Abdullah Öcalan'ın çağrısında ki en üst ve dikkat çekici kavram, Kürtlerin var olduğu ancak millet ve hatta etnisite bile olmadığı ve böyle olması sebebiyle de, "ulus devlet, federasyon, özerklik ve kültürloji gibi" en ufak bir milli talep "savrulmuş aşırı milliyetçilikten kaynaklanmakta olduğu" tespitidir.
Abdullah Öcalan'ın çağrısında ki en üst ve dikkat çekici kavram, Kürtlerin var olduğu ancak millet ve hatta etnisite bile olmadığı ve böyle olması sebebiyle de, "ulus devlet, federasyon, özerklik ve kültürloji gibi" en ufak bir milli talep "savrulmuş aşırı milliyetçilikten kaynaklanmakta olduğu" tespitidir.
Bu "aşırı savurulmuş milliyetçi kaynak" ise ancak "Devletin(kast edilen Türk ulus devletidir) demokratik toplum sosyolojisi(bunu Türk toplum sözleşmesi içinde yer almak olarak anlayın ) ile bütünleşmeyi" önererek doldurmaktadır ki bu Türk devletinin kuruluş ve "modeenleştirme" paradigması ve resmi ideoloji ile esas siyasetidir.
Burada, tüm sosyal bilimcilerin ortak tanımlanmasında etnisitenin dil ve kültür ile var olduğu, millet olmanın ise etnisitenin oturduğu coğrafyada kendini siyasi, ekonomik ve kültürel olarak yönetmek ve statü kazanma özlemi, icraatı ile teşekkül olduğu tanımı genel geçer kabul olduğu sosyal bilimciler açısında ortak ve anlaşılır bir literatördür.
Bu açıdan Abdullah Öcalan'ın 15.02.2025 tarihini taşıyan, ancak 27.02.2025 tarihinde DEM yöneticilerinin ağırlıklı olarak Kürt olmayan heyet ve vekilleri tarafından okunan metin, Kürtleri etnik ve millet olarak inkar ederek, dünyada en geri cephedeki inkar, yani Devlet Bahçeli'nin başını çektiği MHP'nin durduğu yerden, Kürtlere bakan bir metindir. Zaten bu sebeple Öcalan'ın "Demokratik barış ve kardeşlik çağrısı" dediği açıklama, Devlet Bahçeli tarafından daha önceki heyetler tarafından yapılan çalışmaların doruğunda ki ve şoven Türk faşizmi içerikli bir çağrıdır.
Öcalan yakalandığı günden beri, Türk devletinin bu tarz ve her tür politik söylemini yerine getirebilecek "hizmeteyim!" dediği aşikar idi.
Burada sorulması gereken şey ise; 'Neden daha önce değil de bu dönemde böylesi bir açıklamanın Türk devleti tarafından yaptırıldığıdır!?'
Bu,
1- İktidarın geldiği siyasi ve ekonomik sıkışıklık.
2- 3. Dünya Savaşının yarattığı hukuki ve siyasi belirsizliği karşılama, Yakın Doğu ve Orta Doğu'da oluşturduğu konumlanma,
3- Türk Devletinin Misakı milli hedefi başta olmak üzere yayılma siyaseti.
4- Olası 3. Dünya Savaşı'nda Kürt Milletinin kendi içinde ve dışarıda oluşmaya başlanan batı ve bölge devletler ittifakları ile geliştirebilecek yeni statü ve kazanımları önleme, koşulların lehine çevirme ve içeride "beka" dediği egemenliği sürdürme aciliyetindendir.
"Fesih ve Silah bırakma" açıklaması yukarıdaki tanıma göre dizayn edilmeyi getirmiştir.
Kürtler, siyasileri tarafından, PKK'nın Kürt ulusunda yarattığı tahribatı görüp, Kürt ulus ve haklarının inkarının görülmemesi, Başur, Rojava, Doğu ve Bakur'da "açıklamaya" şer koymaksızın "Olumludur!" denmesi, büyük sorunlu ve hassasiyetsizcedir!
Bu durum gözden kaçmaması gereken esastır!
Ayrıca, PKK'nin Kuruluş gerekçeleri anlatılırken, "Reel sosyalizmin etkileri ve soğuk savaşın ortamı" üzerinden izah edilmesi manipülasyondur. Zira, dünyada sol dalganın geliştiği ve Yakın Doğu, Orta Doğu'da da etkisini gösterdiği gerçektir. Oysa ki Kürt hareketinin tarihten kendini ortaya koyduğu tartışma götürmez sayısız belge ile bugün gün yüzüne çıkarılmıştır. Esas neden Kürt ulusu ve ons tatbik olunan sömürgecilik ve soykırımdır.
Kürt ulusunun özelikle Kültürel temelleri neolotik devrim ve uygarlığı ile ortaya konduğu, dünyaya esin kaynağı olduğunu Ali Şeriatı, Azar Gat ve çok sayıdaki sosyal bilimci tarafından da ortaya konmuştur. Bu kültürün edebi yansıması olarak, 1.milenyom(ms. 1000) yıllarından sonra birden fazla kanon eserler ortaya konarak edebiyat, sanat ve dilsel gelişmişliğini sağladığını çok sayıda tarihi, arkeolojik ve literatör çalışması ileıispatlıdır.
Mitaniden Medlere, oradan 20. yüzyıla vardırılan ve öncesini devamı olarak bir asırlık bölünme, parçalanma, paylaştırılma, sömürge ve soykırıma yani inkar ve imhaya tabii tutulması sonucu, Kürt ulusunun karşı direnişi ile farklı örgütlenmeler haklı olarak ortaya çıkmıştır. PKK'nin 1975-1978'de ortaya çıkması bunun sonucudur. Ancak PKK bu direnişi privit tarzda kullanarak bu direnişte büyük yanlışlar yaptı. Adeta sömürgeciliğe karşı kullandığı şiddetin bir o kadarını da Kürt yurtseverlerine karşı kullandı. "Demokratik", "demokrasi" kavramlarını olur olmaz her kavramın başına koyması ise acı olduğu kadar gülünç, bir o kadar da kendi içinde trajik bir uygulama olarak yansıdı. Çünkü, kendi içinde itiraza yer olmayan, her şeyin liderin iki dudağı arasında olan bir otoriter örgütlenme esas olmuştur. Bu durum partilerinin programlarından da yer almaktadır. Lider kadro ilişkisi de itirazsız tarzda yukarıdan aşağıya doğru işlemektedir. Bu isleyiste demokrasinin "D"si bile yoktur. Aynı şekilde, kendisi dışındaki diğer Kürt oluşumları ile farklı gerekçelerle çatışmalar yaşayarak bugüne vardığını bire bir yaşadık gördük.
Ayrıca, ortaya koyduğu vizyon tamamen tutarsız, eklektik ve ulus kavramı ile uyuşmayan absürt tespitler olarak Kürt halkına yedirilmesi çok bariz idi. Öz itibari ile Abdullah Öcalan'ın 1992'de Yalçın Küçük ile yaptığı röportajda da itiraf ettiği üzere ki daha sonra bu söyleşi kitap haline getirildi ve ismine de taşınarak dediği, "Ben de Kürt aşkı yoktur!" sözünde ifade etmişti.
Bu yargılandığı mahkemede, son söz olarak yansımış ve kitaplarından da "Kürtler, Türk ulusu içinde bir unsurdur!", diyerek, Kürt halkından ziyade savunduğu sevgisini verdiği Türk devleti, Türk ulusu ve onun siyasal egemenliği olan Türk devletine yönelttiği yeni değildir. Türkiyelileşme bu duygunun paradigmasıdır.
Yargılandığı davada mahkemeye son sözü; "Size güveniyorum!" olmuştur... Sonrası da bunun devamıdır....
Şimdi Sırrı Süreya "En kötü barış savaştan iyidir. Savaşın kazananı olmamıştır!" nakaratını okuyor. Oysa ki barış onurluca olur.
Böyle olması için hak, hukuk, eşitlik ve yüzleşme esas alınırsa olur.
inkar ve imhanın büyük tahribatı ortaya konup, aşılması hedef alınmazsa barış onurlu olmuyor.
Ayrıca, Qandil "Öcalan'ın açıklamasına uygun hareket edeceğiz" deyip, daha ilk günde "ateşkes" bildirimi yaptı. Ancak Türk uçaklarının bu açıklamaları pek tiye almadığını ortaya koyuyor.
O halde siyaset akıntısı başka akıyor.. Zira açıklamalar tek taraflı ve Türk devletini bağlayan ne bir anlaşma ne de arabulucu taraflar var..
Türk tarafı neden dursun ki?