Bedirhan Epözdemir: Tarih İle Hesaplaşmak

'' Resmi ideoloji denildiğinde bugüne dek hep egemenlerin resmi görüşü ön plana çıkarılmıştır. Oysa sorunun başka bir yönü de vardır. Sözüm ona resmi görüşe karşı mücadele etmek adına yola çıkan siyasi hareketlerin taşıdığı resmi görüşler hep es geçilmiştir. Kürd siyasi hareketinin bugün içinde bulunduğu çıkmaz ve çekilen acıların bir nedeni de bu olmalıdır. ''

15.01.2025, Çar - 17:11

Bedirhan Epözdemir: Tarih İle Hesaplaşmak
Haberi Paylaş

Yaşadığımız günler yine tarih ile hesaplaşmayı dayatan günlerdir. Tarihin tekerrürü her yönüyle yine gündemde. Tarih ile hesaplaşmak sanıldığı kadar kolay mı? Yoksa bu hesaplaşmanın önünde ki engeller ve engebeler betondan bir set mi oluşturuyorlar? Belki de tarih kendi kendisini yargılamaktan bitap düştü. Belki de bir gün yakamıza acımazsızca yapışıp, biz onunla hesaplaşmadan, onu ne hale soktuğumuzdan dolayı o bizimle hesaplaşır.

Çileli- kahırlı, belalı-kadalı, inişli-yokuşlu Kürd Tarihi, acılar ve trajedilerle dolu. Her gelen gideni aratırcasına bir seyir izliyor durmadan. Gelinen noktada tarihimizi dolayısıyla kendimizi sorgulamanın yetenekliliğini objektif olarak gösterebilir miyiz? Yoksa her zaman yaptığımız gibi yeteneksizliğimize kılıf uydurup, kendimizi yine kamufle mi edeceğiz? Ya da hiç bir şey olmamış gibi kof içi boş tahlillerimize yaldızlı cilalar sürerek, yine kendimizi avutup nice yılları heba mı edeceğiz?

İşte tüm bu sorulan hiç bir kaprise kapılmadan, hiç bir art niyet taşımadan, yüreklice yanıtlamak, yanıtlardan sağlıklı sonuçlar çıkarmak herkesin ama kesinlikle herkesin ertelenmez görevidir. Bu görev acımasızdır, acımasız olmalıdır. Klasik yöntemler ve bakış açıları günümüz gelişmelerine yanıt vermekten hayli uzak. Var olan sorunları çözmenin biricik yolu; çağdaş olanı yakalamaktır. Peki, bu öyle üstesinde kolay gelinecek bir şey midir? Elbette ki hayır. Engeller bugüne dek hep direngen bir şekilde önümüzü kesti, bugün de ucuz ve kolaycı yöntemlerle kesmeye devam ediyor.

Her olayda, her konuda; tek yanlı düşünmek, tek yönlü tahliller yapmak ve tek taraflı sonuçlar çıkarmak bir gelenek olmuş adeta. Sonra yanılgılar, yıkımlar ve bozgunlar. Ve hislere, kaprislere, ihtiraslara kurban edilen yüce değerler, güzelim bir coğrafya. En acısı da tüm bunları görmeyen müritler, şakşakçılar. Resmi tarih diyoruz, yıllarca hep durmadan ve yakınıyoruz haklı olarak. Ama kendi resmi görüş ve tarih anlayışımıza dokunmak ya işimize gelmiyor, ya da onu tahlil etme güdü ve yeteneğinden yoksunuz. İkisi de yıkım, gelecek için. Yıkımları en aza indirgemek için; yenilenmek, yeni olanı yakalamak, gelişim ve değişimlere adapte olmak kaçınılmazdır.

Biliyorum, şimdi bazıları hemen bu deyişlere karşı kendi hisleri doğrultusunda sonuçlara gidecekler. Kendi dar pencerelerinden dünya ya bakmaya alışık olup olayları ve olanları kendi daracık ufuklarından izleyenler için bu doğaldır. Bu tip kaçınılmazlıklara zamanımızı heder edeceğimize, ufkumuzu geliştirmek, bugüne dek denenmeyenleri denemek gerekli ve zorunludur. Geri kalmışlığın, dar düşünmenin ve hoşgörüsüzlüğün bir belası olacak herhalde. Dünyadaki gelişimlerde geçerli olan normlar ve kurallar, bizde hep ayrı işliyor. Sanki bir zamanlar hiç dilimizden düşürmediğimiz diyalektik bizde ters işliyor gibi geliyor bana.

Aydınlarımız var, yazarlarımız var sözüm ona. Gerçek anlamda aydın ve yazar olarak işlev gören ve gerekli donanıma sahip olan kaç kişiyi gösterebilirsiniz? Belki bir elin parmakları kadar sayıları kısıtlı. Kürd aydını geçinenlerin bugüne dek en büyük açmazları, ulusal konsensüsü bir türlü yakalayamamalarıdır. Aydın olmanın sorumluluğu gereği kendilerini gerekli bilgi ve becerilerle yeter düzeyde donatmamalarıdır. Bu böyle olunca aydın kişiliği ve kültürü gelişmez. Kişiliğiniz doyuma erişmediği zaman, rüzgarın geliş gidiş yönüne göre sağa sola savrulmanız kaçınılmazdır. O zaman birliği değil, ayrılığı körüklersiniz. Yeteneksizliğiniz ve özürlülüğünüz kendini hemencecik ele verir. Onun için bilgi yerine işinize gelmeyenlere karşı küfür savurursunuz. Projeler üretmek aklınızdan geçmez, ama akıntıya kürek çekersiniz ha bire. Gerekli donanımdan yoksun olduğunuz için, gerçeğinizi göremezsiniz. Gerçek yerine hayallerin peşinde koşarsınız. Kendi kendinize yarattığınız dünyada yüzer, gezersiniz. Sonra sizin gibi oynamayanlara kızar, öfkelenirsiniz. Bu durumda olanlar besbelli ki kendilerini nasıl değerlendirirseler değerlendirsinler, hiç bir zaman aydın olmaya layık değillerdir. Olsa olsa köylü toplumunun gerilimli koşullarında yaratılan birer figürandırlar.

Toplum geri, yoz ilişkiler içinde olduğu zaman, kitleler belli bir zaman diliminde bu figüranların etki alanında kalır. Bu süreçte; doğru tahliller, sağlıklı sonuçlar, erdemli politikalar elde etmek ve üretmek oldukça zor. Zor ama zoru başarmaktan ötede başka bir seçeneğimiz yok. Tarihi hep kendimizle başlatır, kendimizle bitiririz. Biziz, bizden başka kimse yok anlayışı bizi çıkmazlara sürüklüyor durmadan. Ama bir ders aldığımız yok. Özürlü beyinler hep özürlü projeler ve politikalar üretirler. Sıska ve cüce bedenler hep kendilerini dev aynasında görürler. Geri kalmış toplumlarda elbette ki kitleler nezdinde böyleleri belli bir sürece kadar revaçtadırlar. Ama unutulmasın ki bu sürece suni bir takım zorlamalarla müdahale etmek oldukça zordur. Zorluk, kendi doğal seyri içinde mutlaka aşılacaktır. O zaman tarihi içine düştüğü zor ve esaretten kurtarabiliriz. Her türlü resmi anlayışın, tarihi gerçekler önüne çektiği setler ve çelikten zırhlar bir bir yıkılır, bugüne dek suratımıza kapanan kapılar birer birer açılır ve arşivler aralanır. Doğrular, gün ışığına çıkar. Tarih; özgür bir havayı soluklar ve gerçekleri her kese karşı haykırır, olanca gücüyle. Vay, sahte projeleri üretenlerin, mürit ve dalkavukların haline o zaman! Korkulur, hep tarihin objektifliğinden, doğruluğundan.

Egemenler hep kendi söylemlerini söyletmek, kendi makamlarını çaldırtmak isterler. Yalan dolan hep revaçta, gerçekler hep tozlu raflarda kalsın isterler. En acısı da kendi tarihini hep başkalarından dinlemek, başkalarının kaleminde çarpıtılarak ters yüz edilerek okumak. Yüzyıllardır, tüm ulusların yazgıları hep aynı teranelerle mi sürüp gitmiş, yoksa bize özgü bir yazgı mı bu? Ve insanın kendi kendisine yabancılaşması, acıların en büyüğü. Sözüm ona insanın kendi aydının ve politikacısının bilerek veya bilmeyerek buna zemin hazırlaması, gelecek adına trajik bir durum.

Tarih ürkütücüdür, korkuludur, acılarla doludur. Tarihi deşmek, yiğitliktir. Doğrulardan sapmadan onu gün ışığına çıkarmak bir erdemliliktir. Bu nedenle, nerede olursanız olun, kim olursanız olun, konum ve yapınız ne olursa olsun eğer tarihi işinize geldiği gibi yorumluyorsanız, işinize gelmeyenleri elinizin tersiyle itiyorsanız, kişisel yorum ve duygularınız tarihi olaylara damgasını vuruyorsa, bu demektir ki doğruyu yakalama yetinizi yitirmişsinizdir.

 İster adına “resmi tarih” anlayışı veya “gayri resmi” tarih anlayışı deyin, ne derseniz deyin, siz bu durumdan kurtulamayanlardansınız. Tarih, bir ulusun geçtiği ve geçeceği tüm süreçleri yansıtan bir aynadır. Önüne geçtiğinizde sizi olduğu gibi gösterir. Yalın, arı, durudur. Suni uğraşlar, yapma büyüteçlerle onu ters yüz edemezsiniz. Saçma sapan şeyleri, tarih diye yutturmak, gerçeklerin özünü saptırmak, geri kalmış ilkel kafaların başvurdukları yöntemlerdir. Dünü, içinde yaşadığınız süreci ve geleceğinizi tozlu paslı, suni görüntülerle değil, doğal ve doğru olan görüntülerle yansıttığınız sürece gerçek tarihi yakalama şansınız artar, yenilgileri yengilere dönüştürebilirsiniz.

Elbette ki kolay değil bu. Sabır ister, soluk ister. Duygularla, hayallerle yaşamak, güzel bir şey. Ama tarihi, duygular ve hayaller alemine oturttuğunuz zaman, geleceğin ve içinde bulunduğunuz durumun körlüğünü yaşıyorsunuz demektir. Kuşkusuz, tarih methiyeler, övgüler, abartmalar yığını olmadığı gibi, yergiler, karalamalar ve küçültmeler yığını da değildir.

Çağdaş tarih anlayışı gerçekleri olduğu gibi görüp, gözler önüne serer. Övgülere ve yergilere ihtiyaç duymaz. Oysa resmi tarih anlayışı, bu yığınların toplamıdır. Kendi barometresini hep en üstte, karşısındakini hep alt noktada göstermeye çalışır. Bilimi, somut durumu, objektifliği göremezsiniz bu anlayışta. Çünkü özünde bilimle çelişir.

Resmi ideoloji denildiğinde bugüne dek hep egemenlerin resmi görüşü ön plana çıkarılmıştır. Oysa sorunun başka bir yönü de vardır. Sözüm ona resmi görüşe karşı mücadele etmek adına yola çıkan siyasi hareketlerin taşıdığı resmi görüşler hep es geçilmiştir. Kürd siyasi hareketinin bugün içinde bulunduğu çıkmaz ve çekilen acıların bir nedeni de bu olmalıdır.

Topluma güzel ve mutlu bir gelecek, demokratik bir düzen vaat edenlerin en başta kendi resmi ideolojileri ile mücadele etmeleri, yaşanan bunca acı deneyimlerin ışığında bir zorunluluk halini almıştır.

 Kendimizi ön yargılardan arındırıp, sorgulama süzgecinden geçirmediğimiz sürece, karları kendi hanemize, zararları başkalarına havale etme alışkanlıklarımızı terk etmedikçe acılarımıza çare bulamayız. Resmi tarih anlayışını algılamak, kavramak ve güdülen amaçların farkına varmak hiçte zor olan bir şey değildir. Çünkü, tarih boyunca egemenler, kendilerinden başka kimseyi görme erdemliliğini göstermemişlerdir. Hep onlar, onların üstünlüğü, başarıları, savaşları, cenkleri, cengaverlikleri. Kuşkusuz, barışı da ipoteklerinde görürler. Çünkü onlar, kendilerini her şeye kadir ve nadir görürler. Onlara göre, tarih onların eserleri. Onlarla başlamış her şey, onlarla bitecek. Zulüm, zorbalık, açlık kıtlık, kıran, gözyaşları, hak, adalet, hep boş şeyler. Onlara göre birer yalan. Tezler, kılıflar, teoriler, kendilerine göre olan arşivler, sahte belgeler, ciltler dolusu kitaplar hep onların. Korku, dehşet, kan ve gözyaşı günlük yaşam biçimleri.

Tüm bunların bize yansıyan sonuçları; yıkım ve trajedi. Tam bunları söylerken, çifte itirazlar ve değerlendirmeleri duyar gibiyim. İçi boş sözler, avunmalar ve savunmalar... Ama ya gerçek? Hiç kuşku olmasın orta yerde duruyor. Kürd tarihi, “acılar ve yenilgiler tarihidir” damgasından azad olamıyor. Bu koca halk, barış ve demokrasinin tadına varamıyor. Zulüm, zorbalık, ihanet, acı, bu güzelim coğrafyanın kaderi sanki. Ve en dayanılmazı da, ulusal kurumlardan, ulusal bir anlayış birliğinden yoksunluk. Bir kopukluk, bir bağlantısızlık vurdu damgasını gelmiş geçmiş tüm olaylara. Bir miras var. Ama sahipsiz. Doğrusu ve yanlışı ile sahiplenen yok. Zengin bir tarih var, deneyimlerle dolu. Ama dağınık ve arşivsiz. Sıfırın altında başlayanlarla, sıfırın üstünde işe koyulanlar arasında bir bağ, bir köprü kurulmadı bir türlü. Ve yahut kurulmak istenmedi. Tarihsel olaylar; hep hislere, duygulara yenik düştü. Neden, sonuç ilişkileri hep dışsal olgularda arandı bugüne dek. Aklın ve mantığın yolu suni değerlendirmelere yenik düştü.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

Bu haber toplam: 1443 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:04:23
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x