Şam ve SDG anlaşması, Ankara’nın aceleciliğinin şifrelerini çözdü!

Devlet Bahçeli ve Ankara’nın Abdullah Öcalan’a yaptırdığı çağrının nedeni ve aceleciliği daha iyi anlaşılıyor. Görünen o ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye Geçiş Hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında bir anlaşma imzalama sürecine yaklaşmış olması, Türkiye’nin bir an önce harekete geçmesini zorunlu kıldı.

13.03.2025, Per - 18:16

Şam ve SDG anlaşması, Ankara’nın aceleciliğinin şifrelerini çözdü!
Haberi Paylaş

Suriye Geçiş Hükümeti ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ahmed el-Şara ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, 10 Mart tarihinde, Rojava Özerk Yönetimi'nin merkezi hükümete entegrasyonunu öngören bir çerçeve anlaşmasına imza attı. Daha önce, Şam yönetimi ile SDG arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin yanı sıra Fransa, Almanya ve İngiltere'nin arabuluculuğunda görüşmelerin sürdüğü biliniyordu. Ancak, bu denli kısa bir sürede tarafların resmi bir anlaşmaya varması beklenmiyordu.

Bu sürecin arka planında ise Ankara’nın talepleri önemli bir rol oynuyordu. Türkiye, SDG’nin silahlarını Şam rejimine teslim etmesini ve YPG ile PYD’nin lider kadrosunun ülkeyi terk etmesini şart koşmuştu. Öte yandan, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgütüne yaptığı silah bırakma ve kendini feshetme çağrısının henüz sonuçlanmamış olması, süreç üzerindeki belirsizliği artırıyordu.

Şimdi, tablo giderek netleşiyor. Devlet Bahçeli ve Ankara’nın Abdullah Öcalan’a yaptırdığı çağrının nedeni ve aceleciliği daha iyi anlaşılıyor. Görünen o ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye Geçiş Hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında bir anlaşma imzalama sürecine yaklaşmış olması, Türkiye’nin bir an önce harekete geçmesini zorunlu kıldı. Washington ve Şam, SDG ile yürütülen görüşmeler hakkında Ankara’yı da bilgilendiriyordu. Bu durum, Ankara’yı hızlı hareket etmeye mecbur bıraktı. Kürtlerin anlaşma masasında imza atmadan önce kontrol altına alınması gerektiği düşünülüyordu. Bu doğrultuda, Türkiye hem askeri hem de siyasi kanattan eşzamanlı operasyonlar başlattı.

Anlaşmanın imzalandığı son güne kadar Türkiye ve desteklediği silahlı gruplar, Rojava Kürdistanı’na yönelik saldırılarını sürdürdüler. Ankara’nın ikinci adımı ise Abdullah Öcalan’ı sürece dahil etmek oldu. Plan, PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi; böylece YPG ve PYD’nin de ortadan kaldırılmasıydı.

Ancak, hesaplar beklendiği gibi sonuçlanmadı. PKK silah bırakmadan ve kendini feshetmeden, ABD Suriye Geçiş Hükümeti, HTŞ lideri Ahmed el-Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi’yi aynı masada buluşturarak bir anlaşmaya imza attırdı.

Genel çerçeve anlaşmasının, Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliamların hemen ardından gelmiş olması dikkat çekici bir zamanlamadır. Bu durum, bir tesadüf olmanın ötesinde, katliamların etkisiyle anlaşma masasında Şam’ın pozisyonunu zayıflatan ve meşruiyetine gölge düşüren bir atmosfer yaratmıştır.

Suriye Geçiş Hükümeti ile SDG arasında imzalanan genel çerçeve anlaşması, Ankara’nın tezleriyle çelişmektedir. Ayrıca, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısında yer alan “kimliklere saygı, bireylerin kendilerini özgürce ifade etmesi ve demokratik anlamda örgütlenmeleri” ifadelerini de aşarak, Kürtlerin kolektif haklarını ve ademi merkeziyetçi bir sistemi esas alan bir çerçeve içermektedir.

Genel çerçeve anlaşmasında, Kürt toplumunun Suriye devletinin asli ve ayrılmaz bir unsuru olarak tanınacağı; vatandaşlık ve anayasal haklarının güvence altına alınacağı taahhüt edilmektedir. Bu durum, Kürdistan’ı kendi egemenlikleri altında tutan dört devletten ikincisinde de esaret zincirinin kırılması anlamına geliyor. 2005 yılında Irak’ta Kürtlerin elde ettiği anayasal statüye benzer şekilde, bu kez federatif bir formatta olmasa da Kürt ulusal kimliğinin anayasal olarak tanınması, yeni Suriye’nin inşasında gerçekleşmesi muhtemel bir ikinci statü olarak değerlendirilebilir.

Rojava Kürdistanı’nın özerk yönetimi, uzun süredir Suriye’nin siyasi ve idari mimarisinin ademi merkeziyetçi bir yapıya kavuşmasını savunuyordu. Çerçeve anlaşmasında vurgulanan Suriye’nin toprak bütünlüğü ve tek bir orduya sahip olması ilkeleri, başlangıçtan itibaren üzerinde mutabık kalınan çerçevenin temel taşları arasında yer alıyordu.

Şam ile özerk yönetim arasındaki en önemli anlaşmazlık noktaları ise, ademi merkeziyetçi bir idari sistemin kabul edilmesi ve SDG’nin bütünüyle Suriye ordusuna katılması meseleleriydi. Bu unsurlar, hem Şam’ın hem de Ankara’nın kırmızı çizgileri olarak biliniyordu. Ancak, imzalanan genel çerçeve anlaşması, Şam ve Ankara’nın bu iki stratejik konuda geri adım attıklarını gözler önüne seriyor.

SDG’nin kontrolündeki sınır kapıları, havaalanları, petrol ve doğalgaz sahaları gibi tüm sivil ve askeri kurumların merkezi hükümetin yönetimine devredilmesini öngören madde dikkat çekiyor. Ancak, sınır kapıları ve havaalanlarının devri, zaten geçmişte Baas rejimi güçleriyle ortak bir idare altında bulunan alanlardı. Petrol ve doğalgaz ise Kürt güçlerinin ve Uluslararası Koalisyon’un Şam’a karşı uzun süre boyunca kullandığı önemli bir koz olarak günümüze kadar geldi. Bu kaynakların, Şam ile yapılan müzakerelerde de etkili bir pazarlık unsurları olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz.

Çerçeve anlaşmasının 3. maddesi, Suriye topraklarının tamamında ateşkes sağlanmasını karara bağlamıştır. Ancak, anlaşmanın imzalandığı güne kadar Türkiye ve ona bağlı silahlı gruplar, Rojava Kürdistanı’na yönelik saldırılarını sürdürdüler. Bu anlaşmadan sonra Türkiye ve müttefiklerinin Rojava Kürdistanı’na yönelik saldırılarının, Suriye’ye yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bir diğer önemli madde, tüm Suriyeli mültecilerin kendi şehir ve köylerine geri dönüşlerinin güvence altına alınması ve bu sürecin Suriye devleti tarafından korunmasının sağlanmasıdır. Bu düzenleme, Türkiye ve ona bağlı grupların Rojava Kürdistanı’nın demografik yapısını değiştirme hedeflerini büyük ölçüde engelleyebilecek bir adım olarak öne çıkmaktadır.

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi, Al Majalla dergisine verdiği bir röportajda, Amerikalıların kendisini Şam’la diyalog kurmaya teşvik ettiğini ifade etti. Ancak, Mazlum Abdi, Şam ile imzalanan çerçeve anlaşmasına temkinli bir şekilde yaklaşıyor. “Eğer görüşmeler başarılı olursa” şeklindeki vurgusuyla, sürecin kırılgan doğasına ve taraflar arasında neyin, nasıl algılandığına dair belirsizliğin hâlâ yoğun olduğuna işaret ediyor.

Mazlum Abdi’nin aşağıdaki ifadeleri, sürecin oluşumunu ve izlenecek yol haritasını anlamak açısından büyük önem taşıyor:

• Eğer yönetimle aramızda yapılacak görüşmeler başarılı olursa, temel ilkeler üzerinde ortak bir zemine ulaşmayı hedefliyoruz.

• Şam’ın, Kürt haklarının anayasaya dahil edilmesini genel olarak desteklediğini düşünüyorum, ancak ayrıntılar henüz tartışılmadı.

• Kürtlerin siyasi ve kültürel hakları, dil ve bölgesel yönetim gibi konular, anayasa taslağı hazırlanırken mutlaka ele alınmalıdır.

• Türkiye'nin bu diyaloğa karşı olduğunu düşünüyoruz, ancak karşı çıkmaları için hiçbir gerekçe görmüyoruz. Türkiye’yi bu süreci engellemekten kaçınmaya teşvik ediyoruz.

• (Amerikalılar), ayrıntılara takılmak için henüz erken olduğunu tavsiye ettiler. Önceliğimiz bir diyalog kurmak; ayrıntılara daha sonra odaklanmayı planlıyoruz.

• Terörizm tehdidi, hem bölgeyi hem de Amerikan çıkarlarını tehlikeye atmaya devam ediyor. Bu tehditler sürdükçe, ABD askeri varlığının gerekçesi de devam edecektir. Ancak, tehditler ortadan kalktığında çekilme gerçekleşecektir.

• İki ordu değil, tek bir ordu olmalı. Şu anda ordunun yeniden yapılandırılması için bir yöntem izleniyor. SDG olarak, bu yeniden yapılandırma sürecine uygun hareket edeceğiz. Hazırlık ve müzakere sürecine katılımımız önemli.

• Baas Partisi döneminde tüm güçlerin başkentte merkezileştirilmesi deneyimini tekrar yaşamak istemiyoruz.

SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin bu öngörüleri, ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olduklarını ve olası bir anlaşmazlık durumunda farklı senaryolara hazırlıklı olduklarını gösteriyor. Bu açıklamalar, sürece tüm yumurtaları aynı sepete koymadan yaklaştıklarını açıkça ortaya koyuyor.

Güney Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi tarihinde, Bağdat ile 1963, 1970, 1974 ve 2005 yıllarında olmak üzere dört ayrı statü anlaşması imzalanmıştır. Ancak, bu anlaşmaların her biri, Bağdat yönetiminin yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle çatışmalara dönüşmüştür. Bu deneyimleri ve çıkarımları göz önünde tutmamız gerekir.

Suriye Geçiş Hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan çerçeve anlaşması ise, elbette farklı bir konjonktür ve jeopolitik koşullarda gerçekleşmektedir. Bu anlaşma, başta ABD olmak üzere uluslararası toplum, bölge ülkeleri ve Güney Kürdistanlı siyasi aktörler tarafından desteklenmektedir. Buna karşın, İsrail’in, Suriye Geçiş Hükümeti ve HTŞ lideri Ahmed el-Şara’ya meşruiyet kazandırılmasına karşı olduğu bilinmektedir. Ancak, Şam’ın Kürtler, Dürziler, Aleviler ve Hristiyanlar ile yetki ve güç paylaşımına gitmesi, Şam’ı içeriden kontrol etme açısından Kudüs’e stratejik bir avantaj sağlayabilir.

ABD ve uluslararası toplumun baskısıyla Şam ile SDG arasında imzalanan bu anlaşmanın, Kürtlerin Suriye’de anayasal bir statü kazanmaları açısından önemli bir kilometre taşı olduğuna inanıyorum. Her ne kadar bu anlaşma akamete uğrama potansiyeli taşısa da, bundan sonra yapılacak anlaşmalara bir emsal ve temel oluşturacaktır.

Ankara ve Tahran'ın Kürt sorununu statüsüzlük stratejileriyle yönetme temelleri artık kökten sarsılmıştır. Bölgesel dinamiklerdeki jeopolitik değişim ve Kürtlerin ulusal demokratik hak arayışındaki kararlılığı, bu stratejilerin sürdürülebilirliğini imkansız hale getirmeye başlamıştır.

X: @cetin_ceko

Bu haber toplam: 9878 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:22:06:49
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x