''Rojava, Kafkasya dışında, coğrafya olarak da nüfus olarak da Kürdistan’ın en küçük parçasıdır. Ancak şu anda, orada tarihi bir fırsat da riskler de vardır. Emperyalistlerin ve Türkiye, İran, İsrail gibi bölgesel güçlerin cirit attığı, kurtlar sofrası olarak gördüğü Suriye’de önemli gelişmelerin olduğu günümüzde, Kürdlerin ulusal birliğe büyük ihtiyacı vardır. Kürdlerin, birlik hâlinde ve doğru ittifaklarla bu fırsatı değerlendirmesi gerekir...''
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması’yla, Doğu Kürdistan (İran) ve Kafkasya Kürd Bölgesi (Rusya) dışında kalan Osmanlı egemenliğindeki Kürdistan coğrafyası, üç parçaya daha bölündü. Böylece, Kafkasya dışındaki Kürdistan coğrafyası, Türkiye sınırları içinde Kuzey Kürdistan (Bakur), İran sınırları içinde Doğu Kürdistan (Rojhilat), İngiliz egemenliğindeki Irak Devleti sınırları içinde Güney Kürdistan (Başur) ve Fransa’nın egemenliğindeki Suriye Devleti sınırları içinde, Güney-Batı Kürdistan, Küçük Güney veya Batı Kürdistan (Rojava) adıyla dört parçaya bölünmüş oldu.
Konumuz, güncel gelişmelerin olduğu bu dört Kürdistan parçası içinde en küçük coğrafya ve nüfusa sahip Güney-Batı Kürdistan, daha çok kullanılan adıyla Rojava Kürdistanı. Rojava, 1923 Lozan Antlaşması öncesinde, 1921’de Fransa’nın egemenliğine girerek Osmanlıdan (Türkiye’den) koptu. Bu sıralarda Urfa-Adana-Kilikya bölgesini kontrolu altında tutan Fransa’nın özellikle Kilikya bölgesini, Ermenilere verilmek üzere işgalde tuttuğu iddia ediliyordu. Bu gerçekleşemedi ve Fransa, yeni güçlenen Ankara BMM Hükûmeti ile çeşitli temaslarda bulundu. Fransa Beyrut Yüksek Komiseri Georges Picot, bu amaçla Konya’ya gidip Ankara Hükûmeti temsilcisi Refet Bele ile görüştü. Görüşmede, Mustafa Kemal’in “Biz Arapça dilinin konuşulduğu topraklarla ilgilenmiyoruz.” mesajını alan Fransa antlaşmayı imzaladı. Fransa, Arap çoğunluğun yaşadığı Suriye’yi istiyordu.[1]
Çeşitli görüşmelerden sonra 20 Ekim 1921’de, Fransa ile TBMM Hükûmeti arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla yalnız Arapların yaşadığı yerler değil, Kürdlerin yaşadığı, doğudan batıya Kamışlı-Afrin arasındaki şeritte bulunan pek çok Kürd kasaba ve köyü de Fransa’nın kontrolündeki Suriye sınırları içinde kaldı. Hatay için özel bir statü kabul edildi. Kürdistan’ın Güneybatı kısmının Fransa’ya bırakılmasıyla, Kürdistan, Lozan’dan önce bu antlaşmayla da bölünmüş oldu. Kürdleri, doğudan batıya boydan boya bölen, yaklaşık 650 kilometrelik bu sınırın Doğu’ya uzanan yaklaşık 250 kilometrelik kısmı, daha sonra (1923’te Lozan ve 1926 Haliç antlaşmalarıyla), Türkiye ile İngiltere (Irak) arasındaki sınır oldu.
Fransa, Ankara Antlaşmasıyla aynı zamanda BMM Hükûmetini tanınmış oldu. Hatta, Türkiye’ye, bir kısmı ileride karşılığını ödemek üzere silah da bıraktı. BMM Hükümeti-Fransa arasında imzalanan bu antlaşma, Mardin-Antep hattının güneyindeki Kürd topraklarını bölünce BMM’deki bazı Kürd mebuslar buna karşı çıktılar. Diğer taraftan, bu antlaşmayla Ermenilerin Kilikya hayalleri de sona erdi. Bu yüzden, bu antlaşmaya en büyük tepkiyi Ermeniler gösterdi. İngiltere de bu antlaşmadan memnun kalmadı.
Bu sırada, Suriye sınırı diye çizilen yerin Antep civarında, Kilis, Reyhanlı, İslâhiye ve Kürtdağı bölgesinde yerleşik bulunan “Kürd Okçu İzzedinli” Aşireti Reisi Hacı Hannan Ağa tarafından, “Kürddağlıların Mutalebatı” (Kürtdağlıların İstekleri) adıyla TBMM’ye, Kürdlerin Fransızların kontrolündeki Suriye bırakılması konusunda bir muhtıra verildi. Kürd temsilciler Ankara’ya BMM’ye kadar geldiler[2] BMM Hükûmeti ise Kürd isteklerini engellemek için, o sırada Irak’ta İngilizlerle, Suriye’de Fransızlarla anlaşarak Musul merkezli Güney ve bir şerit hâlindeki Güney-Batı Kürdistan’dan vazgeçti. Fransa’nın mandası altında Arap kimliğiyle kurulan Suriye Devleti içinde, Türkiye sınırı boyunca, şerit hâlinde, yaklaşık 30-50 kilometre derinliğinde, Halep’e kadar uzanan Kürdlerin çoğunluk olarak yaşadığı bir bölge kaldı.
Bu antlaşmayla, bitişik olan Nusaybin-Kamışlı arasına bir devlet sınırı konuldu. Aralarında on kilometre uzaklık olmayan Ceylanpınarı (Serêkaniyê)-Resulayn, Suruç-Kobani gibi yerleşim yerleri birbirlerinden kopartıldı. Cezire bölgesinden Afrin’e kadar uzanan Kürd coğrafyasında, yalnız köyler, kentler değil, aileler de bölündü. Kardeşleri, amcaları, halaları, teyzeleri, dayıları birbirinden ayırdılar. Artık Kürdler için, serxet (sınırın üstü), binxet (sınırın altı) dönemi, mayınlı tarlalarda sörf dönemi, Kürd emekçilerinin tek ayakla sınırlardan atlama dönemi başladı!..
Türkiye Devleti’nin kuruluşuyla birlikte Kürd varlığı tamamıyla inkâr edildi. Kürd ulusal mücadelesi içinde yer alan pek çok aydın, bu yıllarda o bölgeye geçti. Fransa ve Suriye Devleti’nin çeşitli baskılarına karşın, buradaki ortam, Kürdler için, Türkiye’ye göre daha güvenliydi. 1925 İsyanı, 1926-1931 Ağrı isyanları ve 1937-1938 Dersim direnişi sonrasında da bazı Kürd aydınları, Kürdistan’ın bu bölgesine sığındılar. Bazıları buradan Avrupa ülkelerine geçti. 1926-1931 yılları arasında, Ağrı ayaklanmaları da buradan yönetildi.
Türkiye’deki baskılardan dolayı pek çok Kürd insanı, sonraki dönemlerde de kuzeyden güneye geçti. Ellili yıllarda, özellikle Cezire bölgesine göçler oldu. Suriye hükûmetleri yıllarca bu insanlara vatandaşlık hakkı tanımadı. Fransa’nın kısmi demokratik tutumu dolaysıyla, başta Bedirxan ve Cemilpaşa ailelerinin mensupları olmak üzere, burada önemli bir Kürd aydın potansiyeli oluştu. Bu aydınların bazıları şunlardı: Memduh Selim (1892-1976), Müküslü Hamza (1892-1958), Cigerxwîn (1903-1984), Osman Sabri (1905-1993), Mevlânzade Rıfat (1869-1930), Dr. Nureddin Zaza (1919-1988), Dr. Ahmet Nafiz (1895-1968), Bozan Şahin Bey (1890-1968), Mustafa Şahin Bey (Hırço), İsmail Kakkı Şawês (1894-1972), Hasan Hişyar Serdi (1907-1895), Dr. İsmet Şerif Vanlı (1924-2011), Halil Rami Bedirxan (1861-1932), Celadet Ali Bedirxan (1893-1951), Rewşen Bedirxan (1909-1992), Kamuran Ali Bedirxan (1895-1978), Ekrem Cemilpaşa (1891-1974), Kadri Cemilpaşa (1891-1973), M. Nuri Dersimi (1893-1973), Haco Ağa (1880-1940), Fehmiyê Bilal-Fırat (1887-1967) …
1927 yılında Memduh Selim Bey’in önerisiyle, Suriye ve ayrı bir devlet şeklinde yapılandırılan ama coğrafik olarak Suriye’nin bir devamı olan Lübnan’da XOYBÛN cemiyeti kuruldu. Pek çok Kürd aydını bu örgütlenmenin içinde yer aldı. Kürd aydınlarının politik faaliyetleri yanında kültür çalışmaları da gelişti. Bazı Kürd aydınları, Kürdlerin yoğun olarak yaşadıkları Afrin, Kobani, Kamışlı, Hesece gibi yerlerde yaşarken bazıları, zaman zaman Halep, Şam ve Beyrut gibi büyük şehirlerde de kalıyorlardı.
Celadet Ali Bedirxan’ın öncülüğünde, otuzlu yıllarda Kürdçe dili için Latin alfabesinin seçilmesi ve bu alfabenin Hawar ve Ronahî dergilerinde uygulamaya konması, bu bölgede adeta bir Kürd rönesansı yarattı. Kürdler, bugün de bu alfabeyi kullanmaktadırlar. Memduh Selim, Cegerxwîn, Osman Sabri, Hasan Hişyar Serdi gibi Kürd aydınlarının öncülüğünde Kürd kültür çalışmaları yapıldı. Bazı kasabalarda Kürdçe eğitim yapan okullar, medreseler açıldı. Elde edilen bazı kazanımlarda, otuzlu, kırklı, ellili yıllarda orada yapılan bu çalışmaların etkisi büyüktür. 1946 yılında Fransa’nın çekilmesinden sonra Suriye, Kürdler üzerindeki baskıyı arttırdı.
1946 yılında kurulan Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nden (IKDP) sonra, 1957 yılında Suriye Kürdistanı Demokrat Partisi (SKDP) de kuruldu. Özellikle o dönem, IKDP’de etkili bir isim olan Celal Talabani’nin burada önemli çalışmaları oldu. Altmışlı yılların başında Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte Suriye Kürdleri üzerindeki baskı arttırıldı. Altmışlı yılların sonlarında, yetmişli yılların başında, Türkiye 68 devrimci gençliği içindeki bazı Kürd gençleri; seksenli yıllarda da ise PKK liderleri, Filistin’e, Suriye’ye gittiler. Özellikle Bekaa’daki kamptan sonra PKK, bölgede güçlü bir yapılanma hâline geldi. 2003 yılında ise Suriye’de, PKK paralelinde, Demokratik Birlik Partisi-Partiya Yekitiya Demokrat (PYD) kuruldu. Ayrıca PYD’nin silahlı kanadı olarak YPG oluştu. Bu gelişmeler sırasında, daha önce bölgede güçlü olan SKDP zayıfladı ve onun bir devamı olarak, 2011 yılında ENKS (Suriye Kürd Ulusal Meclisi) kuruldu. Bu yapılanmanın içinde, SKDP dışında çeşitli küçük partiler de yer aldı.
Hâlen Rojava’da, irili-ufaklı çeşitli parti ve gruplar olsa da en etkili olan ve bir çok yeri kontrolünde tutan PYD’dir. PYD, uluslararası camiada da tanınmaktadır. ABD ve Fransa’nın girişimleriyle, PYD ve ENKS arasında Kürd Ulusal Partiler Birliği adıyla bir yapılanma oluşturulması çalışmaları tam bir sonuç vermedi. Çeşitli temaslarla Kürd Yüksek Komitesi kurulması çalışmaları da yapıldı ama yine birlik sağlanamadı. Yıllardır Güney Kürdistan’da KDP ve YNK arasındaki çekişmelerin bir benzeri, Rojava’da, PYD ile ENKS arasında da yaşanmaktadır. ENKS, sürece denk bir mücadele veremezken PYD, kendi dışındaki Kürd güçleriyle birlik yapmaya gönüllü değil. Dünden bugüne, bu sürece, büyük çabalarla, büyük bedellerle gelindi. Bu bedeli, son dönemlerde, en başta PYD’nin silahlı gücü YPG ödedi. Parçalara bölünmüş, sömürgeleştirilmiş bir halkın partilerinin güç paylaşımı içinde olmaları anlamsızdır. Bu gerçek bilindiği hâlde, hâlen Kürdler arasında “ulusal birlik” sağlanmamış olması üzücüdür.
Rojava, Kafkasya dışında, coğrafya olarak da nüfus olarak da Kürdistan’ın en küçük parçasıdır. Ancak şu anda, orada tarihi bir fırsat da riskler de vardır. Emperyalistlerin ve Türkiye, İran, İsrail gibi bölgesel güçlerin cirit attığı, kurtlar sofrası olarak gördüğü Suriye’de önemli gelişmelerin olduğu günümüzde, Kürdlerin ulusal birliğe büyük ihtiyacı vardır. Kürdlerin, birlik hâlinde ve doğru ittifaklarla bu fırsatı değerlendirmesi gerekir. Kobani’nin kurtarılması sürecinde, sağlanan küçük bir birlikteliğin olumlu sonuçları görüldü. Kürdler, geçmişte pek çok kez yanıldılar, yanıltıldılar, büyük yanlışlıklar yaptılar. Tarihi haksızlıklara uğrayan Kürdler, umarız ki, artık aynı hatalara düşmezler…
CT