Kamil Kadir: Ehmede Xanî, Kürt Kimliği Karşı-Hegemonik Milliyetçilik (II)

12.05.2025, Pts - 17:14

Kamil Kadir: Ehmede Xanî, Kürt Kimliği Karşı-Hegemonik Milliyetçilik (II)
Haberi Paylaş

Antonio Gramsci, 20. yüzyılın en etkili Marksist düşünürlerinden biri olarak, toplumsal iktidarın yalnızca ekonomik üretim ilişkileriyle değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel alanlar üzerinden de tesis edildiğini savunmuştur. Bu bağlamda "kültürel hegemonya" kavramı, egemen sınıfın kendi dünya görüşünü evrensel ve doğal bir hakikat gibi sunarak toplumsal alanı kontrol etmesini açıklar.

Gramsci’nin ifadesiyle:

“Egemen sınıf, yalnızca baskı ve yasalarla değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik araçlarla da iktidarını korur. Gerçek değişim, yalnızca ekonomik düzenin değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik yapının dönüşmesiyle mümkündür.” (Hapishane Defterleri)

Bu hegemonik süreç, zor yoluyla değil, rıza üretimi yoluyla gerçekleşir. Hegemonya, egemen sınıfın ideolojisinin toplumun genelinde kabul görmesini sağlayan bir "kültürel liderlik" biçimidir“ (Hapishane Defterleri).

Ezilen sınıf ya da halklar ise ancak "karşı-hegemonik" bir bilinç geliştirerek bu tahakküm düzenine direniş gösterebilirler. Bu yazıda, Gramsci'nin kültürel hegemonya ve karşı-hegemonya tezleri temelinde, Kürt halkının ulusal kimlik ve milliyetçilik sorunsalı teorik olarak incelenecektir.

Sömürge Kürdistan’da Karşı-Hegemonya

Antonio Gramsci'nin hegemonya anlayışı, klasik Marksist altyapı-üstyapı ayrımına meydan okuyarak egemenliğin yalnızca ekonomik araçlarla değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik rıza üzerinden sürdürüldüğünü vurgular. Gramsci’ye göre „burjuvazi, yalnızca devleti (zor aygıtını) değil, aynı zamanda sivil toplumu da (rıza aygıtlarını) kontrol ederek hegemonik bir egemenlik tesis eder. Bu egemenlik, medya, eğitim, din, dil ve kültürel üretim gibi kurumlar aracılığıyla doğal, meşru ve değişmezmiş gibi gösterilir“ (Gramsci, 1971).

Bu hegemonik sistem, sömürge Kürdistan'da da benzer bir şekilde işlemiştir. Kürt halkı, yüzyıllardır sistematik olarak işleyen bir asimilasyon politikasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu asimilasyon, sadece askeri baskı ya da hukuksal inkârla değil; aynı zamanda kültürel hegemonya yoluyla, yani "rıza üretimi"yle yürütülmüştür.  Kürtçenin yasaklanması, Kürt tarihinin unutturulması,“Ne Mutlu Türküm diyene“, “Türk öğün çalış güven“,  "dağ Türkü" gibi inkârcı söylemlerin Kürdistanın dağlarına ve taşlarına nakşedilmesi, okul kitaplarında Kürt varlığına yer verilmemesi, medya organlarının merkezileştirilmesi ve dini retoriklerin Kürt kimliğine karşı kullanılması bu hegemonik düzenin temel taşlarını oluşturmuştur“ (Bozarslan, 2006; Skutnabb-Kangas & Bucak, 1995).

Sömürge İdeolojisinin Rıza Üretimi

Sömürge ideolojisi, sömürülen halkın kendi kimliğini, tarihini, dilini ve kültürünü değersizleştirerek yerine egemen ulusun anlatısını koyar. Bu anlatı zamanla içselleştirilir; böylece zor kullanmadan, birey kendi baskılanmış pozisyonuna "rıza gösterir". Gramsci'nin tabiriyle, "zihinlerin fethedilmesi", bedenlerin zorla yönetilmesinden çok daha kalıcıdır. Kürdistan’daki birçok birey, kendi dilini konuşmaktan utanır, çocuklarına kendi kimliğini öğretmez hâle gelir. Kürtçe konuşan kendi çocuklarımın dahi diğer aile bireyleri tarafından nasıl ötekileştirildiklerini bizzat yaşamış biri olarak bunları yazıyorum. İşte bu durum, hegemonik kültürün zaferidir. Bu hegemonik düzeni sarsmak ve rıza üretimini kırmak için kültürel karşı-hegemonya inşası zorunludur. Bu süreç, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kültürel, pedagojik ve sanatsal bir mücadele gerektirir. Bu noktada üç temel stratejik alan öne çıkar

1-      Kültürel ve Eğitsel Alan (Zihinsel Dönüşüm)

Bu alan, bireylerin dünyayı algılama, düşünme ve anlamlandırma biçimlerinin şekillendiği temel zemindir. Antonio Gramsci’nin hegemonya kuramına göre egemen sınıflar yalnızca zorla değil, rıza üreterek de toplumu yönetir. Bu rıza, özellikle sivil toplumun yapıları yani okullar, medya, dini kurumlar, aile yapıları, edebiyat, müzik ve günlük dil  aracılığıyla oluşturulur. Bu kurumlar, egemen ideolojiyi “doğal” ve “kaçınılmaz” bir gerçeklik gibi bireylere aktarır.

Gramsci’ye göre bu alanın hegemonya karşıtı bir şekilde dönüştürülmesi, yani bireylerin dünyaya dair algılarının ve düşünsel altyapılarının yeniden inşası, özgürleşme mücadelesinin vazgeçilmez bir unsurudur.

„Zihinsel Özgürleşme Olmadan Fiziksel Özgürlük Mümkün Değildir“

Kürdistan’da yüzyıllardır süren asimilasyon politikaları, özellikle eğitim ve kültürel alanda yoğun şekilde kendini göstermiştir. Devletin resmi ideolojisi, Kürt kimliğini inkâr etmiş; Kürt dili yasaklanmış; Dağlara ve taşlara sömürgeci sloganlar nakşedilmiş, Kürt tarihi çarpıtılmış veya görünmez kılınmıştır. Bu süreçte eğitim kurumları birer “hegemonik araç” olarak işlev görmüştür. Ancak son yıllarda bu alanda karşı-hegemonik pratikler de gelişmeye başlamıştır. Bu oldukça sevindirici bir gelişmedir.

Karşı-hegemonik pratiklerden somut örnekler:

Kürtçe Dil Eğitimi ve Anadilde Okullar:
belediyeler bünyesinde  ana okullar oluşturmak  Kürtçe eğitimi anayasal bir hak olarak talep etmek ve Kürtçe müfredatlar oluşturmak. Okullar yalnızca dil öğretmekle kalmaz, aynı zamanda Kürt tarihi, folkloru ve coğrafyasına dair bilgi üretir. Bu, Gramsci’nin "alternatif düşünsel yapıların inşası" yönündeki çağrısına doğrudan karşılık gelir.

Halk Akademileri ve Kültürel Merkezler:
Ülkemizin tüm bölgelerinde kurulan halk akademileri, sadece okuma-yazma değil, politik bilinç, tarih bilgisi, toplumsal cinsiyet ve özyönetim gibi konularda eğitimler verir. Bu kurumlar, egemen eğitim sisteminin dışında bilgi üretim merkezleridir ve halkın düşünsel dönüşümüne katkı sunar.

Kürt Medyası:
Medya da hegemonya üretiminde merkezi rol oynar. Kürt basını gibi youtube kanallar
ı, TV haber kanalları yalnızca haber sunmaz; aynı zamanda Kürt kimliğini güçlendirici bir dil kullanır, alternatif tarih anlatılarını yaygınlaştırır ve toplumsal dayanışmayı teşvik eder. Gramsci’ye göre bu tür medya araçları, egemen anlatının karşısında bir ‚ karşı-anlatı üretir.

Edebiyat, Sinema ve Müzik:
Dengbêjlik geleneğinden günümüz modern edebiyatına kadar, Kürt kültürel üretimi halkın tarihini, acılarını ve direnişini görünür kılar. Filmler  romanlar, tiyatrolar ve halk hikâyeleri, hegemonik inkâr politikalarına karşı birer kültürel hafıza alanıdır.

Kadın Akademileri
Kürt kadın hareketi tarafından geliştirilen insiyatifler sadece kadınlara dair bir bilgi alanı üretmez; aynı zamanda erkek egemen bilgi sistemine karşı alternatif bir epistemoloji ortaya koyar. Bu da Gramsci’nin "zihinlerin kurtuluşu" perspektifine doğrudan uygundur.

Gramsci’ye göre, gerçek bir dönüşüm yalnızca devlet yapısının ele geçirilmesiyle değil, halkın düşünce yapısının değişimiyle mümkündür. Kürt halkı açısından kültürel ve eğitsel alan, hem sömürgeci ideolojinin en derin izlerini taşıyan, hem de özgürleşme pratiğinin en güçlü zeminlerinden biridir. Bu alanda sürdürülen mücadele, hegemonik yapının çözülmesini ve halkın kendi tarihine, diline ve kimliğine sahip çıkmasını sağlar.

2-  Entellektüel Alan Organik Aydınlar

Sivil toplumun içinden çıkan, halkın dilini konuşan ve onların yaşantısını siyasal bir bilince dönüştürebilen bireyler, karşı-hegemonik mücadelenin motor gücüdür.

Bu aydınların rolü; sadece teorik bilgi üretmek değil, aynı zamanda somut eylemle toplumu harekete geçirmektir. Öğretmenler, sanatçılar, yerel gazeteciler, dinî liderler ve kültürel üreticiler bu anlamda stratejik aktörlerdir“ (Gramsci, 1971).

Ehmedê Xanî'nin tarihsel rolü bu bağlamda kritik bir öneme sahiptir. Xanî, Kürt halkının kolektif hafızasını diriltmeye çalışan ve ulusal bilinç yaratmayı amaçlayan bir figürdü. Onun Mem û Zîn adlı eseri, yalnızca bir edebi metin değil, aynı zamanda bir “karşı-hegemonya metni” olarak okunabilir. Xanî, hem dilin korunmasını hem de Kürt kimliğinin inşasını hedeflemiştir.

Bu bağlamda onun üretimi, Pierre Bourdieu’nün “kültürel sermaye” kavramıyla da doğrudan ilişkilidir. Xanî'nin dili ustalıkla kullanması, klasik İslamî bilimlerle halk anlatılarını birleştirmesi ve kolektif belleği estetik biçimde işlemesi, onu yalnızca bir edebi figür değil, aynı zamanda bir kültürel stratejist haline getirir. Onun şiirsel dili, Kürt kimliğini sadece tarif etmez; onu yeniden üretir, kutsar ve gelecek kuşaklara aktarılabilir hale getirir.

Gramsci'nin deyimiyle Xanî, “organik aydın” tipinin öncül temsilcilerindendir. Organik aydın, halkın içinden çıkan, halkın diliyle konuşan, halkın acılarına ve taleplerine entelektüel düzeyde cevap veren kişidir. Bu kişi yalnızca bilgi taşıyıcısı değil, aynı zamanda kolektif bilinç inşa eden bir figürdür. Kürtler açısından organik aydın, yalnızca devlet baskısına değil, aynı zamanda halk içindeki edilgenliğe, parçalanmışlığa ve kimlik bulanıklığına karşı da mücadele eden kişidir.

Bugünün Kürt toplumunda organik aydınlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır: Bu kişiler; akademide, edebiyatta, sanatta, medyada ve sivil toplumda halkı temsil eden, halkla birlikte düşünen ve halk adına hegemonik yapıları sorgulayan bir entelektüel güce dönüşmelidir. Ehmedê Xanî'nin mirası, bu yeni organik aydınlar için bir model teşkil eder. Onun eserleri, sadece geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de kültürel haritasını çizen metinlerdir.

Ehmedê Xanî, 17. yüzyılın derin karanlığında, halkının birliği için çağrıda bulunan bir bilgedir. Mem û Zîn yalnızca trajik bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda bir ulusun dağınıklığına, parçalanmışlığına karşı bir çığlıktır. Xanî, medreselerin taş duvarları arasında kaleme aldığı her satırda, Kürt halkının tarih sahnesinde bir özne olarak yer alması gerektiğini savunmuştur. Onun yalnızlığı, bir halkın sessizliğine karşı yazılmış bir direniş manifestosudur.

Sömürge ideolojisi, yalnızca bugünü tahrif etmekle kalmaz; geçmişin aynasını da bulandırır. Hakikati ters yüz eder, halkların belleğini unutuşa, kahramanlarını sessizliğe, mitolojilerini karanlığa gömmeye çalışır. İşte bu yüzden, Kürt tarihini yeniden yazmak ama bu kez halkın gözünden, halkın diliyle, halkın sesiyle yazmak yalnızca entelektüel bir görev değil; bir karşı-hegemonik zorunluluktur. Çünkü tarih, sadece olanı anlatmakla kalmaz; neyin mümkün olduğunu da fısıldar.

Bu bağlamda, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Şeyh Said, Seyid Rıza, Mela Mıstefaye Nemir gibi halkının sesi olmuş öncüler yalnızca geçmişin figürleri değil, geleceğin temellerini atan tarihsel bilinç taşıyıcılarıdır. Onların yeniden yorumlanması, bugünün mücadelesine yön verirken, kesintiye uğratılmak istenen tarihsel sürekliliğin de yeniden inşasını mümkün kılar. Zira ulusal bilinç, kuru bir nostaljinin içinde boğulacak bir duygu değil; politik bir direnişin, hakikat arayışının ve özgürlük idealinin mayasıdır.

Bu direniş zemini, sadece birkaç aydının omuzlarında değil, halkın ruhuna sinmiş, nesiller boyunca yankılanmış büyük ve ulu çınarların gölgesinde büyümelidir. Ali Harirî'nin dingin bilgeliği, Feqiyê Teyran’ın metafizik derinliği, Baba Tahir’in içli hikmetleri ve Cigerxwîn’in „Kîne Em Destanı“ ve Şakîronun feryadı bu halkın kültürel barîgeh’idir yani hem korunaklı bir sığınağı hem de sarsılmaz bir mevzisi. Onlar, yalnızca şiir ve destan yazmadılar; halkın hafızasını, acısını, umudunu, yenilgisini ve direncini kelimelere mühürlediler. Her dizede, her beyitte, her ağıtta; susturulmuş bir halkın kalbinin attığı duyulur.

Ali Harirî, 11. yüzyılda yaşamasına rağmen, eserleriyle halkına bir kimlik duygusu bırakmıştır. O, şiirinde Kürt olmanın onurunu ve özgürlüğün özlemini işlemiş; kelimelerle tarihe kök salmıştır. Onun “Kürtçeyi sevmek Allah’ı sevmektir” diyerek kurduğu cümle, bir halkın diline inançla sarılışının özetidir.

Bu büyük miras, Kürt halkı için yalnızca geçmişin bir yadigârı değil; geleceğin mayasıdır. Bu nedenle, tarihsel hafızayı diriltmek; modern mücadeleyle geçmişin yankısını birleştirmek ve sömürge ideolojisinin inşa etmeye çalıştığı kimliksizliği parçalamak anlamına gelir. Unutturulmak istenen ne varsa; hatırlamak, sahiplenmek ve yeniden dillendirmek, bir varoluş eylemine dönüşür. Çünkü hatırlamak, direnmenin en incelikli biçimidir.

Kürt halkının kolektif hafızasını yeniden diriltmek, bu büyük mirasla bağ kurmakla mümkündür. Bu bağ, modern mücadeleyle geçmişin yankısını bir araya getirerek sömürge ideolojisinin inşa etmeye çalıştığı boşluğu, kendi anlam evrenimizle doldurmamıza imkân verir. Unutturulmak istenen ne varsa; hatırlamak, sahiplenmek ve yeniden dillendirmek, bir varoluş eylemine dönüşür. Çünkü hatırlamak, direnmenin en incelikli biçimidir.

3- Politik Alan

Pasif Devrim ve Kürtler Açısından Anlamı:
Gramsci'nin “pasif devrim” (rivoluzione passiva) kavramı, toplumsal dönüşümlerin ani ve radikal bir kopuşla değil, mevcut egemen yapının içinde kademeli, örtük ve çoğu zaman kontrollü biçimde gerçekleşmesini tanımlar. Bu tür dönüşümler, görünürde reformist ya da barışçıl olabilir, ancak esasen mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üretmeye hizmet eder. Gramsci’ye göre pasif devrim süreci, halkın edilgenleştirilmesi ve rızasının yeniden üretilmesiyle ilerler. Ö
rneğin bazı siyasetçileri, sanatçıları, işadamlarını sistem içine alarak (entegre ederek) varolan sistemi meşru hale getirmeğe çalışır.

Kürtler açısından pasif devrim, yalnızca devletin yukarıdan aşağıya uyguladığı kültürel mühendislik projeleriyle sınırlı değildir. Aynı zamanda Kürt halkının kendi içinde özneleşememesi, hakikatine sahip çıkamaması ve tarihsel bilincini yitirmesi anlamına da gelir. Bu edilgenlik hali, fiziksel direnişten ziyade kültürel ve ideolojik bir teslimiyeti beraberinde getirir.

Hegemonya yalnızca kültürel değil, aynı zamanda siyasal bir süreçtir. Antonio Gramsci, devleti sadece baskı ve zor aygıtı olarak değil, aynı zamanda rızanın inşa edildiği bir hegemonya alanı olarak tanımlar. Bu çerçevede devlet, sadece polis, ordu ve yasalar yoluyla değil; aynı zamanda eğitim sistemi, medya, yargı, din gibi araçlarla da egemen sınıfın ideolojisini halka “doğal” ve “kaçınılmaz” bir gerçeklik gibi sunar.

Kürtler açısından bu siyasal alan, uzun süredir yalnızca bastırıldıkları bir alan olmamıştır; aynı zamanda direnişin, öz-örgütlenmenin ve alternatif siyaset biçimlerinin üretildiği bir mücadele sahası haline gelmiştir. Gramsci’nin “hegemonya mücadelesi” kavramı burada somut bir anlam kazanır: Kürt halkı, sadece egemen devlet yapısıyla çatışmakla kalmaz, aynı zamanda kendi siyasal öznelliğini kurarak alternatif bir yaşam biçimi ve yönetim modeli geliştirir.

Örgütlenme ve Demokratik Yapılar:
Özyönetim modelleri, Gramsci’nin “karşı-hegemonik yapı” kavramına güçlü bir örnek oluşturur. Burada halk meclisleri, kadın meclisleri, komünler,
kooperativler gibi yapılarla halk doğrudan karar alma süreçlerine katılır. Bu, halkın pasif bir nesne olmaktan çıkıp aktif bir özne haline gelmesini sağlar.

Kadınların Politik Alandaki Rolü:
Kadın meclisleri, yalnızca askeri ya da siyasi bir direniş değil, aynı zamanda patriyarkal ideolojiye karşı bir bilinç dönüşümünü de temsil eder. Bu, hegemonya kırılmasının toplumsal cinsiyet boyutuyla nasıl ilişkilendirilebileceğini gösterir.

Yerel Yönetimler ve Belediyeler:
Çok güçlü partizipativ ve güçlü bir demokratik katılımla geliştirilen belediyecilik, çokdilli hizmetler, kadın müdürlükleri gibi uygulamalar da bu alanın bir parçasıdır. Devletin merkeziyetçi ve tekçi yapısına karşı yerinden yönetim ilkesiyle halkın siyasal katılımı artırılmaya çalışılmıştır.

Cezaevi Direnişleri ve Politik Bilinç:
Devletin baskı aygıtlarının en yoğun kullanıldığı cezaevleri dahi birer “karşı-hegemonik okul”a dönüşmüştür. Tutsaklar, Gramsci'nin kendi tecrübesinde olduğu gibi, burada düşünsel üretim yapmış, halkına yönelik bilinç yükseltici yazılar yazmış ve kendi ideolojik pozisyonlarını güçlendirmiştir. Bu, hegemonya karşıtı mücadelenin yalnızca sokakta değil, zihinsel olarak da sürdürüldüğünü gösterir.

Bu bağlamda politik alan, sadece egemenlik ilişkilerinin yeniden üretildiği bir yer değil, aynı zamanda bu ilişkilerin sorgulandığı ve alternatif yaşam pratiklerinin geliştirildiği bir mücadele zemini olarak anlaşılmalıdır. Gramsci’nin perspektifiyle bakıldığında, Kürt hareketinin siyasal pratikleri, hegemonya karşıtı stratejik bir bilinçle örülmüştür.

Ancak Gramsciyen perspektifle düşünüldüğünde, pasif devrim yalnızca egemenler tarafından kullanılan bir yöntem değildir. Ezilen halklar da pasif devrimsel bir dönüşüm süreci başlatabilir. Bu, şiddete başvurmadan, sivil toplumu dönüştürerek, kültürü yeniden inşa ederek ve alternatif değer sistemleri geliştirerek gerçekleştirilebilir. Kürtler için pasif devrim; dilin yeniden canlandırılması, eğitimde Kürt tarihinin öğretilmesi, sanatta ve medyada kimliğin yeniden üretilmesi gibi alanlarda kendini gösterebilir. Bu şekilde bir dönüşüm, Gramsci’nin önerdiği karşı-hegemonik mücadelenin barışçıl ama derinlemesine bir stratejisine dönüşür. Yani Kürtlerin kurtuluşu, topyekûn ve silahlı bir devrimden ziyade, kültürel hegemonya alanlarında verilecek uzun soluklu, sabırlı ve yaygın bir pasif devrim pratiğiyle mümkün olabilir.

Dipnot: Antonio Gramsci (1891–1937), İtalyan Marksist düşünür, siyasetçi ve gazetecidir. En çok "hegemonya" ve "organik aydınlar" kavramlarıyla tanınır. Faşist Mussolini rejimi tarafından hapse atılmış, burada Cezaevi Defterleri’ni yazarak düşüncelerini geliştirmiştir. Gramsci’nin fikirleri, özellikle kültürel mücadele, ideoloji ve eğitim alanlarında günümüzde de etkili olmaya devam etmektedir.

 

 

Bu haber toplam: 1151 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:19:13
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x