Ercan İlgin: PKK Sonrası Kürt Milliyetçiliğinin İnşası Üzerine

'' Bu savaş zaten Kürtlerin savaşı değil, tersine Kürtleri, Türkiye’deki güç odaklarının kendi içindeki iktidar mücadelesine peşkeş çeken bir savaştı. Dolayısıyla, böylesi bir örgütün silahlı mücadeleyi bırakıp kendisini feshetmiş olması Kürtler için her durumda olumludur ve desteklenmelidir. ''

17.05.2025, Cts - 15:11

Ercan İlgin: PKK Sonrası Kürt Milliyetçiliğinin İnşası Üzerine
Haberi Paylaş

PKK lideri Öcalan’ın bir süre önce örgütüne yaptığı fesih çağrısı nihayet olumlu bir şekilde sonuçlandı.  PKK yapmış olduğu 12. Kongrede, gerek silah bırakma gerekse de kendini feshetme konusunda aldığı kararla Öcalan’ın çağrısına harfiyen uyduğunu beyan etti.

Bu sürecin temeli geçtiğimiz yılın Ekim ayında atıldı. Şüphesiz bir devlet aklı ile oluşan ve MHP lideri Bahçeli’nin çağrısıyla hayat geçen bu süreçte, Öcalan’ın üç adet mektubu kamuoyuyla paylaşıldı. Öcalan, bunların ilkinde “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın paradigmasına katkı sunma” isteğini vurguluyor, ikincisinde ise Kürtleri egemenliği altında bulunduran dört devleti, yani Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi “emperyalist emellere karşı koruyacak bir model üzerinde çalıştığını” duyuruyordu.

Öcalan’ın, geçtiğimiz Şubat ayının sonlarındaki üçüncü mektubu ise birinci ve ikinci mektubundaki duyurusuyla paralellik arz etmenin yanı sıra bir başka radikal adım da içeriyordu. O da, kendi kurduğu örgütün yöneticilerine, silahlarını bırakmasının yanı sıra aynı zamanda örgütü de feshetmeleri çağrısını yapıyordu.

Yine Öcalan’ın bu üçüncü mektubunda Kürtlerin kültürel taleplerini de dar milliyetçilik olarak tanımlayıp, Kürtlerin bu konuda asgari düzeyde reform taleplerine de sırtını dönmüş olması bir başka açıdan önemliydi.

Öcalan’ın bu üç mektubundaki yaklaşımları, PKK’nin 12. Kongresinin sonuç bildirgesinde de karşılık bulacaktı. Özellikle, onun, Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerini emperyalist emellere karşı koruma çabasına örgüt de söz konusu bildirgesinde “Tam Bağımsız Türkiye” vurgusuyla tam bir destek verecekti.

Bu, aynı zamanda, Öcalan ve örgütünün; kendi devletinin bekasını merkeze alan ve halihazırda gerek iktidar gerekse de muhalefetin ortaklaştığı “yerli ve milli”, bir diğer deyimle Türk ulusalcısı çizgide hizalandığını gösteriyordu.

Diğer yandan şunu da göz ardı etmememiz gerekiyor: Gerek Öcalan, gerekse de örgütünün Türk ulusalcısı çizgide hizalanması aslında yeni bir şey değildi. Öcalan’ı okuyanlar, onun Türkiye’ye getirildiği 1999 yılından itibaren Kemalist ideolojiyi nasıl içselleştirdiğini rahatlıkla görebilirler. Örneğin, onun kaleme aldığı savunmasında “Atatürk’ün Kürt düşmanı olduğunu öne sürmek milliyetçi tuzaklara düşmek demektir” sözü bu anlamda önemlidir.

Dolayısıyla, bu savaş zaten Kürtlerin savaşı değil, tersine Kürtleri, Türkiye’deki güç odaklarının kendi içindeki iktidar mücadelesine peşkeş çeken bir savaştı. Dolayısıyla, böylesi bir örgütün silahlı mücadeleyi bırakıp kendisini feshetmiş olması Kürtler için her durumda olumludur ve desteklenmelidir.

Ayrıca yine bu örgütün pratiğinde, her dönem sivilleri hedef alan şiddet eylemleriyle, Kürtlerin haklılığından doğan meşruiyetine en büyük darbeyi vurduğu bilinmelidir. 

Bu nedenle bu kirli savaşın sona ermesi Kürtler için her anlamda hayırlı neticeler doğuracaktır. Diğer yandan yine bu savaşın Kürdistan’da yarattığı büyük yıkımın bilançosunu da unutmamamız ve bunu tüm çıplaklığıyla dile getirmemiz gerekiyor.

Evet, bir bütün olarak Kürt milleti, bu kirli savaş sürecinde, kendi dinamiklerini büyük ölçüde yitirdi ve ağır yaralar aldı. Toprağa düşen neredeyse yüz bin insan, yakılıp yıkılan binlerce köy, kendi coğrafyasını terk edip metropollere göçen ve oranın varoşlarında kaybolan milyonlarca insanımız ve en sonunda da “Hendek Savaşı” fantezisi ile yıkılan ve viran edilen kadim kentlerimizle birlikte yine bu fantezi uğruna toprağa düşen binlerce Kürt gencimiz bu yıkımın en trajik boyutlarını bize göstermektedir. 

Ayrıca, yine bu süreç, aynı zamanda, günümüz Kürt toplumunda hâkim hale gelen yılgınlık ve umutsuzluğun da esas kaynağını oluşturmakta.  

Yine, bu süreçte, Kürtlerin ödediği bu yıkımlar bir yana, 1999’dan günümüze uzanan dönemde, Kürt tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir biçimde ve sistemli olarak Kürtleri Kürtlüğünden koparmayı amaçlayan yeni bir paradigma Öcalan ve örgütünce, adım adım Kürtlere dayatıldı.

Bu yeni paradigma, Kürtlerin, legal siyaset alanında kendi hak ve menfaatlerini savunan bir siyasi oluşum oluşturmak yerine, Kürt dinamiklerini, bir koşum atı misali, Türkiye’nin kendi içindeki iktidar mücadelesinin en şoven ve en bağnaz kesimi olan Kemalizm’in hizmetine sunmaktı.

Bu noktada, Kemalistlerin elinde de çok önemli bir avantaj vardı. O da, Öcalan eliyle yarattıkları bir lider kültünün ve onun görüşlerinin Kürt toplumunun belirli bir kesiminde sorgulanmadan kabulüydü. Şüphesiz buna, kişisel ikbal elde etmek için o lider kültünden faydalanmaya çalışan her türlü ahlaktan yoksun bir bezirgan siyasetçi tayfa da dahildi. Elbette ki, onlarda, bu meyanda hizmete amade idiler. Onlar da, bu kirli savaşta bu örgütün vesayetini gönüllü olarak içselleştirmek suretiyle kendilerine bir siyasi rant elde etme yolunu seçtiler.

Tüm bu koşulların doğal sonucu olarak da, dağılmış, atomize olmuş ve milli şuurdan yoksun hale gelmiş bir millet gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu nesnel gerçeklik aynı zamanda Kürtler için dramatik bir çöküşe işaret etmektedir.

Bunu önleyecek olan tek şey ise demokratik ve meşru bir zeminde oluşacak olan Kürt milliyetçiliğidir. Çünkü dağılmış ve atomize olmuş bir toplumu yeniden bir araya getirme becerisi sadece milliyetçi düşüncede vardır. Bu bağlamda, milliyetçilik sadece kendi toplumunu toparlamakla ve ortak milli kaygılar temelinde birleştirmekle kalmaz, aynı zamanda yine kendi milletine statü talep eden doğal fıtratıyla bu arzuyu sahiplenen tüm kesimleri ortak bir gaye etrafında birleştirir.

Yine, Kürt milliyetçiliği, yukarıdaki satırlarda ele aldığımız gibi, Öcalan ve onun örgütü eliyle Kürt toplumuna enjekte edilmiş olan kolonyalist Kemalist ideolojinin yanı sıra İslamcı-ümmetçi ideolojinin yarattığı zehre karşı yegâne panzehir olacaktır.

Çünkü milliyetçilik, özü itibarıyla o milletin her bir ferdinin, milletinin çıkarlarını kaygılarının merkezine koyması ve onun iyiliklerini çoğaltması demektir. 

Sonuç olarak, Ortadoğu’nun kadim milletlerinden biri olan Kürtlerin, bir millet olarak varlığını sürdürmesinin yanı sıra yerküre üzerindeki diğer özgür milletler ailesi içerisinde yer almasını da hedefine koyan her bir Kürt bireyi, kendisini, her türlü ideolojiden azade bir biçimde merkezde konumlandıracak olan bir ortak milli aklın inşası çabasına girmelidir. Bunun ilk adımı da milliyetçiliği içselleştirmekten geçmektedir.

Bu da, her türlü parti ve örgüt şovenizmiyle her türlü lider kültünü elinin tersiyle iten yeni bir söylem ve yeni bir siyaset anlayışının hakim hale gelmesiyle mümkün olacaktır.

Bu noktada da Kürt aydınlarına, kanaat önderlerine, sivil toplum kurumlarına ve siyasetçilerine tarihi bir görev düşmektedir.

Rumî’nin vurguladığı gibi “Düne ait ne varsa dünde kalmıştır cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazımdır.”

 Ercan İlgin

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu haber toplam: 2122 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:17:54:21
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x