İtalya'da, Mussolini iktidarında, daha ilkokul yaşlarında olan ve "Muhteşem faşist" liderin ajitatif konuşmalarını dinleyerek, yaşamın dansını öğrenmeye çalışan, büyüyünce de geriye göz atıp, hayat başlangıcını;
"Gençliğimin ilk yıllarını SS memurlarının, Faşistlerin, Cumhuriyetçilerin, ve birbirlerini vuran partizanların arasında geçirdim ve kurşunları savuşturmayı da öğrendim. İyi bir egzersiz idi." diye anlatır Umberto Eco!
Bizimkisi çok daha beter!. Birincisi bizim gençliğimizden önce vardı ve biz yaşlanıp giderken de bu anlatılar daha keskin ve geçmedi.Acı olan, daha ne kadar süreceği de meçhul.
Abdülhamid, Talat, Kemal, İsmet, Bayar, Gürsel, Tamaç, Evren, Ecevit, Demirel, Türkeş, Tansu, Erdoğan ve Devlet... bu minvale dizilen tarih..
İkincisi, Bizim yaşadığımız bir yokluk. Bu yokluk, sadece soframizdaki ekmeğimiz ve katığımızla sınırlı olsaydı, açlığımız aylar, günler, öğünlere sığar ve geçerdi.
Ama yolkluğumuz, kimliğimiz, varlığımız, yurdumuz ve kendimize indirgenince durum daha soysuz ve sonsuz bir hal!
Bir diğer yokluğumuz ise Umberto Eco gibi kendi dilimizden eğitim gören ve onunla kalem tutup, edebiyat, sanat, siyaset ve kendimizi özgürce yazan yazar ve eğitmenlerden bêpar oluşumuzdur.
Başkasının üzüntü verici, zor hayatını okurken, kendi vehametimizi, yok sayılıp yok edilişimizin farkında olma yoksunluğu da pek acı! Beynimizi buharlaştırırlarken, ebedi morfini yediğimizden olsa gerek!
Bunu yaparken, bir de normalin en altına indirilmiş, bir özgüven yoksunu hallere sokulmak da var.
Şimdi Po Nehiri'ne gerek yok. Fırat, Dicle, Zap, yetmezse Şeta Mezin ê kendimizi atarak uyanmamız mümkün..
Yoksa böylesi yok olmak daha yeğ olur ki bir balığın anlık da olsa anlığına yem olur.
Orta yerde uyanamazsak, ölümüz rezil, geleceğimiz kayıp olur!
Muktedirler, birbirleriyle kavga ederken bile, sorun biz olunca nasıl da uyumlular yokluğumuza..
Biz top, muktedirler ve hakemler top sürücüsü! Yediğimiz tekme ve şutlara, bizden olup, tribünlerde amigo olanlarımızın ise "vur vur inlesin" diye kendini yırtması ise başka bir rezillik ve onur yoksunluğu!
Burada, Frantz Fanon'un "Yer Yüzünün Lanetlileri" ile Albert Memi'nin "Sömürgecinin portresi"ni okumak belki varlığımıza iyi gelebilir.
Ah şu yokluğumuzun ötesine geçen inkarı da adeta "pudra şekeri" gibi sunanlarımız var ya, ben işte ona yanar kahar olurum...
Siz Var olun!
Ama bakarsın bir Newroz'da uyanır ve hep uyanık kalırız alarengîn altında!
Umut fakirin ekmeği! Bakarsın kimliğimiz, kişiliğimiz de yeniden şekillenir ve yeniden bir başka var oluruz...
Soframızda havyar da olur!
Hakaret duymadan, kimlikli, kişilikli çocuklarla huzur içinde yiyip içtiğimiz uzun zamanlarımız da olur. Nesiller boyu, varlık icinde!