 'faşizme karşı durma' konusunda beklediğiniz liderliği gösteriyor mu?
Bunu değerlendirebilmek için daha zamana ihtiyaç var. Ben Özgür Özel'i yakından tanırım. Beş yıla yakın bir süre o CHP'nin ben de HDP'nin grup başkan vekili olarak Meclis'te görev yaptık. Şimdi bu dönemde bir iddiayla ortaya çıktılar. Hemen “Kredisini tüketti" demek istemem doğrusu, genç bir siyasetçi. Başka bir partiyi değerlendirmeyi de çok sevmem, siyaset etiği açısından doğru bulmam. Ama CHP'de iç iktidar tartışmalarının ve kavgalarının ayyuka çıktığını görüyoruz. Bunu zaten herkes görüyor, bütün Türkiye izliyor. Çok talihsiz bir durum ve bu durum kendi seçmenlerinde de bence bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Diğer yandan da CHP'de Kürt meselesine yaklaşımda ve dilde en azından sorunları gören ve çözüm önerilerini ifade eden bir değişim gördüğümü söyleyemem. Birçok önemli şehirde CHP bize düşmanlık yapan siyasetçileri yeniden aday yaptı. İşte Tanju Özcan, işte Muhittin Böcek…Özcan bize resmen küfreden bir zat. Biz kendisini ciddiye almayız, dikkate de almayız. Ama neticede bu tercihler Genel Merkez'de bir yaklaşım ortaya koyuyor gibi.
"Demirtaş çifti üzerine yapılan tartışmalar çok rahatsız edici"
- Partinizin 2023 seçimlerinde İstanbul'daki oy oranı yüzde 8 olmuştu. Siz 31 Mart'ta bu oranın kesinlikle yükseleceği iddiasındasınız. Ama ben İstanbul'da sıklıkla şu şekilde özetleyebileceğim bir yoruma denk geliyorum; “DEM eğer Başak Demirtaş'ı aday gösterseydi yüzde 10 bandına çıkabilirdi ama Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni ile seçime gidildiği için o kadar yüksek bir oran yakalamaları mümkün değil." Tahmin ediyorum buna benzer yorumlarla sahada siz de karşılaşıyorsunuz. Bugüne kadar partinin çok önemli pozisyonlarında görev almış, kamuoyunda en çok tanınan isimlerinden biri olarak bu tür bir yoruma maruz kalmak sizi rahatsız ediyor mu?
Tabii ki rahatsız edici. Selahattin Bey benim partiden çok önce daha avukatlık yıllarımızdan beri bir dostum, sonra mücadele arkadaşım. İHD'de bile yöneticilik yaptık birlikte. Başak onun eşi ama benim ondan bağımsız olarak da arkadaşım. Ayrıca Başak zaten “Adayım" demedi “Koşullar el verir ve partim önerirse aday olabilirim" dedi. Sorunuza cevaben şunu söyleyebilirim; söz konusu Selahattin ve Başak olduğu için kişisel olarak hiç rahatsız değilim. Çünkü onlar benim arkadaşım, görüştüğüm insanlar. Ama tabii sizin bu söylediğiniz konuşmalara ben de denk geliyorum. Hele de televizyonlarda bu olay bir siyasi malzeme olarak öne sürülüyor ve bilinçli olarak tartıştırılıyor. İşin o boyutu çok çok rahatsız edici. Metalaştırılıyoruz.
"Bana 'tavşan aday' diyen bile çıktı; bunlar benim emeğime, mücadeleme bütün büyük saygısızlık"
- Televizyonlardaki tartışma programlarını sıkı biçimde takip ettiğinizi anlıyorum.
Tabii bakıyoruz. Açıkçası iki taraf da bizi metalaştırmaya çalışıyor. İktidara yakın televizyonlarda “Meral Hanım'ı koydular ki daha az oy alsınlar" diyenleri görüyorum. Gerçi tabii “Meral Hanım sıradan bir şahsiyet değil" diyen yorumcular da var ama iktidar cenahından bana 'tavşan aday' diyen biri bile çıkmış. Ciddiye almıyorum onları. Ama bu tartışmaların partimize yönelik bir saldırı aracı olarak kullanılmasından büyük bir rahatsızlık duyuyorum. İkincisi de bu söylemler benim emeğime, verdiğim mücadeleye büyük bir saygısızlık. Ben 2009'dan beri bu partinin yönetimindeyim. Bütün Türkiye bilir beni. Buraya herhalde öylesine gelip, yan gelip yatmak için aday olmadım. İstediği sözü söyleyemeyecek, sözünü partisine anlatamayacak, köşede duracak biri değilim. Zaten bu lafları söyleyenler de benim öylesine aday yapılmadığımı gayet iyi biliyorlar. Siyasi çatışmada araçsallaştırılmaktan rahatsızım, yoksa bizi tartışanların hepsi iddiamızın ne kadar yüksek olduğunu biliyor.
"Başak Demirtaş'ın açıklamasından sonra yaşananları toparlamaya çalışıyoruz"
- Başak Demirtaş'ın aday olma arzusunu dile getirdiği dönem, o sizin çok benim epey az takip ettiğim televizyon programlarında “İstanbul'da İmamoğlu'na kaybettirme karşılığında eşi eve dönecek" şeklinde konuşmalar yapanlar oldu. Bu sürecin sonunda Başak Demirtaş'ın çekilmesinin ardından Selahattin Demirtaş bu söylentilere yanıt verirken DEM Parti'ye sitem de etti. O sürecin kendisi ve “AKP ile pazarlık yapıyorlar" şeklindeki söylentiler partinize zarar verdi mi sizce?
Tabii ki bu tartışmalar aslında zarar veriyor. Şu açıdan zarar veriyor; bizim seçmenin kafasını karıştırıyor. Seçmenimiz “Acaba ne oluyor?" diye bir merak içine giriyor. Bu bile başlı başına sorgulanan bir şey oluyor. Gittiğimiz yerlerde de soruluyor. Sonra işte demin bahsettiğim televizyon tartışmaları üzerinden seçmenimizin kafası daha da karıştırılıyor. “DEM Parti aday çıkardı ama seçmenler Meral Hanım'a oy vermeyecek, verse bile yarı oranında verecek" denilerek seçmenimiz manipüle ediliyor. Bilinçli bir yönlendirme, bilinçli bir manipüle etme hali var. Sorunuza dönersem, “Hiç zarar vermedi" demek mümkün değil. Ama bunu toparlamaya çalışıyoruz. Telafi etmeye çalışıyoruz.
- “Hiç zarar vermediğini söylemek mümkün değil ama toparlamaya çalışıyoruz" dediğinize göre oradan ilerleyelim. Bu yorumunuz şu anlama gelmez mi; “Başak Demirtaş niyetini kamuoyuna açıklamadan önce parti ile istişare ederek ilerlese daha iyi olurdu." Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?
Ben Başak'ın açıklamasının zarar vermesinden söz etmiyorum. Bu sürece ilişkin yapılan tartışmanın verdiği zarardan bahsediyorum.
"Başak Demirtaş'ın adaylık düşüncesinden partinin haberi olmadığı doğru değil"
- Ama sonuçta o tartışmaların yapılmasını mümkün kılan şey Başak Demirtaş'ın önce adaylığı arzu ettiğini kamuoyuna açıklayıp sonra geri çekilmesi olmadı mı? Bu soruyu şunu da hatırlatarak sormuş olayım; Selahattin Demirtaş 2023 seçimlerinde partinizin kendisini aday göstermesini teklif ettiğini ancak bunun parti yönetimi tarafından uygun bulunmadığını açıkladı. Ama bunu o tartışma esnasında değil, sonradan açıkladı. Bu açıdan bakıldığında Başak Demirtaş'ın İBB için adaylık arzusunu daha parti içi tartışma yaşanmadan ve ortak bir karar çıkmadan kamuoyuna açıklamasının başka bir anlamı yok muydu?
Ortak karar verilmemiş olsa da Selahattin Bey, Başak'ın böyle bir düşüncesi olduğunu partiye iletmiş aslında. Ben o sürecin nasıl işlediğine baktım, araştırdım, muhataplarıyla görüştüm. Yani bu durum partiye iletilmiş ve partinin bilgisi var. Sonradan partiden bazı arkadaşlarımız “Sürpriz oldu" dediler ya, aslında onlar bilmiyormuş ama partinin bilgisi var. Parti yönetiminin bir bölümü Selahattin Bey'in iletisiyle biliyor konuyu. Fakat çok yoğun bir dönem ve parti kurulları henüz olayı olgunlaştıramamış, tartışamamış. Yani henüz tartışılmamış ve karar verilmemişken bu açıklama olunca zamanlamada bir denk gelememe hali oluşmuş. Bunu da ilk kez açıklıyorum. Daha önce söylemedim çünkü bu kadar ayrıntı sorulmadı. Başak bizim partili arkadaşımız, Selahattin Bey çok değerli. Birlikte yol yürüdüğümüz eski eş genel başkanımız, cumhurbaşkanı adayımız. Onların yıpranmasına da gönlüm razı değil.
"Erdoğan, Kürt meselesinin çözümünde muhatabın Öcalan olduğunu biliyor"
- Selahattin Demirtaş'ın ne söylediğini sadece kamuoyu değil, gördüğümüz kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan bile yakından takip ediyor. Hatta şu lafı hatırımızda; “Edirne'deki İmralı'dakine hesap verecek."
Bir yandan tecrit uyguluyor, diğer yandan siyasete malzeme yapmak istediğinde “Edirne'deki İmralı'dakine hesap verecek" diyor. Madem öyle görüşsünler, niye görüştürmüyorsunuz? Telefonla iletişim kursunlar, o zaman görelim kim kime ne diyor. Çünkü tamamen siyasi olarak speküle ediyor. Bunu niye yapıyor? Çünkü Kürt meselesinin çözümünde Öcalan'ın muhatap olduğunu biliyor, o konudaki iradesini, gücünü biliyor. Barış sürecinde ortaya çıkan tabloyu çok iyi biliyor.
"İktidarla şu ana kadar bir görüşme yok, söz aldığımız ya da verdiğimiz bir şey yok"
- Selahattin Demirtaş demişken kamuoyuna sunduğu son mektuptaki en can alıcı bölümü hatırlatmak istiyorum. Şöyle demişti; “DEM Parti, iktidar partisi dahil ana muhalefet ve diğer tüm partilerle görüşebiliyorsa görüşmeli, ilkeler çerçevesinde ve demokrasinin gelişimi için uzlaşabiliyorsa uzlaşmalıdır. Bizim için 31 Mart seçimlerinden çok, 1 Nisan ve sonrası önemlidir." Bu sözler yerel seçimlerden sonra AKP hükümetiyle yeni bir süreç başlatma arzusunda olduğunuz şeklinde okunuyor haliyle. Demirtaş'ın mesajları ile sizlerinkileri yan yana koyup sormak isterim; hükümetle bu yönde bir temas var mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart'tan sonra 'çözüm' gündemine dönebileceğine dair sinyaller veriyor mu size?
Birincisi, şu ana kadar bir görüşme yok. Kesin bir dille söylüyorum. Bizim aramızda 1 Nisan sonrasına dair konuştuğumuz, planladığımız, söz aldığımız, söz verdiğimiz bir şey yok. İkincisi, biz parti olarak şunu çok net söyledik; özellikle 14- 28 Mayıs'tan sonra yapacağımız bütün görüşmeler şeffaf olacak, ittifak yapacaksak bunu ilan edeceğiz. Kapalı kapılar ardında hiçbir görüşme, temas ve uzlaşı olmayacak. Bu seçmenimize verdiğimiz, Türkiye kamuoyuna verdiğimizi söz. Üçüncüsü, 2013'te çözüm süreci dönemi hakikaten herkesin nefes aldığı bir süreçti. Benim Diyarbakır'da da bir evim var. Oraya gittiğimde polisinden, genç bir kadınına, yaşlısına herkes gülümsüyordu. Bir çözüm umudu vardı, güçlü bir ihtimal vardı. Sadece Kürtler değil, halkın yüzde 70'i destek veriyordu. Anketler de bunu gösteriyordu. Bu olabilmişti çünkü dil normalleşmişti. Ötekileştirme, düşmanlaştırma, kutuplaştırma yerine çözüm odaklı bir dil kullanılıyordu.
"AKP 2013'te çözüm sürecinde muhatabımızdı ama ittifak ortağımız değildi; 31 Mart'tan sonra ortam oluşursa yine muhatap olarak görüşürüz"
- Çözüm süreci biliyorsunuz bir 'AKP projesi' olarak görüldüğü için bugün kendini 'muhalif' olarak tanımlayan pek çok siyasi yorumcunun hayli eleştirel yaklaştığı bir konu.
Biz o dönemde partideydik ama aynı zamanda Mecliste'ydik ve siyaset yürütüyorduk. Her zaman da şunu söylüyorduk; Adalet ve Kalkınma Partisi bizim iktidar olarak muhatabımız ama bizim ittifak ortağımız değil. Biz onunla ittifak yapmadık. Bu sorunun çözümü için görüştük. Başka bir parti iktidarda olsa yine görüşürdük. Bugün için de aynı şey söz konusu. Bu, seçimle ilgili bir mesele değil. Seçimi çok aşan, seçimin üstünde ve Türkiye'nin geleceği açısından en hayatı mesele. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi ile ittifakımız yok, görüşmemiz yok.
Bizim siyasi mücadelemiz içinde seçimin sonrasına ertelemediğimiz bir dolu şey var. Mesela tecridin kaldırılması için bir kampanya yürüyor. Özgürlük Yürüyüşü yapıldı. Pazar günü İstanbul Esenyurt'ta miting yapıldı. Çünkü biz bu yolların açılmasını istiyoruz. Meselenin artık konuşarak ve diyalogla çözüm yoluna girmesi noktasında irade koyuyoruz. Seçim öncesi, seçim sonrası ayırmadan böyle bir talebimiz ve mücadelemiz var. Biz siyaseti sadece seçimlere sıkıştırılan bir olgu olarak görmüyoruz. Biz siyaseti bir toplumsal mücadele olarak da görüyoruz.
- Muhalif kanallardaki yorumcu arkadaşlar şimdi bu cümlelerinizi okuyunca yine “DEM Parti hükümete yanaşıyor" diyecek.
Evet, diyebilirler. Dedim ya söylediklerimiz bilinçli olarak manipüle ediliyor genelde.
- Şunu diyorsunuz; “Şimdi bir temas ya da hazırlık yok ama seçim sonrasında hükümet adım atarsa kapınız açık."
Seçim sonrasında diyelim ki böyle bir ortam oluştu, tabii ki varız çözüme. İktidar tarafından böyle bir adım atılırsa, ittifak yapmak için değil muhataplık açısından tabii ki görüşürüz. Zaten 2013'te de meseleye aynı şekilde yaklaşmıştık. İttifak değil muhataplık.
"Seçmenimiz serbesttir"
- CHP yönetimine Kürt meselesine karşı kayıtsız kaldıkları yönünde büyük eleştiri getiriyorsunuz ama sonuçta İstanbul'da sadece 17 ilçede belediye başkan adaylarınız açıklandı. Aday çıkarmadığınız 22 ilçede CHP ile uzlaşı sağladığınız anlaşılıyor. Şu anda içinde bulunduğumuz İl Örgütü'nüze ev sahipliği yapan Beyoğlu ilçesi de bunlardan biri. Buraya gelmeden önce konuştuğum bir kamuoyu araştırmacısı “DEM aday göstermediği için CHP Beyoğlu'nu alabilir" şeklinde bir yorum yaptı. Beyoğlu kararınızda mesela, etken nedir?
'Kent uzlaşısı' dediğimiz şey işte. O bölgeye has dinamikler, yerelde yapılan görüşmeler ve bize yapılan öneriler esas alınıyor.
- Beyoğlu'ndaki Kürt seçmenin “Buradan aday göstermeyin" gibi bir mesajı mı olmuş olabilir size?
Bu da bir etkendir. Muhtemelen genel kanaat çıkmıştır onun üzerinden. Aday gösterilmemiştir. Seçmenimiz serbesttir. Biz büyükşehir için çalışıyoruz.
Röportajın tamamı…