“Birbirimize kelepçeliydik. Araçtan lokantaya kadar giderken sokaktaki çocuklar bize ilgiyle bakıyordu. Çocuklar, bizim hakkımızda, ‘Şu babası, şu oğlu, acaba bunlar ne suç işlemişler?’ diye kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Halil Ağa, çocuklara Kürdçe, ‘Biz tavuk hırsızıyız, tavuk…’ dedi… Lokantadayken radyo Şili’de askeri darbe olduğunu (11 Eylül 1973), Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin darbecilerle çatışırken öldüğünü haber veriyordu...”
Yukarıdaki resim, 1973 yılı sonbahar aylarında Adana Cezaevi’nde çekilmiş. Resimdekilerden biri, altmışlı yıllarda, doktora tezini Göçebe Alikan Aşireti üzerine yaparken Kürdleri keşfetmeye başlayan İsmail Beşikci, diğeri bölücülük yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Halil Çiftçi, Siirt Eruhlu Halil Ağa. (Bu ilginç resim, İsmail Beşikci Vakfı, İstanbul merkezindeki söyleşi salonunda asılı)
Biri Kürdlerle ilgili araştırmalar yaptığı için, diğeri Güney Kürdistan’da Kürd ulusal mücadelesi veren Mela Mustafa Barzani’ye yardım ettiği gerekçesiyle tutuklanmış. Biri hiç Kürdçe bilmiyor, biri hiç Türkçe bilmiyor ve cezaevinde çok iyi arkadaş olmuşlar...
12 Mart 1971 Darbesi sonrasında, devlet, kısa adı DDKO olan Devrimci Doğu Kültür Ocaklarından Kürd gençlerini, Türkiye İşçi Partili (TİP’li) Kürd aydınlarını, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi (TKDP) üyelerini, medrese kökenli geleneksel Kürd milliyetçilerini, Halil Çiftçi, Hurşid Onuk gibi bazı Kürd ağalarını, Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevi’ne toplamış. Yaklaşık 150-200 kişi. O günün şartlarındaki koğuş sistemine göre, çoğu birbiriyle görüşebiliyorlar. Bir kısmı “devrimci “, bir kısmı, Mardin, Şırnak, Cizre, Siirt, Batman, Silvan gibi çeşitli Kürd il ve ilçelerinden, Halil Ağa (Halil Çiftçi), Hurşid Ağa (Hurşid Onuk) gibi “feodal”, “ağa” veya “melle”diye nitelendirilenler. Farklı çevrelerden gelseler de farklı şekillerde tutuklansalar da aynı suçtan yargılanıyorlar; hepsinin ortak suçu, “Bölücülük”, “Kürdçülük” yapmak. Oysa cezaevinden önce, Kürd devrimcilerinin hedefinde bu “feodaller”, “ağalar” da vardı!..
“Devrimci Kürd gençleri”, “Sosyalist Kürd aydınları” ve “Kürd feodalleri” cezaevi hücrelerini, koğuşlarını paylaşıyorlardı. Sadece, siyasi suçlu, devrimci oldukları için tutuklandıklarını sanan Kürd gençleri, bir kısmı Türkçe bilmeyen, okuma-yaması bile olmayan, zengin diye nitelendiren kimselerin de siyasi suçlu olarak tutuklanmış olmasına şaşırırlar. Özellikle akademik araştırmalar yapan Sosyolog İsmail Beşikci’nin bu ağalarla yakınlığını yadırgarlar. O sırada, İsmail Hoca otuzlu, Halil Ağa yetmişli yaşlardadır. Halil Çiftçi (1896-1984), babası Yakup Ağa zamanında toprakları elinden alınan topraksız bir ağadır! Dönemin dikkat çeken avukatları Şerafettin Kaya ve Ruşen Arslan, Halil Ağa’nin müdafileridir. Halil Ağa, tercüman aracılığıyla zaman zaman ilginç savunmalar yapar.
Cezaevindeki Kürd gençlerinin bir kısmı katı sosyalist söylemler içinde iken bazılarının, özellikle bu ağaların onlarla tutuklanıp aynı suçtan yargılanması karşısında kafaları karışır. İçerde büyük tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalar sırasında, gençlerden biri, özellikle TİP’li Kürd aydınlarına dönerek şöyle der: “Abiler, bize, Patron-Ağa devleti yıkılacak demiştiniz. Patronlar İstanbul’da-İzmir’de keyifte, Ağalar burada kodeste. Bu nasıl iş?’ derken bir başka genç, “Ağalara karşı savaşın, sonra sosyalizm gelecek hep beraber kurtulacağız demiştiniz. Oysa burada, Halil Ağa ve Hurşid Ağa ile gerici diye aşağıladığımız din hocalarıyla aynı maddeden yargılanıyoruz. Allah’ıma bu sosyalizm, puç, tırovıro[1] bir şey.” der. Bazıları, Kürdistan’da fabrika yok, işçi yok, bu emek-sermaye çelişkisi nedir diye düşünür, düşüncesini açıklamaktan çekinerek…
İşin ilginç yanı, Halil Ağa’nın tutuklanmasında, dönemin anlı-şanlı solcu gazetecisi Fikret Otyam’ın muhbirliğinin etkili olması. Fikret Otyam (1826-2015), o sıralarda, Doğunun geri kalmışlığıyla ilgili röportajlar yaparken hükûmetleri, bölgedeki insanlara neden Türkçe öğretmiyorsunuz diye eleştiriyor, suçluyordu. Röportajlarını, yazılarını, çarpıcı fotoğraflar eşliğinde gazetelerde yayımlarken fotoğraflara Ahmet Arif’ten dizeler de eklerdi. Cumhuriyet gazetesinde, Halil Ağa’yla ilgili olarak yayımladığı bir yazısının başlığı, “Barzani Adına Vergi Toplayan Ağa” şeklindeydi.[2] İsmail Beşikci, bu konuda anılarında şöyle diyor:
“Gazeteci Fikret Otyam, 1967-1970 yıllarında Siirt taraflarında röportajlar yapmıştı. Bir kısmını yayımlamış, bir kısmını İçişleri yetkililerine vermiş. Halil Ağa ile ilgili şöyle yazmış: ‘Siirt çevresindeki köylüleri, Kürdistan Demokrat Parti’sine üye yapıyor, her üyeden bir lira topluyor, paraları Irak devletiyle çatışan Molla Mustafa Barzani’ye gönderiyor.’ Bu sırada, dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan’la da konu hakkında görüşmüş. Halil Ağa ile ilgili soruşturma bu yazılar üzerine açılmış…” [3]
1973 yılı başlarında cezalar kesinleşmeye balayınca hükümlülerin çeşitli cezaevlerine dağıtılmasına başlanır. Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri mahkemesi tarafından İsmail Beşikci ve Halil Çiftçi’ye verilen ceza, ilk olarak Askeri Yargıtay’ca onanınca ikisi birlikte, Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevi’nden Saraykapı’daki sivil Diyarbakır Cezaevi’ne, orada altı ay kaldıktan sonra, bir sevk arabasıyla, yine birlikte Adana Cezaevi’ne gönderilirler. İsmail Hoca, sevk sırasında, Urfa’daki bir mola yerinde bazı çocuklarla karşılaşmalarını şöyle anlatıyor:
“Birbirimize kelepçeliydik. Araçtan lokantaya kadar giderken sokaktaki çocuklar bize ilgiyle bakıyordu. Çocuklar, bizim hakkımızda, ‘Şu babası, şu oğlu, acaba bunlar ne suç işlemişler?’ diye kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Halil Ağa, çocuklara Kürdçe, ‘Biz tavuk hırsızıyız, tavuk…’ dedi… Lokantadayken radyo Şili’de askeri darbe olduğunu (11 Eylül 1973), Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin darbecilerle çatışırken öldüğünü haber veriyordu...” [4]
Adana Cezaevi’nde İsmail Beşikci ile Halil Ağa’nın dostluğu daha da artar. Halil Ağa, sık sık siyasilerin koğuşuna gelir, İsmail Hoca ve diğer siyasi tutuklularla, tercüman aracılığıyla sohbet eder. Yukarıdaki resim bu sıralarda çekilmiş. Koğuşta Şair Can Yücel (1926-1999) de vardır. Halil Ağa’dan etkilenen Can Yücel, onun hakkında “Maaşallah” başlığıyla bir şiir de yazar. Şiirin girişinde, Can Yücel şöyle diyor:
“Maaşallah…/Halo Dayı’nın Türkçesi yok, / Kızıldereli Hüseyin’in tercümanlığıyla konuşuyoruz: / Kaç yaşındasın Can? diye soruyor. / Kırk yedi deyince ben, / Mââşââllaâh! diyor ‘â’ları çatlata çatlata. / Ve sorular izliyor birbirini: …”[5]
İsmail Beşikci ve Halil Ağa, 1974 yılındaki af kanunu sonrasında tahliye olurlar. 12 Eylül Darbesi sonrasında ise İsmail Hoca cezaevindedir. Yaşı doksana yaklaşan Halil Ağa hastadır. 1984 yılı ağustos ayında, Eruh’ta vefat ettiğinde İsmail Hoca hâlâ cezaevindeydi. Sonraki dönemlerde, İsmail Hoca, dışarıda olduğu zamanlarda, Halil Ağa’nın çocukları, torunlarıyla görüştü, onu saygıyla andı.
İsmail Hoca’nın, anılarında, bu ağalarla ilişkileri konusunda şöyle diyor: “Şunu özellikle belirtmem gerekiyor. Düşün hayatımın gelişmesinde, Kürdî, Kürdistanî duyguların bende oluşmasında, Halil Ağa ve Hurşid Ağa’nın hayatlarının, tutumlarının büyük rolü olmuştur.”[6]
İsmail Beşikci’nin bu farklı, sıra dışı tutumunu, “Kürd ağaları”, “Melleler”[7] diye nitelendirilen kişilerle olan ilişkisini anlamayanlar çoktu. O sırada, devrimci olduklarını söyleyen Türk solcuları gibi, Kürd solcularının bir bölümü de Beşikci’yi anlamadı veya geç anladı. Beşikci sanıldığı gibi ne o dönemde (70’ler) ne öncesinde ne sonrasında hiçbir zaman Marksist, Leninist, Stalinci veya Maocu olmadı. Beşikci, Kürd meselesine sol cepheden, “ulusların kaderlerini tayin hakkı” sloganıyla değil, bilim merakıyla, bilim yöntemiyle gelip dalmıştı. Başından beri, halkların kardeşliği ve ümmet kardeşliği gibi söylemlerin, Kürdleri aldatma politikaları olduğunu ve Kürdistan’ın sömürge olduğunu belirtiyordu. İsmail Beşikci-Halil Ağa ilişkisini, bunları da bilerek değerlendirmek gerekir.
Kendini tanımak, geçmişini, tarihini anlamakla başlar. Yeni kuşakların, yakın tarihteki bu yalın gerçekleri bilmesi, kendilerine çizecekleri yol için yararlı olacaktır.
Halil Ağa’nın anısına saygıyla, İsmail Hoca’ya, kalan ömründe sağlıklı bir yaşam dileğiyle…
CT
[1] Puç: Kof, içi çürük, Tırovıro: Boş, yalan-yanlış bir şey
[2] Rizgarî dergisi, Sayı: 1, Mart 1976
[3] İsmail Beşikci, ANILAR, Mevzubahis Vatansa Bilim Teferruattır, İsmail Beşikci Vakfı Yayınları, 2021, s. 79-80
[4] Beşikci, ANILAR, s. 84
[5] Can Yücel, Bir Siyasinin Şiirleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2019
[6] Beşikci, ANILAR, s. 91
[7] Din hocaları