Biz Kürtler, enerjimizi boşa kullanmakta, havanda su dövmekte mahir bir halkız. Her türlü olumsuzluk ve başarısızlığımızın sorumluluğunu başkasına fatura etmeye çalışmakta mahiriz. Ama bedelini de her seferinde biz öderiz!
Kürt siyaset sınıfı, benim zannımca, kötürümdür. Kendi gerçekliğinden habersiz, uluslararası durumu değerlendirme kapasitesinden yoksundur. Muhatabını ya da düşman diye tanımladığı kesimlerin de kapasitelerinden habersiz, tutum ve davranışlarının altındaki nedenleri de ya kavramıyor ya da ona uygun tutum geliştirmeyi beceremiyor. Hasılı kelam başarılı olamadığı gibi, başarısızlığının nedenlerini de sorgulayamıyor.
2016 öncesinde, uzun süre Sykes Picot’un 100 yıl dönümüne kafa yorduk.
Tarihçilerin ilgi alanında olması gereken şey, neredeyse Kürt siyaset erbabının gündemini tam doldurdu. Bunun üzerine bir dizi toplantı ve protestolar yapıldı; ama bundan Kürtler hiçbir şey elde edemediler.
Geçtiğimiz 24 Temmuz 2023 günü Lozan Anlaşmasının yüzüncü yıl dönümüydü. Bu sefer Kürt siyaset erkanı “Hurra “ deyip enine boyuna Lozan Anlaşmasını ve Kürdistan’ın Emperyalist Güçler tarafından dörde bölünmesini “ tartışıp durdu. Kınadık, tanımadığımızı söyledik, lanetledik. Yetmedi, Lozan’da ve farklı yerlerde, İngiliz, Fransız ve dahi İtalyan Emperyalizmini protesto ettik. Bundan da hiçbir şey elde etmedik, etmeyeceğiz de. Dahası bu devletlerin, Kürtlerin meşru taleplerine karşı duyacakları sempatiyi de yitirme riskini artırmış olduk !
Biz Kürtler, enerjimizi boşa kullanmakta, havanda su dövmekte mahir bir halkız. Her türlü olumsuzluk ve başarısızlığımızın sorumluluğunu başkasına fatura etmeye çalışmakta mahiriz. Ama bedelini de her seferinde biz öderiz!
Şimdi, uluslararası siyasal ve hukuksal sisteme kısaca bir göz atalım :
Birinci Dünya savaşının sonunda Milletler Cemiyetinin Kurulmasından sonra savaşların yasaklanması dünya gündemine geldi. Milletler Cemiyeti Misakı (kuruluş sözleşmesinin) 12,13 ve 15. Savaş ilanı kuralarla bağlandı.
12. Maddeye göre, devletler arasındaki sorunlar, önce hakeme, ya da yargısal yola götürülecek. Çözüm için 3 ay beklenecek, Çözüm getirilmezse, savaş ilan edilebilecek.
13. maddeye göre, Hakem ya da Yargısal yolla verilen karara uyan Milletler Cemiyeti Üyesi Devlete karşı savaş ilan edilemez. ( Milletler Cemiyetine Üye olmayan devletlere karşı savaş ilan edilebilir.)
15. maddeye göre, bir uyuşmazlık konusunda oybirliği ile verilen rapora, uygun hareket eden bir devlete karşı, savaş ilan edilemez. Tabi bu kurallara da uyulmamıştır. Henüz üzerinde 20 yıl geçmeden 2. Dünya Savaşı olmuş.
İkinci Dünya savaşından sonra, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile özetle; savaş ilanı, Bireysel ve Kollektif meşru savunma ile Uluslararası Yetkili organların Bağlayıcı kararlarını yerine getirmek için zorlama önlemi için başvurulabilir.
Savaş hakkında pek çok sözleşme vardır. Hepsine değinemem. Ama özet ile ikinci Dünya savaşından sonraya kadar, devletler için savaş bir hak gibidir.
Mehmet Yasin Aslan’ın Savaş Hukuku Temel Prensipleri isimli makalesinde belirtildiğine göre, 2008 yılına kadar 5.560 yıllık insanlık tarihinde 14.560 savaş yaşanmış. Bu sürede 185 kuşak, insan yaşamış. Sadece 10 kuşak insan, savaşmadan yaşamını geçirmiştir. Ve ne yazık ki tüm savaşların gerçek amacı, işgal etmek ve ekonomik kaynaklara el koymaktır.
Birinci Dünya Savaşının taraflarının da gerçek amacı, karşı tarafı işgal edip, ekonomik kaynaklarına el koymak ya da talan etmektir. Bu nedenle Sykes Picot anlaşmasını anlamamak, ya da kınamak bize hiç bir şey kazandırmaz. Galipler her zaman mağluplara kurallarını dikte ettirmişler. Tarih boyunca bu böyle oldu. Her zaman mağluplar haksız kabul edilmiş, savaş tazminatı ödemek zorunda kalmışlardır.
Barışlar da yine savaşan taraflar arasında yapılır.
Kürtler 1. Dünya savaşından sonra kendi ülkesini savunmak için, kendi siyasal liderliği altında savaşmadı. Ayrı bir cephe açmadı. Osmanlı’nın diğer Müslüman tebasından ayrı, kendine mahsus ordu kurmadı. Sadece kendi ülkesini savunmak için savaşmadı. Daha çok Osmanlı Saltanatı için savaştı ve yine Osmanlıya bağlı yaşama mücadelesi verdi.
1922’nin Kasım ayına kadar Osmanlı saltanatı hukuken ve fiilen devam ediyordu. Hatta 1924 yılına kadar Halifelik adı altında devam ediyordu. Mustafa Kemal Cumhuriyeti Lozan Anlaşmasından 3 ay 5 gün sonra ilan etti. Osmanlıya resmen ve fiilen 1924 Martında Halifeliğin kaldırılması ile son verdi. O güne kadar Kürtlere bazı sözler verdi. Ama Lozan’dan sonra, artık Kürtlerin gücüne ihtiyacı kalmadı. Üniter Devleti Anadolu’daki diğer tüm etnik yapılar gibi Kürtlere de dayattı. Lozan öncesi, o tarihte Mecliste Bulunan Kürt Mebuslar da Lozan’a telgraflar çekerek, “İsmet Paşanın Kürtleri de temsil ettiğini, kaderlerinin Müslüman Osmanlı Tebasına tabi olduklarını” söylediler.
Bu sonuçlardan Fransa, İngiltere veya İtalya, namı diğer Batı Emperyalizmini sorumlu tutmaya kalkışmak, aslında gereksiz yere onları da karşımıza almaktan başka işe yaramaz. Nasıl ki insanların yaşamak için dost ve akrabalara ihtiyacı varsa, Halklar için de dost ve müttefik halk ve devletlere ihtiyaç duyulur.
Kürtlerin Kollektif Haklarını inkar eden, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’dir. Yapılacak en doğru şey, demokratik yol ve yöntemler ile meşru ve hukuki yolda kollektif haklarımızı talep etmektir. Bunun için de birlik ve ittifaka ihtiyacımız vardır. Nifaka değil.
Ben “bağımsızlık istiyorum” demekle bağımsızlık gelmez. Bağımsız olma hakkımız var demek de pek bir şey ifade etmiyor. Hukukta “ Hak “ Talep edilebilen şey, diye tanımlanır. Talep ilgili makamdan yapılır. Vermezse yargı yoluna gidilir. Şu anda böylesi evrensel bir hukuk da, küresel olarak başvurulacak etkili bir yargı yolu da yoktur.
Son olarak şunu belirteyim. Siyaset ne ideolojik ne de romantik duygularla yürümez. Maddi ve beşeri kaynaklarla yürür. Bu imkanlar yoksa dilediğiniz hayali kurmaktan serbestsiniz. Ama hayal olmaktan öteye gitmeyecektir.
Av.Abdulmenaf KIRAN
HAK-PAR Eski Genel Bşk.Yrd.