Türkiye’de 14 Mayıs\'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri ile ilgili ABD basınında neredeyse her gün peş peşe haberler ve analizler yayınlanıyor. Biden yönetimi seçimlerle ilgili fazla açıklama yapmasa da geçmiş yönetimlerde yer almış isimlerin değerlendirmeleri öne çıkıyor.
Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri ile ilgili ABD basınında neredeyse her gün peş peşe haberler ve analizler yayınlanıyor. Biden yönetimi seçimlerle ilgili fazla açıklama yapmasa da geçmiş yönetimlerde yer almış isimlerin değerlendirmeleri öne çıkıyor.
Bu yetkililerden biri de ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey. Bush, Obama ve Trump yönetimlerinde Bağdat Büyükelçiliği ve Suriye Özel Temsilciliği gibi üst kademe görevlerde de bulunan Jeffrey, Türkiye ve bölgeyi yakından tanıyor.
Seçim sürecinde VOA Türkçe’den Dilge Timoçin’in sorularını yanıtlayan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey’in röportajından öne çıkanlar şöyle :
Uluslararası basında bu seçimler ülke tarihinin en önemli seçimleri olarak nitelendiriliyor. Eski Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile de konuştuk, o da benzer bir şey söyledi: “Bu seçimler belki de Türkiye’nin çağdaş tarihindeki en belirleyici seçimler.” Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sorusuna Büyükelçi Jeffrey:
‘’Dostum ve meslektaşım David Satterfield ile aynı fikirde olmamam mümkün değil. Bu seçimler çok önemli çünkü özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altı yıl önce çok yakın sonuçların çıktığı bir referandumla kurduğu başkanlık sistemi için, ilk esas referandum niteliği taşıyor. Yani bu gerçekten de Türk halkının karar vermesi için ilk şans. Bu modeli ve son 20 yıllık AKP yönetimini beğeniyorlar mı? Bu, modern Türk tarihinde gördüğümüz tek partili ama koalisyon ortaklı en uzun iktidar. Dolayısıyla bu çok ama çok belirleyici bir seçim.’’ Yanıtını verdi.
“Türk halkı üç konuya göre karar verecek”
Geçmişte ABD’nin Ankara Büyükelçiliği görevinde bulunmuş biri isim olarak, sizce seçimlerin sonucunu, başlıca hangi konular etkileyebilir? Sorusuna ise Jeffrey:
‘’ Bence Türkiye’nin Suriye’den gelen 3 milyon mülteciyle birlikte üzerine aldığı yük hariç, dış politikanın önemli bir konu olacağını düşünmüyorum. Bu mülteciler uzun vadeli bir sorun; ancak sadece bir dış politika sorunu değil, daha çok bir iç politika sorunu. İç politika açısından üç mesele var; neredeyse 20 yıllık istikrarlı büyümenin ardından gerçek sorunlarla karşılaşan ekonomi. Pek çok kişi bunun için hükümeti, özellikle de Merkez Bankası’nın para politikasını suçluyor. İki, depreme verilen tepki. Üçüncüsü ise, birçok kesim tarafından Erdoğan hükümetinin daha otoriter bir yaklaşıma, hatta illiberal (kısmi, düşük yoğunluklu) bir demokrasiye doğru ilerlediği suçlaması. Bence Türk halkı bu üç konuya göre karar verecek.’’
“Batı’ya karşı söylemler neredeyse vahşice”
ABD-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumunu nasıl tanımlarsınız ve Türkiye’de yaklaşan seçimler ışığında ikili ilişkilerin karşı karşıya olduğu temel zorluklar neler sizce? Sorusuna Jeffrey:
‘’Türk-Amerikan ilişkileri şu anda oldukça iyi durumda. Türkiye’nin önemi ve Ankara’nın özellikle NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı verdiği mücadelede yaptıkları göz önüne alındığında, çok daha iyi olması gerekirdi ki Washington’un şu anda baktığı en önemli mesele bu. Türkiye’nin rolü kesinlikle belirleyici oldu ve çok takdir edilmekte. Dediğim gibi ilişkilerimiz olabildiğince iyi; ancak ikinci konu ilişkilerimizin özü değil, tarafların üslubu. Resmi pozisyonlarında ve halkının çoğunun zihninde kendisini Batı’nın bir parçası, Avrupa’nın bir parçası, Avrupa Birliği’nin Gümrük Birliği üyesi, AB adayı, NATO üyesi ve yakın ortağımız olarak gören bir ülke tarafından, Washington’a, Brüksel’e ve Batı’ya sürekli saldırılar var. Söylemler son derece, neredeyse vahşice. Öte yandan, Washington’da, Türkiye’nin yaptığı her şeyi, kesinlikle reddeden bir lobi kesimi var. (Türkiye) ne kadar makul olursa olsun, ne kadar sorumlu olursa olsun, yeterli görülmüyor. Bu da Türkler arasında “Ne yaparsak yapalım, Kongre’den yeni bir talep gelecek, bu baskı grubundan yeni bir talep gelecek ve Washington’dan bir şey alabilmek için asla yeterince şey yapamayız’ gibi bir bir tutum yaratıyor ki bu noktada en önemlisi de şu anda F-16 satışı.’’ Yanıtını verdi.
“Türkiye’nin Suriye ile ilgili tutumu sürecektir”
Türkiye’nin 14 mayıstan sonraki süreçte Suriye ile ilgili tutumunu değerlendiren Jeffrey:
‘’Yakın zamanda Türkiye’deydim. Duyduğum, dinlediğim kadarıyla, Sayın Kılıçdaroğlu’nun etrafındaki kişilerin politikalar açısından, Ege’de olsun, Türkiye’nin yakın çevresinde olsun, PKK ile olsun, Kafkasya’da olsun, Rusya ve Ukrayna’da olsun, büyük bir değişiklik beklemediklerini düşünüyorum. Ancak hepsi söylemin, eleştiri düzeyinin yumuşayacağını öngörüyor. Yakından izlediğim şeylerden biri, Suriye krizine verilecek yanıt. Bildiğimiz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefetin yani Kılıçdaroğlu’nun (Suriye Cumhurbaşkanı Beşar) Esat ile görüşeceğini ya da en azından Suriye hükümeti ile ilişkileri başlatacağını söylemesinin ardından, Esat’a yaklaşmaya başladı ve 3 milyon mülteciyi geri almanın bir yolunu bulmaktan bahsetti. Ancak seçimden sonra Erdoğan hükümetinin, Esat taviz vermediği sürece onunla yakınlaşma konusunda o kadar da ciddi olduğunu düşünmüyorum. Bu konudaki tecrübelerim bir yana, Esat’ın da taviz vermeye hazır olduğu fikrinde değilim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun Türk askerlerini Suriye’den çekmek gibi çarpıcı bir şey yapıp yapmayacağını bilmiyorum ama yaparsa bu, bölgede etkileri olacak kayda değer bir gelişme olur’’ ifadelerini kullandı
Olası Suriye operasyonu hakkında ise Jeffrey: ‘’Türkiye’ye karşı güney sınırında, özellikle de Suriye’de çeşitli tehditler var. PKK ve uzantıları, IŞİD gibi. Örneğin Türkiye son birkaç ay içinde IŞİD lider kadrosuna karşı birkaç büyük operasyon düzenledi ve bu Washington’da takdirle karşılandı. Türkiye’ye karşı uzun süredir kin besleyen ve kötü bir geçmişe sahip olansa Esat rejiminin kendisi. Rusya ve İran da diğer tehditler. Türkiye çeşitli cephelerde, Kuzey Irak ve Suriye’de ve İran’ın Türkiye’nin müttefiki Azerbaycan’a baskı yaptığı Kafkasya’da İran’la karşı karşıya. Yani tüm bu sahalarda Türkiye’nin ciddi bir çıkarı var. Ve elbette sınırları içindeki 3 milyon mülteci… Türkiye, İdlib’den bir 3 milyon mültecinin daha çıkmasını istemiyor. Dolayısıyla bence mülteci akınını önlemek, Türkiye’nin çıkarlarını korumak ve açıkçası Esat ve Ruslar üzerinde bir miktar baskı kurmak için Türk askerlerini Suriye’nin kuzeyinde tutmak, bu denklemin önemli parçası. Dolayısıyla bunun süreceğini düşünüyorum’’. Değerlendirmesinde bulundu.
“Başkanlık düzeyinde ilişki” tavsiyesi
Türkiye’nin yönetim değişir ya da değişmez neler yapabileceğini konuşuyoruz ama şunu da sormak istiyorum: ABD yönetimi, herhangi bir yönetim, Türkiye ile ilişkileri güçlendirmek için nasıl çalışabilir? Sorusu üzerine Büyükelçi Jeffrey:
‘’ABD ile Türkiye arasında, son zamanlarda, başkanlık düzeyi dışında, her kademede çok ve her zaman çok üst düzey temaslar olmuştur. Dolayısıyla yönetimimize yapmasını tavsiye edeceğim ilk şey, çünkü bence Türkiye buna zaten hazır, lider kazanan kim olursa olsun, Başkan Biden’ın o kişiye ulaşması… Uzun zamandır Başkan ile Cumhurbaşkanı arasında yakın bir ilişkimiz yok ve bu çok önemli, özellikle de Türkiye ile. Bunun dışında, dışişleri bakanlıkları ile güvenlik daireleri arasında değişimler, temaslar, görüşmeler ve diğer her şey çok iyi gidiyor.
İkinci husus ise Türkiye’nin İsveç’in NATO ittifakına girmesini onaylayacak bir yol bulunması. (Biden’a mektup yazan) senatörlerin açıkça belirttiği koşul bu. (Türkiye’nin) F-16 alımı konusunda, Türkiye seçimden sonra İsveç ile ilerleme kaydedemezse, satışa direneceklerinin sinyalini veriyorlar. Bu arada İsveç yeni bir terörle mücadele yasasını kabul etti. Sanırım Haziran ayında yürürlüğe girecek. Yani uzlaşma için zemin ve alan olabilir, bu büyük bir fark yaratabilir.
Ve eğer S-400 meselesini unutabilirsek, büyük bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Suriye’nin kuzeydoğusundaki PKK uzantısı Demokratik Suriye Güçleri’ne yani DSG’ye Amerikan desteği konusunda hala sürtüşmelerimiz olacak; ama biz bunu 2014’ten beri yapıyoruz ve bu konuda Türkiye ile koordinasyon halindeyiz. Neredeyse 10 yıl oldu, hala oradayız, DSG hala orada, Türkiye hala mutsuz ama gerçek bir krizden kaçınmayı başardık. En yakını 2019’daydı (Serekaniye ve Gire Spi’nin işgali) ama ondan da kurtulduk. Temel pozisyonlar neredeyse dört yıl sonra hala korunuyor ve eğer bu sürerse, daha da yakın ilişkiler için çok iyi bir temele sahip olacağımızı düşünüyorum.’’ İfadelerini kullandı
Yani ABD ile Türkiye arasındaki bu stratejik mekanizma sizce işliyor mu? Sorusuna ise Jeffrey:
‘’Stratejik mekanizma, Türkiye NATO’ya girdiğinden beri ve hatta daha önce Kore Savaşı’ndan beri sürdürdüklerimiz için kullanılan son kelime. Sadece isim koyuyoruz. Her gelen yönetimin, yeni bir isim verir ama süreç her zaman aynıdır. Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşüyoruz, güvenlik birimleriyle görüşüyoruz, ticaret ve enerjiden sorumlu kişilerle görüşüyoruz. Bölge hakkında konuşuyoruz, ticareti nasıl arttırabileceğimizi konuşuyoruz. Bu arada son dört beş yılda ABD ile Türkiye arasında ticaret patladı. Bu önemli bir ilerleme alanı ve işaret etmemiz gereken bir şey. Yani evet, adına ne dersek diyelim, yapılar, ilişkiler hepsi yerli yerinde. Sadece birkaç temel mesele var. Bunlar da söylemler, lobi faaliyetleri ve Başkan ile Cumhurbaşkanı arasında daha yakın bir ilişkiye duyulan ihtiyaç.’’ Yanıtını verdi.
“İsveç’in NATO üyeliğinde ilerleme kaydedilmesi olasılığı güçlü”
İsveç’in NATO üyeliğine de değinen Jeffrey, ‘’Türkiye’de bu sadece yönetimin değil, Türk meclisinin de alması gereken bir karar. Dolayısıyla meclisin kimin kontrolünde olacağını bekleyip görmemiz gerekecek. Bence Erdoğan hükümetinin Finlandiya’yı (NATO’ya) kabul etmesi, daha önceki tutumunun, Rusya’nın baskısı nedeniyle olmadığı anlamına geliyor. Çünkü inanın, Rusya’nın (NATO’da) istemediği ülke, Finlandiya’ydı. Rusya için İsveç çok daha az sorun teşkil ediyor.
Ancak bu ülkelerin PKK sempatizanları ve kendi topraklarında bulunan, onlardan şu ya da bu şekilde destek alan PKK üyeleriyle başa çıkma biçimleri gerçekten de önemli ve İsveç açık ara en büyük sorun. İsveçliler bunu aşmak için çok sıkı çalışıyorlar ve bunun sonuçlarını daha sonra göreceğiz. Ancak bence her iki lider de, ister Kılıçdaroğlu ister Erdoğan seçilsin, İsveç’in yaptıklarına, NATO’dan yükselen seslere, Washington’dan gelen açıklamalara ciddi bir şekilde yaklaşacaktır. Bence kim kazanırsa kazansın bu konuda ilerleme kaydedilmesi olasılığı güçlü.’’ İfadelerini kullandı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bu seçimleri Batı’nın bir darbe girişimi olarak nitelendiren ve seçim sonuçlarının tanınması konusunda bazı endişelere yol açan yorumlarını eminim duymuşsunuzdur. Bu yorumlar endişe yaratıyor mu? Sorusunu yanıtlayan Jeffrey:
‘’ İçişleri Bakanı’nın söyledikleri bizi her zaman endişelendirir. Çünkü uzunca bir süredir yaptığı açıklamaları izliyorum ve kendisinden ülkem hakkında adil ya da doğru hiçbir şey duymadım. Ancak neyse ki ABD-Türkiye ilişkilerinden o sorumlu değil. Bu işlerden sorumlu olan kişilerin Washington’a ve Washington’un Ankara’daki rolüne bakışları çok farklı.’’ Cevabını verdi
ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden Francis Ricciardone, yönetişim ve seçim yapılarıyla ilgili, dedi ki “ABD’de sorgusuz sualsiz buna sahip olduğumuzu düşündük ve sonra 6 Ocak 2021’i yaşadık. Böyle bir şey ABD’de olabiliyorsa, Türkiye’de de bazı meseleler olabilir.” Böyle bir karşılaştırma yapabilir misiniz? Sorusu üzerine Jeffrey şu yanıtı verdi:
‘’Hayır, çünkü 6 Ocak 2021’in (Kongre baskını) Amerikan tarihinde benzersiz bir olay olduğunu düşünüyorum. Bunu örnek göstermek ya da bir şey öngörmek istemem. Söyleyeceğim şey, 1950’den bu yana ABD’de olduğundan yüzde olarak çok daha yüksek oranda oy kullanan Türk halkının demokrasiye olan bağlılığına olan güvenimin tam olduğudur. Demokrasiye bağlılar ve demokratik adil bir sonuç talep edeceklerdir.’’