Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu ve AKP’nin kurucuları arasında olan Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Reform” açıklamalarının ardından katıldığı bir televizyon kanalında uzun tutukluluk sorununa dikkat çekmişti. Arınç’ın sözlerine ilk tepkiyi MHP ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan gösterdi. Bu tepkilerin ardından Arınç istifa etti.
Tartışmalar bununla sınırlı kalmadı. AKP’nin kuruluşunda yer alan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a evinde ağırlayacak kadar yakın olan 22 ve 23’üncü dönem Diyarbakır Milletvekili Mehmet İhsan Arslan da BBC’ye verdiği röportaj nedeniyle disipline sevk edildi. Arslan söz konusu röportajda Kürt meselesinin çözümü konusunda AKP’ye yönelik eleştirileri dile getirmişti. Eleştiriler arasında Kürt meselesine güvenlikçi politikalar temelinde yaklaşan, “Kürt meselesi benim meselem” söyleminden “Kürt sorunu yoktur” noktasına gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik olanlar da var. MHP’nin AKP’nin politikalarını belirlediği yönünde görüşler oldukça yoğunlukta. AKP’nin MHP ile ittifakı, kullandığı milliyetçi dil, uyguladığı güvenlikçi politikaların Kürt seçmeni nasıl etkilediği en çok merak edilen konular arasında.
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun AKP’nin uyguladığı politikaları, yeni partilerin durumunu, Kürt meselesinde iktidarın uyguladığı politikaları ve muhafazakâr Kürt seçmenin olası tercihini Artıgerçek'e değerlendirdi.
“REFORMUN SINIRINI MHP ÇİZİYOR”
Öncelikle en son AKP’de yaşanan reform tartışmalarıyla başlayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reform açıklamasının ardından Bülent Arınç’ın Demirtaş ve Kavala ile ilgili değerlendirmeleri tepki çekti. Arınç’a ilk tepki MHP’den geldi. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’da Arınç’ı hedef aldı ve Bülent Arınç istifa ettiğini açıkladı. Bülent Arınç’ın istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arınç’ın hukuk devletine ve demokrasiye dönüş yönünde değerlendirmelerine muhalefet partilerinde de herhangi bir tepki görmedi. Aksine bu ifadeleri destekleyen bir yaklaşım sergiledi. En büyük eleştiri, en büyük tepki iktidar ortağı olan MHP’den geldi. Bunun sebebi çok açık. MHP demokrasi, hukuk ve siyaset alanında bir iyileştirme, bir reform programına gidildiğinde, bunun kendi siyaset zeminini ortadan kaldıracağını düşünüyor. Kendi siyaset zeminini zayıflatacağını düşünüyor. O nedenle şimdiden bunun önünü almak ve reformun alanını belirlemek istiyor. Dolayısıyla Ak Parti ile MHP arasındaki ittifak devam ettiği müddetçe ittifakın reform yapıp yapmayacağı yada ne kadar reform yapacağını belirleyecek olan temel dinamik MHP’nin tavrı olacaktır. Reformun sınırını MHP çiziyor, MHP’nin göstermiş olduğu bu tepkiden ötürü, bunun kamuoyuna yansımasından ötürü Erdoğan’da Arınç’a kamuoyu önünde çok sert bir tepki gösterince Arınç istifa etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla bu istifa hani iktidarın reform yapabilme sınırlarını göstermesi açısından da önemli.
Arınç’ın istifası, Milli Görüş çizgisinden gelip AKP içinde siyaset yapanlar üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Ak Parti’nin kuruluşunda yer alan, yaklaşık 20 yıllık iktidarlığı süresince önemli pozisyonlarda görev alan aktörlerin zaman içerisinde Ak Parti ile yollarını bir şekilde ayırdıklarını görüyoruz. Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Ali Babacan… Bu aktörlerin hepsi Ak Partiden yollarını ayırıyorlar. Şimdi Ak Parti ilk kurulduğunda Erdoğan’ın pozisyonu eşitler arası birinci pozisyondu. Yani kuran aktörler içerisinde Erdoğan liderliği kabul ediliyordu ama parti tek bir kişinin partisi değildi. Tek bir kişiye bağlı parti değildi. Diğer aktörler de vardı ve bu aktörler parti siyasetinin belirlenmesinde etkiliydiler. Ama süreç içerisinde parti içerisindeki güç odakları çeşitli nedenlerle, çeşitli şekilde tasfiye edildiler. Dolayısıyla şu andaki parti 2002’de kurulan parti değil, ondan tamamıyla farklı bir partidir. Bazen işte Ak Parti'nin eski kurucu ayarlarına geri dönmesi yönünde bir takım ifadeler kullanılıyor ama bunun imkânı kalmadı. Çünkü aradan çok büyük zaman geçti, parti dönüştü, parti sadece Erdoğan’a bağlı bir parti haline geldi. Dolayısıyla partinin 2002’deki gibi bir refleks göstermesi çok zor hatta imkânsız diyebilirim.
AKP’nin kuruluşunda yer alan, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı evinde ağırlayan AKP'nin eski milletvekili İhsan Aslan da Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edildi. Aslan’ın disiplin sevk edilmesini eski Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun ifadeye çağrılması izledi. Arslan’ın disipline sevk edilmesi ve Ensarioğlu’nun ifadeye çağrılması ne anlama geliyor?
Şimdi Galip Ensarioğlu’nun ifadeye çağrılması bürokrasinin atraksiyonu, bürokrasinin kendini gösterme tarzı çünkü bu yeni bir olay değil. Geçmişte Ensarioğlu’nun katıldığı bir taziyeden dolayı bugün ifadeye çağrılması aslında bürokrasinin bugün Kürt meselesindeki tavrını göstermesi açısından önemli. Arslan’ın durumu ise daha farklı.
“ARSLAN ‘KÜRT KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN SİYASET TANZİM EDİYORSUNUZ’ DİYOR”
Arslan hem siyasete ve Kürt meselesine ilişkin bakışını yansıtan, hem de kendi hayat hikayesini anlatan bir kitap yazdı. BBC ve Medyaskop’a röportaj verdi. Arslan bu röportajlarında içerden değerli bilgiler veriyor. Şimdi Arslan’ın özellikle Suriye siyaseti ve Kürt meselesine ilişkin olarak söyledikleri Ak Parti'nin bugün yürütmüş olduğu siyasetle taban tabana zıt bir husus ifade ediyor. Yani Ak Parti Suriye'de, Kobani’de PYD ile ilişkilerde doğru bir tarz izlediğini söylerken, Arslan bu konuların tamamında Ak Parti’nin ciddi bir yanlış içerisinde olduğunu söylüyor. Bunun temel sebebinin de Kürt karşıtlığı olduğunu ifade ediyor. Hatta kitabında kullandığı bir kavram var, ‘genlerinize işlemiş Kürt karşıtlığı’ diyor. Yani ‘bütün siyasetinizi tanzim ederken, bu Kürt karşıtlığı üzerinden bir siyaset tanzim ediyorsunuz. Irak’ta da bunu yapıyoruz, Suriye’de de bunu yapıyoruz’ diyor. Bu tabi Ak Parti için ve Erdoğan için kabul edilmesi zor bir analiz, zor bir değerlendirme.
“ERDOĞAN SERT TEPKİ İLE SÖYLEM BÜTÜNLÜĞÜ OLUŞTURMAK İSTİYOR”
Kürt meselesinde şu anda yürütmekte olduğu siyasetin tamamiyle hatalı olduğunu ifade eden bir yaklaşıma Erdoğan’ın toleranslı davranması beklenemezdi. Çünkü böyle bir sert tepki göstererek bir söylem bütünlüğü oluşturmak istiyor Erdoğan Ak Parti’de. Kendi söylediği sözün dışında başka bir sözün dile getirilmemesi, kamuoyuna yansımaması, bunun üzerinden tartışma olmamasını temin etmeye çalışıyor. Şimdi Arslan ise bu söylem bütünlüğünü bozan, hatta bu söylem bütünlüğünü kökünden sarsan bir ifade kullanıyor. Arslan’ın önemli bir aktör olduğunun altını çizmek lazım. Erdoğan'a bu kadar yakın olan bir ismin bu türden değerlendirmelerde bulunması doğal olarak hem toplumun ilgisini hem de Erdoğan'ın tepkisini çekiyor.
SİYASAL ALAN TASFİYE EDİLİYOR, KAYYIMLAR RUTİN HALE GETİRİLMEK İSTENİYOR
Erdoğan, söylem bütünlüğünü sağlamak için mi Arslan'a tepki gösterdi? Bu tepkinin nedenlerinden biri de MHP olabilir mi?
Bunu iktidarın bütüncül politikası olarak görmek lazım. Söylem bütünlüğünden kast ettiğim o zaten. Ak Parti ve MHP ittifakının yürütmüş olduğu bir siyaset var. Bu siyaset içerde demokratik alanın daralması, siyasal alanın tasfiye edilmesi kayyımların rutin hale getirilmesi şeklinde kendisini gösteriyor. Dışarıda da Suriye'de ve Irak'ta da Kürt gruplarına, Kürt siyasal hareketleriyle ilişkilerin asgariye indirilmesi ve bazen karşıt pozisyonda yer almasına sebebiyet veriyor. Ak Parti ve MHP’nin birlikte yürütmüş olduğu böyle bir siyaset var. Bu siyasetin tabana kabul ettirilmesi için herhangi bir şekilde çatlak bir sesin çıkmaması lazım. Bu siyasetin yanlış olduğunu söyleyen parti içerisinde herhangi bir sesin çıkmaması lazım… Böyle bir ses çıkınca hükümetin söylem bütünlüğü bozuluyor. Hükümetin politikalarını direk Erdoğan’a yakın bir isim tarafından çok sert bir şekilde eleştirilmesi bir zaaf olarak algılanıyor. Surda bir gedik açmak olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle onun önü alınmaya çalışıyor. Yapılan bu.
İhsan Arslan’ın ondan sonra bir nevi geri adım olarak nitelendirilebilecek bir tavrı da oldu. Bu şekilde geri adım İhsan Arslan adına üzücü. Ak Parti'nin Kürt meselesinde bu kadar savrulmasının nedenlerinden biri de bu. Sürekli olarak Kürt meselesinde Kürt vekillerin geri çekilmesi, Ak Parti'nin milliyetçi dile teslim olması Ak Parti'nin Kürt meselesinde bir uçtan bir uca savrulmasının temel nedenlerinden birini oluşturuyor. Eğer parti içerisindeki Kürt vekiller sağlam bir şekilde bu politikaları net bir şekilde eleştirselerdi muhtemelen Ak Parti (Kürt meselesinde) bu kadar savrulmayacaktı.
“ANKARA KÜRT MESELESİNİ ANLAMAK İSTEMEDİ”
Son dönemde en çok tartışılan başka bir konu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “Kürt sorunu yoktur” açıklaması oldu. Muhalefet partileri, çeşitli sivil toplum örgütleri konuya ilişkin açıklamalar yaptı. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
2002 yılında Kürt meselesi yoktur ifadesi kullanan Erdoğan, 2005 yılında Diyarbakır konuşmasında ‘Kürt meselesi benim meselemdir’ demişti. Yeni yürütülen Kürt politikası dâhilinde Erdoğan'ın Kürt meselesi yoktur demesi şaşırtıcı değil. Çünkü Erdoğan Kürt meselesinde atılması gereken tüm adımları attığını, bu konuda artık yapılabilecek bir şeyin olmadığını, dolayısıyla bir Kürt meselesinin olmadığını ifade ediyor. Ancak yine İhsan Arslan’a dönersek, İhsan Arslan’ın kitabında kullandığı bir ifade var. ‘Ankara Kürt meselesini hiçbir zaman anlamak istemedi. Kürt meselesi siyasal bir mesele ama Ankara sürekli olarak bunu güvenlik tedbirleriyle çözmeye çalıştı. Böyle davrandıkça da Kürt meselesi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi’ diyor. Kürt meselesinin olduğunu, Türkiye'nin bir meselesi olduğu bence çok açık, çok net…
Sizin yok demeniz o sorunu ortadan kaldırmıyor. Kürt meselesi Türkiye açısından düşündüğümüzde bu meselenin temel parametreleri olduğu gibi yerinde duruyor. İdari yönetim biçimine yönelik talepler, vatandaşlık algısının tarifinin değişmesine yönelik talepler, anadil başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve bunların hayata aktarılması yönündeki talepler hala Kürtlerin çok önemli bir kısmı tarafından dile getirilen taleplerdir. Dolayısıyla böyle bir mesele var. Diğer taraftan değişen bir karakteri de var Kürt meselesinin. Artık sadece Türkiye içerisindeki Kürt meselesinden bahsetmiyoruz. Bölgeselleşen ve ABD ile Rusya gibi büyük güçlerin dahil olduğu bir nevi uluslararasılaşan bir sorundan bahsediyoruz. Bu parametreler ortadayken Kürt meselesi yoktur demek gerçeği yansıtan bir durum değil.
AKP MHP’NİN DİLİNİ KENDİ DİLİ HALİNE GETİRDİ
Daha önce AKP’de siyaset yapan Ali Babacan (DEVA Partisi) ve Ahmet Davutoğlu (Gelecek Partisi) şu anda muhalefet cephesinde. Yeni partilerin AKP’ye destek veren Kürt seçmen üzerinde etkisi var mı?
2004’ten sonra iki partili bir siyasal yapı oluştu. Kürt seçmenin yüzde 95’in üzerindeki bir kısmını Ak Parti ve HDP paylaştı. Kürt seçmenin Ak Parti’ye oy vermesini sağlayan bazı temel dinamikler vardı. Ak Bu seçmede Parti'nin Kürt meselesini demokratik siyaset içerisinde çözeceğine dair yaratılan umut vardı. Yine Ak Parti’nin milliyetçilikten uzak durması, din kardeşliği ekseninde daha genel bir söylemle bu sorunu çözmeye çalışması, böyle bir politika yürütmesi son derece etkiliydi.
Bütün bunların ciddi manada sarsıldığını görüyoruz. Ekonomik olarak, insanlara umut veren tablo yok ortada. Bütün araştırmalarda Türkiye'nin en temel sorununun ekonomi ve işsizlik olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye'nin tamamında olan bu sorun bölgede daha derin bir şekilde yaşanıyor. Dolayısıyla ekonomik açıdan Ak Parti geleceğe dönük bir umut vermiyor. İkincisi Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda da herhangi söyleme sahip değil. Son 5 yılda Kürt meselesinde tamamen güvenlikçi bir siyasetle çözmeye çalışan ve bunun dilini kullanan bir Ak Parti var. Dolayısıyla demokratik çözüm için Ak Partiye yönelen Kürt seçmende ciddi bir hayal kırıklığı olduğunu biliyoruz. Üçüncü olarak ta giderek milliyetçileşen, MHP’nin dilini kendi dili haline getiren bir Ak Partiden bahsediyoruz. Bütün bunlar muhafazakar Kürt seçmen açısından ciddi bir handikap oluşturan bir unsur.
AKP MUHAFAZAKÂR KÜRT TABANI KAYBEDİYOR
Ak Partinin kısa süre içerisinde buralarda iyileştirmeye gidebileceği yönündeki umutların zayıf olduğunu düşünüyorum. Kaçınılmaz olarak bu seçmenin Ak Parti’den uzaklaşan seçmeni arayışlara itecektir. Bu arayışlarda bakılacak ilk iki adres hiç kuşkusuz Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile Babacan’ın Deva Partileri olacaktır. Bir hususu akılda tutmak lazım. Daha önce Kürt seçmeni, muhafazakar Kürt seçmen Ak Parti’den rahatsız olsa bile kendisi açısından oy verebileceği bir alternatif bulmuyordu siyaset sahnesinde. Ama şimdi Ak Parti içerisinden çıkan, kendilerinin kullandığı dili kullanan, kendi hassasiyetlerini paylaşan ama öte taraftan daha demokratik, diyaloğa açık daha fazla hukuk devleti vurgularını öne çıkaran bir siyasal parti onlar için bir adres olabilir. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde Ak Parti'nin muhafazakar Kürt tabanından önemli bir kayıp yaşaması sürpriz olmaz.
“HÜDA-PAR’IN SİYASİ ÇEKİM MERKEZİNE DÖNÜŞME İHTİMALİ ZAYIF”
Hüda-Par’ın da Kürt sorununa ilişkin açıklaması oldu. Hüda-Par’ın bu açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Irak Kürdistan’ı, Rojava ve Türkiye’de Kürt meselesinde yaşananlara baktığımızda sizce Hüda-Par’ın açmazları ya da avantajları nelerdir?
Hüda-Par geçmişte de anadile ilişkin talepleri dile getiriyordu. Bunun temel bir hak olarak savunulması gerektiğini ifade ediyordu. Ama kritik bazı noktalarda Hüda-Par Ak Partiyle aynı safta buluştu. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ak Parti’yi destekledi. Veya yerel seçimlerde, seçimlere girmediği yerlerde yine Ak Parti adaylarını desteklenmesi yönünde bir tavır ortaya koydu. Bu dolayısıyla Ak Parti'nin sürekli yakınında duran bir siyasal hareket izlenimi yarattı. Buda Hüda-Par’ın Kürt meselesinde ağırlıklı bir siyasal merkez haline gelmesini engelledi. Hüda-Par’ın bundan sonraki süreçte de bölgedeki siyasal yapıyı etkileyebilecek bir siyasi çekim merkezine dönüşme ihtimalini zayıf görüyorum. Ama Kürt meselesi konusunda hassasiyet göstermeleri, talepler konusunda bu talepleri dile getirmeleri önemli.
BABACAN VE DAVUTOĞLU’NUN SÖYLEMLERİ İLGİ GÖRÜYOR
Son olarak yeni partiler ile ilgili sormak isterim. Babacan ve Davutoğlu’nun vermiş olduğu mesajlar özellikle AKP’nin Kürt seçmeninde nasıl karşılık buluyor? İzleminiz nelerdir?
İşsizlik Türkiye’nin tamamının sorunu, sadece Kürtlerin sorunu değil. Dolayısıyla işsizlik ve ekonomiye dayalı sorunları dile getirdiğinizde her yerde ilgiyle karşılanıyorsunuz. Söyledikleriniz yankı buluyor. Yine Türkiye’nin tamamında bir adalet problemi var. Adalet probleminin dile getirilmesi, hak hukuktan söz etmeleri ilgi çekiyor. Liyakat problemi çok ciddi bir problem… Devletin partizanlaştığı, herhangi bir şekilde siyasal iktidara yakın olmayanların imkânlardan eşit bir şekilde yararlanmadığı algısı yine Türkiyenin tamamında yankı bulan bir sorun. Davutoğlu ve Babacan’ın kongrelerine baktığımızda kitleleri en fazla heyecanlandıran hususlardan bir tanesi liyakata yaptıkları vurgu. Diğer taraftan da Kürt meselesi özelinde hem Babacan hem de Davutoğlu dil konusunda hassasiyetle yaklaşıyorlar. Dilin her alanda kullanımı için devletin üzerine düşeni yapması gerektiğini, buna hazır olduklarını söylüyorlar. Yine Kürt meselesi özelinde hem Suriye’deki hem de Irak’ta ki Kürtlerle daha yakın ilişkiler kurulması gerektiğini ifade ediyorlar.
Şiddet olaylarına karşı alınması gereken tedbirleri alınacağını ama beri taraftan işin hak, hukuk, siyasal talep yönünde dile getirilmesi gerekliliğini ifade ediyorlar. Reformcu bir karaktere sahipken bunlar Ak Parti’nin dile getirdiği taleplerdi. Ak Parti bunlardan tamamen uzaklaştığı için bu iki aktörün bu talepleri dile getirmesi Kürt seçmenin, muhafazakar Kürt seçmenini bir kısmının bakışlarını buraya yönelmesine sebebiyet veriyor. Buda kaçınılmaz bir şekilde siyasete etki edecek. Mevcut sistemde iktidar olabilmek için yüzde 50+1’e ihtiyaç var. Herhangi bir parti tabanında yüze 1-2 yada yüzde 3’lük bir kayma, diğer tarafa geçme kaçınılmaz olarak siyasetin dengesini sarsacak. İktidarı bir taraftan alıp diğer tarafa geçirecek. Bu önemli. Bu söylemlerin Ak Partinin seçmen tabanında, Kürt seçmen tabanında ciddi bir karşılık bulduğunu, seçimde bir şekilde etkisini yansıtacağını düşünüyorum.