Birkaç gün önce Mersin kitap fuarında, bir arkadaş ona, “Yeniden bir yaşam şansın olsa nasıl bir yaşamı tercih ederdin?” diye sordu. Cevabı, “Aynı yaşamı…” Yani, içinde 17 yıl hapis, sayısız tutuklama ve dava, tüm akrabalarından kopmuş, bir evlada, mala, mülke sahip olmamış, Kürdlüğe adanmış bir insanın yaşamı…
Yıl 1960. 27 Mayıs İhtilâli olalı daha bir ay geçmiş. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi 2.sınıf öğrencileri, ihtilâlin başbakanı İsmet İnönü’yü ziyarete gitmişler. İçlerinden biri de yirmi yaşındaki İsmail Beşikci. Yukarıda görülen resim, o sırada çekilmiş.
İsmail Beşikci’nin sonraki yılları malum. Hemen bütün Mülkiyeli arkadaşları, üniversitelerde profesör, dekan, rektör oldular; devletin üst yönetimlerinde görev aldılar, milletvekili, bakan oldular. O ise 1965 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde, Göçebe Alikan Aşireti konusundaki doktora tezi sonrasında üniversiteden uzaklaştırıldı. Savunduğu görüşlerinden dolayı, 1971-1999 yılları arasındaki 28 yıllık yaşamının 17 yılını cezaevlerinde geçirdi…
Birkaç gün önce Mersin kitap fuarında, bir arkadaş ona, “Yeniden bir yaşam şansın olsa nasıl bir yaşamı tercih ederdin?” diye sordu. Cevabı, “Aynı yaşamı…” Yani, içinde 17 yıl hapis, sayısız tutuklama ve dava, tüm akrabalarından kopmuş, bir evlada, mala, mülke sahip olmamış, Kürdlüğe adanmış bir insanın yaşamı…
Çorum İskilipli, Kürd olmayan İsmail Beşikci, bu toplumun geleceği için, Kürd varlığının da Türk varlığı gibi kabullenilmesi gerektiğini savundu, tanık olduğu, gördüğü bir hakikatin peşinden gitti. Bir yalın gerçeği ifade ederken devletle açıktan bir mücadeleye girmek zorunda kaldı. Bu mücadelede, arkasında onu koruyacak bir güç yoktu; mensubu olduğu akademi dünyası, arkadaşları, anlı-şanlı aydınlar onu desteklemediler, hatta bazıları onu devlete jurnallediler.
Onun konuya yaklaşımı, sosyalist bir ilke olarak söylenen “Ulusların kaderlerin Tayin Hakkı” söyleminden gelmedi. Bu söylemi dillerinden düşürmeyenler, Kürdler söz konusu olunca bu ilkeyi unuturken o bilimin tarafsız ilkesiyle konuya yaklaştı ve yüksek sesle Kürdlerin varlığını ve haklarını savundu. Ankara SBF’de dekanlık yapmış Prof. Dr. Cevat Geray, bir sohbetimizde, “O dönemde, Türk aydınları olarak, belirli bir grup (mesela 50-100 kişi), Beşikci gibi davransaydık, acaba bu günkü Türkiye nasıl olurdu?” demişti hayıflanarak…
Bilimden, bilim yönteminden söz edip bilimin doğrularıyla hareket ettikçe; Kürdler vardır, ulusal hakları vardır dedikçe karşısındakiler, “Mevzubahis vatansa, ‘bilim’ teferruattır.” dediler. O, doğruları söylemekte ısrar etti. Hiçbir şekilde geri adım atmadı. Bildiğini, gördüğünü, inandığını; eğmeden, bükmeden söyledi, yazdı. Şöyle yazarsam şu olur, böyle yazarsam bu olur diye bir kaygısı, bir korkusu olmadı. Şimdi 86 yaşında ve hâlâ aynı kararlılıkta. Onu yargılayanlar yoruldu, o yılmadı, yorulmadı.
O, pek çok insanın sahip olmak istediği imkanlara sahip olabilecekken bambaşka bir yaşamı, bilerek tercih etti. Dürüst bir ahlakla hareket etti. Kürd meselesinde, Türk resmî ideolojisine cepheden karşı çıkışın bedelini öderken durumundan şikayetçi olmadı, pişmanlık, yılgınlık göstermedi; savcılardan, hakimlerden, “Beraatımı istiyorum.” diye bir talepte de bulunmadı. Çünkü o suçlu olduğunu hiçbir zaman düşünmedi, yargılandığı kanun maddelerinin hukuksuz olduğunu belirtti. Mahkemeler karşısında şöyle haykırdı: “Kürd çocuklarına her sabah, ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun.’ diye bağırtıyorsunuz. Neden, neden? Bu ırkçılıktır, böyle bir ırkçılığın bir eşi daha dünyada yoktur.”
Bu ülkenin “2.Adamı” diye nitelendirilen İsmet İnönü’nün (İsmet Paşa’nın da Kürd olduğu söylenir) yanında gördüğümüz, 20 yaşındaki bu genç, direnişi ile daha sonra, dünya bilim tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Sokrateslerden bu yana direnen, benzeri çok az insan örneklerinden biri oldu, “Çağımızın Sokrates’i” diye nitelendirildi.
Korku salmasıyla ünlü bir devletten korkmayan, ona baş eğmeyen, resmî ideolojisini deşifre eden, her koşulda, hakikati savunan, pek çok kimseden çok farklı, cesur bir insandır Beşikci. Türkiye aydınının vicdanı, yüz akı, onur abidesi, direnişin sembolü bir kişiliktir. O gerçeklerin ortaya çıkması uğruna, bilim adına, bilerek, isteyerek zor bir yaşamı tercih etti. Bu tutumuyla, bilinçli, vefalı Kürdlerin gönlünde taht kurdu. Köydeki Kürd çoban bile onu tanıdı. Kürdler ona “Xocê Zer” (Sarı Hoca) lakabını taktılar.
Onu tanımanın, onun yanında olmanın onur ve gururu ile ona minnet borcumuzu, saygılarımızı sunarız…
Çok yaşa “Sarı Hoca”, her bijî “Mamostê Zêrîn”…
CT