Bölüm 13
1984 Yılında Cudi dağının Güney’e bakan yamacında kömür rezervleri ( Asfaltit ) üzerinde sondaj çalışmaları yapıyorduk. Çalışma sistemimiz 20 gün arazide 10 gün izin ve 2 gün de yol hakkı olmak üzere düzenlenmişti.
O bölgeye ilk gidişim 27 Mart 1979 da Ramazan Haşimoğlu ve 19 yaşındaki oğlu Sadun’a yapılan suikast nedeniyle olmuştu.1984 te ki gidişim Silopi ye ikinci gidişimdi. Heybetli Cudi dağının eteklerinde çalışmak bana büyük bir heyecan veriyordu. Oraya gittiğimde bölge insanından öğrendiğim bir gelenek benim ilgimi çok çekmişti.
Yüz yıllardan beri sürüp gelen ve Cizre, Silopi, Şırnak bölgesi halkının temmuz ayının ortasına denk gelen ilk Cuma ile Ağustos ayının ortalarına denk gelen cumaya kadar dört hafta boyunca Cudi dağının tepesinde devam eden ve sayıları üç bin dört bin ile ifade edilen sayıda insanların katıldığı şenlikler niteliğindeki panayır idi. Temmuz ayının ortalarına denk gelen bir Cuma günü üç arkadaşımla birlikte Cudi dağının tepesine çıkmaya karar verdik.
Panayırın İlk başlangıcı olduğu için, yaklaşık yüz kişi kadar gelmişti. Sabah 04.00 gibi yola çıkarak saat 07.30 gibi zirveye yakın bir yerde bulunan ve çok ince akan bir su kaynağının üzerinde durup beraberimizde götürdüğümüz yiyeceklerle kahvaltımızı yaptık. Dikkatimi çeken önemli şeylerden biri kömür damarının zirveye yakın yerlere kadar da kendini gösterdiği idi
Diğer etkilendiğim bir durumda, Cudi Dağı’nın zirvesinden gözünün alabildiği Suriye’ye kadar uzanan ovalara baktığınız zaman insan oğlunun sahip olduğu duygular adeta zirveye çıkıyordu. Oraya dört cumayı üst üste geçirmek üzere gelenler, yün yatak ve yorganları ile birlikte temel gıda ihtiyaçlarınıda getiriyordu. Biz bir geceliğine gelmiştik ve yanımızda birer battaniye götürmüştük. Gece uyuma vakti geldiğinde battaniyeleri boru şeklinde kendimize sararak uyumak istediysek te, temmuz ayının ortasında sabaha kadar soğuktan tir tir titrediğimi hatırlıyorum.
Cudi Dağının zirvesinde su ihtiyacı Sarnıçlardan karşılanıyordu. Ben ve arkadaşlarım 18 adet su sarnıcını saydık, birde Cudi dağının zirvesinin Kuzey tarafına düşen derin bir vadide yıllarca üst üste biriken ve on binlerce, hatta yüzbinlerce ton kar yığınları çukuru dikkatimizi çekmişti.
Bu maceradan yaklaşık 16-17 gün sonra ( Ağustos ayının ilk günlerinde) Şırnak üzerinden Kurtalan’a iznimi geçirmek üzere yola çıktım. Resmi araç bizi Silopi den Şırnak’a getiriyordu ondan sonra Eruh ve Siirt üzerinden Kurtalan’a özel araçlarla geçiyorduk. Şırnak’ta yolcu taşımacılığı yapan taksi dolmuşların kalkış yaptığı yere vardığımda, durakta ki görevli daha uzaktan bana seslenerek bir yolcumuz eksiktir gel arabaya bin hemen hareket ediyoruz dedi.
Aracın yanına vardığımda genç yaşlarda uzun boylu sivil giyimli ve okumuş görünümlü biri aracın önünde ayakta bekliyordu, onunla birlikte ön koltuğa oturacağız, çünkü arka koltukta yerli oldukları giyim kuşamlarından belli olan üç kişi oturuyordu. Bu sivil kişiyi görür görmez ya polis, yada subaydır kanaati bende hasıl olmuştu ve üç saat boyunca bunun yanında nasıl oturacağımın stresine düşmüştüm.
Oysa o gün Kürdistan bölgesinde 12 Eylül askeri darbesinin ardından, Kürd halkı üzerinde uygulanan baskı, şiddet ve insanlık dışı muamelenin bir panoramasını resmi bir güvenlik görevlisinin ağzından gözlerimle görmüş ve kulaklarımla duymuştum.
Bindiğimiz araç hareket eder etmez, yanımda oturan şahıs arka koltukta oturan kişilerle samimi bir sohbete girerek aynen şöyle söyledi:” Ahhh,ahh bu memleketten çekip gidiyorum o Ahmet Zeyrek’e iki tokat atmadan gidiyorum ya o bana koyuyor. Ardından şöyle devam ediyor:” Yahu ben kim, Ahmet Zeyrek kim, herif Binbaşı dan aşağı kimseyle muhatap olmuyor. Şerafeddin komiser de, Ahmet Zeyrek’i vurmaktan bahsediyor ve Şerafeddin komiser anlatmaya devam ediyor.”Herif ( Ahmet Zeyrek) vatandaşın birini, kalaşinkofu var diye ihbar ediyor. Bunun üzerine vatandaş yakalanıp 15 gün boyunca her türlü işkenceden geçirildikten sonra Ahmet Zeyrek vatandaşın yanına sokularak, ailene haber sal 500 bin TL hazırlasınlar ki, bunların ağzına koyayım yoksa buradan senin cenazen çıkar diye adamı ölümle tehdit ediyor. Bunun üzerine 15 gündür anasından emdiği süt burnundan çıkan mağdur kişi eve haber salıp istenen parayı verdirip oradan kendini kurtarabiliyor.
Ahmet Zeyrek denen kişi adamı yalan ihbarla yakalatıyor.15 gün boyunca her türlü işkenceden geçirildikten sonra ondan hem para alıyor hem de ölümden kurtarıyor yalanı ile kendine minnettar bir duruma getiriyor.”
Yanımda oturan sivil giyimli kişi ile arka koltukta oturanlar arasındaki sıcak ve samimi sohbetten bu kişinin adının Şerafeddin olduğunu, Şırnak’ta emniyet biriminde komiser olarak görev yaptığını ve tayininin Yozgat’ın Çekerek ilçesine çıktığını, Çekerek ilçesine giderek ev bulup taşınma hazırlığı içinde olduğunu anladım.
Şerafeddin komiser, Şırnak’ta bıraktığı anılarını arka koltukta oturanlara anlatmaya devam ediyor:” Bir köyün adını vererek, bir gün sıkıyönetim komutanlığından bana bir emir gelerek, Yüzbaşının komutasında yanıma polisleri de alarak bahsi geçen köye gideceğim söylendi Yüzbaşı ile birlikte köye vardığımız da 19 köylünün yerlerde yaralı şekilde durduklarını gördüm Yüzbaşı hemen bana dönerek Komiser bu yaralıları al ve Şırnak’ta ki Tugaya götür dedi” Ben yaralıları götürmesine götürürüm de bu yaralıları ben burada bu şekilde gördüm. Bunların arasında ağır yaralı olanları da var, siz bana bunları bir tutanakla teslim ederseniz, istediğiniz yere götürürüm, tutanaksız ben bunları buradan hiç bir yere götüremem dedim. Bu tavrım üzerine Yüzbaşı bana dönerek sen benim emirlerime karşı mı geliyorsun, Tugaya gidelim seni paşaya şikayet edeyim de aklın başına gelsin sözüne karşı, emirlerinize karşı gelmiyorum, Ben bunları burada yaralı halde gördüm, kimlerin bunları bu hale soktuğunu bilmiyorum. Ama yolda bunlardan biri ölürse bunun hesabını nasıl vereceğim. Yine tekrarladım bir tutanakla bana teslim edin, istediğiniz yere götüreyim dedim.”
Şırnak’ta ki Tugay komutanlığına vardık, yüzbaşı hemen Paşa’nın yanına giderek beni verilen emirlere karşı gelmekten dolayı şikayet etti. Paşa beni huzuruna çağırdı ve yüzbaşının emirlerine karşı gelmiş olduğun doğru mudur diye sordu? Paşa’nın bu sorusu üzerine kendisine köydeki durumu olduğu gibi anlattım ve eğer inanmazsanız buyurun, Tugaya getirilen yaralı köylüleri siz gözünüzle görünüz paşam dedim. Bunun üzerine paşa emir subayını ve beni de yanına alarak yaralı köylülerin olduğu yere gittik. Paşa aracından inerek köylülere dikkatlice bir süre baktı ve gözleri dolarak, bana hiç bir şey demeden, oradan ayrılıp geldik.”
Şerafeddin komiser sözlerine devam ediyor: “Eğer bu Paşa’nın yerine başka biri olsaydı, şimdi ben Diyarbakır sıkıyönetim cezaevinde tutuklu durumda olurdum.” Şerafeddin komiseri dinlerken kendi kendime dedimki, bu mekanizmanın içinde halen vicdan sahibi namuslu insanlar varmış demek.
Şerafeddin komiser o gün bu gündür benim usumda önemli bir iz bırakmıştır. Nereli olduğunu, Şırnak’ın yerlileri ile o sıcak, samimi ve içtenliği nereden geliyordu bana hep merak olmuştur.
İzne gittiğimde 1984 Ağustos ayının ilk günleri idi. Her zaman olduğu gibi iki günlük yol hakkıyla birlikte 10 günlük iznimi kullandım ve 16 Ağustos’ta sabah 07.00 gibi Kurtalan’dan çıkıp Siirt’e gittim. Şırnak minibüslerinin kalkış yaptığı durağa gittim ve durakta diğer günlerden farklı bir atmosferle karşı karşıya geldim. Eruh, Şırnak yönüne gidecek epey sayıda insan birikmiş, araçlar hareket etmiyor ve sebebini de kimse bilmiyor.
Zaman geçtikçe mırıldanmaların yerini huzursuzluk ve tepki almaya başladı. Yazıhaneden sorumlu Arap kökenli ve hoca lakabı ile tanıdığımız kişi baktım birden bire: ”Yahu bu gece Barzani’nin Apocuları Eruh’u basmış o nedenle araçları bırakmıyorlar diye seslendi.”
Doğrusu herkeste bir şaşkınlık olmaya başladı. 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden dört yıl geçmiş. Baskı ve şiddet yöntemleri sadece cezaevlerini değil yukarıda ismini zikrettiğim Devletin emniyet teşkilatında görevli komiserin kendi ağzından itiraf ettiği gibi kırsal kesimde de acımasız bir şekilde devam ettiği bir sırada PKK’nın çıkıp Eruh ilçesini basıp belli bir süre ilçeyi kendi kontrolüne alacağı kimsenin aklından bile geçmemişken, böyle bir olay herkesi şaşkınlıkla karşı karşıya getirmişti. Bana en tuhaf gelen şey ise hoca lakaplı ve Arap kökenli simsarın Barzani’nin Apocuları Eruh’u basmış sözleriydi.
Yaklaşık iki saatlik gecikmeden sonra yolcular arasında bulunan ve izin dönüşü birliklerine dönmek üzere yola koyulan iki Asteğmenin resmi yetkililerle girdikleri diyalog sonunda konvoy halinde sabahtan bekleyen araçlara yol serbestliği verildi.
Eruh ilçesinin girişinde de yaklaşık bir saat konvoyu beklettikten sonra araçlara yol verildi. Eruh ilçesinin girişinde beklediğimiz süre içinde konvoyda ki yolculara akşam meydana gelen olayları Eruh halkının macera filmleri gibi bize anlatmaları da unutulmayacak anılarım arasına yerleşti.
Silopi deki işyerine vardığımda ilk işim, Şerafeddin komiserin sözünü ettiği Ahmet Zeyrek’i benimle aynı makinada çalışan Şırnaklı işçilere sormak oldu. Ahmet Zeyrek’in ismini duyan Şırnaklı sondaj işçileri biraz şaşkın ve tuhaf bir şekilde Mehmet usta sen bunu nereden tanıyorsun diye sordular. Bende Şırnak Siirt arası yolculukta şahid olduğum olayı dile getirince, meğer Şerafeddin komiserin anlattıkları devede kulakmış.
PKK, Ahmed Zeyrek’e yönelik üç defa suikast girişiminde bulundu. Yanlış hatırlamıyorsam 1986 yılında Şırnak ilçesinin Uludere yolu üzerinde ki köyüne gece saatlerinde üç kişilik bir PKK timi Ahmed Zeyreki’in kapısına dayandı. Kapıyı açan Ahmed Zeyreki’in kardeşi buyurun kimi sordunuz? Sorusuna bizim Ahmed le bir işimiz var demeleriyle ,Ahmed’ in kardeşi buyurun Ahmed benim demesiyle kurşun yağmuruna tutuyorlar. Nasıl olsa görevimizi tamamladık deyip döndükten sonra Ahmet Zeyrek’in yerine kardeşinin kendini feda ettiği ortaya çıkıyordu.
1987 yılında yeniden Ahmet Zeyrek e yönelik yaklaşık 30 kişilik silahlı bir grup tarafından köye saldırı yapıldı. Saldırı anında açılan kapının arkasında ki boşluğa saklanan Ahmet Zeyrek yine kurtuldu. Evde bulunan 8 kişi silahla taranarak feci bir şekilde öldürüldü ve Ahmet Zeyrek yine sağ olarak saldırıdan kurtuldu.
O dönemde olayın keşfine katılan bir adliye görevlisinin verdiği bilgiye göre, Ahmed Zeyrek olay sonrası defalarca güvenlik birimlerini arayıp olayı bildirmesine rağmen sabah gün aydınlanmadan hiç bir güvenlik ekibi Ahmet Zeyrek in bütün çığlıklarına kulaklarını tıkamışlardı. Aileyi yakından tanıyan yöre halkı o saldırıda öldürülen Ahmet Zeyrek in 18 yaşındaki genç kız kardeşine ve TV izlemek üzere o gece orada bulunan komşularının 12 yaşındaki oğluna çok üzülüyordu.
Nihayetinde 1988 yılının bir dinî bayramın arefe gününde Ahmet Zeyrek üç koruması ile birlikte Cizre’de berberde tıraş olup arabasına bindiği bir sırada Kalaşnikoflu bir saldırganın yaylım ateşine maruz kalarak üç koruması ile birlikte orada can veriyorlardı. Bayram tatili nedeniyle ben izindeydim, bayram dönüşü Silopi’de ki işyerime döndüğümde bölge halkı adeta kendini çifte bayram sevinci içinde görüyordu.
Bu olay bölgede PKK’nin lehine büyük bir sempati ortaya çıkmasına neden olmuştu. Çünkü bölge halkı büyük bir beladan kurtulmuştu. Ne var ki yakın bir zamanda hayatını kaybeden ünlü gazeteci Celal Başlangıç 2000 li yıllarda Radikal gazetesinin son sayfalarından birinde eski gerilla, yeni itirafçı Ahmet Babat (Aslen Rojavalı) isimli kişi ile yaptığı uzunca röportaj da Ahmet Zeyrek’i Jitemci Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in emriyle kendilerinin öldürdüğünü itiraf ediyordu. Celal Başlangıcın Ahmet Zeyrek, Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in ekibinde değil miydi? Neden öldürdünüz? Sorusuna şöyle cevap veriyordu: Evet Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in ekibindeydi, Cem Ersever bu adam bizim bütün pisliklerimizi biliyor. Bir gün aleyhimize dönerse rezil oluruz gerekçesiyle onu öldürme kararı aldı diye cevap veriyordu.
Bu olay Kürdistan’daki cinayetlerin ne kadar grift, karmaşık ve kirli olduğunun somut bir kanıtıdır. Aynı zamanda bölgede PKK ye bölge halkının bu olaydan dolayı ne kadar sempati duymasına neden olduğu da ayrı bir konudur. Ahmet Zeyrek muhbirliği ve devletle işbirliği içine girerek, Devletin militarist güçlerinin üzerinden bölge insanının üzerinde akıl almaz zulümler ve hakaretler yapıyor diye PKK iki sefer onun evine yönelik suikast girişiminde bulunuyor ve her ikisinde de başarılı olamıyor. Üçüncü suikast girişiminde üç koruması ile birlikte öldürülüyor ve bu eylem PKK’nın hanesine altın harflerle yazılarak bölge halkı üzerinde PKK ye yönelik büyük bir sempati oluşmasına neden oluyor. Olaydan yaklaşık 20 yıl sonra bu olayın faillerinden biri eylemi JİTEM’in kurucularından Binbaşı Cem Ersever’in emriyle kendilerinin işlediğini itiraf ediyor.
1938 den 1984 yılına kadar Kürdistan’ın Kuzey’inde bir ilk ti PKK’nın 15 Ağustos gecesini 16 Ağustosa bağlayan gecede Eruh ve Şemdinli ilçesinde yaptığı silahlı eylem. Görünürde küçük te olsa etkisi çok büyük olmuştu. Eylemin yapıldığı koşullar, Kuzey Kürdistan tarihinin en çetin, baskıcı ve insan haklarının her yönüyle ayaklar altına alındığı bir dönemdi. Bu açıdan bakıldığında somut koşullar açısından herkesi heyecanlandıran ve bir nebzede olsa umut veren bir yapısı vardı. Diğer açıdan ise halkın örgütsüzlüğü, dağınıklığı, bununla birlikte milli mücadeleye önderlik edecek bir mekanizmanın eksikliği kafalarda soru işareti bırakıyordu.
PKK’nin 1984 yılı içinde yaptığı dikkate değer eylemlerinden biri Siirt’in Kurtalan ilçesinde yaptığı banka soygunudur. Aralık ayının son günlerinden birinde, havanın kararmaya başladığı ve mesai saatinin bitmesine az bir zaman kala dört kişilik silahlı PKK gerillası Kurtalan çarşısının üst çıkışında bulunan Halk Bankasına girerek kasadaki paralara el koydular.
Dört kişilik grubun ikisi içeride paraları toplamakla uğraşırken silahlı diğer iki kişide bankanın kapısının önünde durarak, bir taraftan havaya ateş ederken, diğer taraftan da siyasi sloganlarını yüksek sesle söylemeye başlarlar. Bankanın veznedarı iki sefer alarm ziline basar ve eylemciler onu ikaz etmelerine rağmen, yaklaşık 150-200 metre mesafedeki emniyet amirliğinden hiç bir girişim olmamaktadır. Banka personelinin verdiği bilgiye göre üçüncü defa veznedarın alarm ziline basması sonucu bankanın içindeki silahlı kişiler veznedara ateş ederek öldürürler. Yine çarşıdaki görgü tanıklarının ifadelerine göre bankaya yakın bir mesafede resmi kıyafetleri ve silahlı olmasına rağmen, sessiz kalmasına hiddetlenen toplumdan bazı kişiler: ”Sen görmüyor musun olanları şeklindeki sorularına, ben ne yapabilirim ki onlarda keleş var bende ise 7.65 mm çapında Kırıkkale tapanca var, ben onlara karşı ne yapabilirim ki diye cevap verir.’
Devlet o gün o kadar acizdir ki, Kurtalan çarşısının içindeki Devlet bankası basılarak içindeki 1.800000 TL paraya el konuluyor, Devlet memuru olan veznedar öldürülüyor, bankanın kapısının önünde durarak dakikalarca havaya ateş edilip siyasi sloganlar atılıyor ve Devlet bütün bunlara karşı sessiz ve sedasız kalıyor.
Diğer taraftan ise hemen sokağa çıkma yasağı ilan ederek, evlere baskınlar yapılıyor, yaklaşık 70 kişi gözaltına alınıyor. Bu 70 kişinin içinden başat kişi yine DERWÊŞÊ SADO dur. Kurtalan’daki eylemin yapıldığı dönemde ben yine Silopi’de ki şantiyede çalışıyorum.
Olayı ilk duyduğumda o dönemde PKK’nın Kurtalan’da ki iki önemli yandaşı aklıma geldi. Kendi kendime olayı değerlendirirken şöyle bir sonuç çıkardım. Eğer PKK yandaşı bu iki kişi yakalanmışsa demek ki Devletin bölgede ciddi bir istihbaratı vardır dedim. Eğer bu iki kişi dışarıda ise, demek ki bu Devletin bölgedeki istihbaratı zayıftır. İzin dönüşü eve geldim ve çarşıya çıktığımda bu iki kişinin çarşıda volta attığını görünce Devletin bu bölgedeki istihbaratı zayıf olduğunu anladım.
O dönemde gözaltına alınan ve günümüzde emekli öğretmen olan bir arkadaşımızın o süreçle ilgili verdiği bilgileri buraya aktaracağım.
“Kendi başarısızlıklarını ve beceriksizliklerini olayla ilgisi olmayan değişik meslek gruplarından ve farklı kuşaklardan yaklaşık 70 kişi den çıkarmanın çabası içindeydiler. Derwêş’in amcası oğlu Cemil Akgül de gözaltına alınanlar arasındadır .Bir ara Cemil Akgül’ü alıp götürdüler ve belli bir zaman diliminden sonra Cemil’i tekrar aramıza getirdiklerinde çok perişan bir haldeydi. Halinden öyle anlaşılıyorduki çok işkence ve hakaret yapmışlardı.
O süreçten önce biri 1970 öncesi ve biri de 1980 öncesi Pencenara aşiretinin desteğiyle Kurtalan’da belediye başkanlığı yapmış. İlk belediye başkanlığı 12 Mart 1971 de yapılan askeri darbenin ardından tutuklanarak elinden alınmış.12 Eylül 1980 de yapılan askeri darbe ile Cemil Akgül ikinci sefer askeri yönetim tarafından görevden alınmıştı.
Aşiretin göz bebeği sayılan ve 1952 de çıkarılan afla ailesiyle birlikte ülkesine geri gelen Cemil Akgül, Cemilê Çeto nun torunu olması nedeniyle de aşiret tarafından sevilip sayılan ve ailesi tarafından el bebek gül bebek yetiştirilen Cemil Akgül gördüğü işkence ve hakaretler nedeniyle adeta kendini kaybetmişti. Bunun bu haline dayanamayan ve bu tür soruşturmalarda ondan daha deneyimli ve medeni cesarete sahip olan Derwêş’ ê Sado amcaoğlunun yanına sokularak onu öper ve yüksek sesle bağırarak, bu ilkte değil, sonda olmayacaktır. BERXÊ NÊR Jİ KÊRÊ RE YE (ERKEK KUZU KESİM İÇİNDİR) kendine gel ve cesur ol diyerek, yine yüksek sesle herkesin duyabileceği bir şekilde Filistinli silahlı militanlar, İsrail deki bir havaalanından Fransa’da ki bir hava alanına gitmek üzere havalanırken uçağı Uganda da ki Entebbe havaalanına kaçırdılar. İsrail devletinin komando timleri, binlerce km ilerideki havaalanına baskın yaparak, Filistinli gerillaları etkisiz hale getirip, rehine durumundaki vatandaşlarını kurtarabiliyorlar.
Siz ise yürümeyle Emniyet teşkilatınızdan beş dakika mesafede bulunan bankaya karşı yapılan eyleme seyirci kalıyorsunuz. Ondan sonra da ilgisi alakası olmayan bu kadar insanı içeri tıkıp zorla işkenceyle eylemi yapanlar nereye gitti diye hıncınızı bizden çıkarıyorsunuz. Derwêş’ê Sado bu tavrıyla gözaltındakilere hem cesaret, hem de soruşturmada izleyecekleri tutum konusunda adeta yol gösteriyordu.
Dağdan gelip bu eylemi yapanların nereye gittiğini burada göz altında olanlar değil ancak eylemi yapanlar nereye gittiklerini bile bilirler diye oradaki görevlilere seslendi. Ayrıca Derwêş her sorguya alındığında 1965 te kurulan TKDP yi kastederek bu işler hep sizin altınızdan çıkıyor imasını vermeye çalışıyorlardı.
O dönemde gözaltına alınan bir çok kişiyle yaptığım görüşmede Derwêş ile ilgili hemen hepsi olumlu şeyler söylüyordu. Onun tecrübeli duruşu ve medeni cesareti bizim için moral kaynağı oluyordu. Kek Derwêş’ê Sado olmasaydı biz o süreci çok daha zor geçirebilecektik diye konuşuyorlardı. Aynı dönemde Kurtalan Ziraat Bankası personelinden de beş kişi gözaltına alınmıştı. O beş kişiden biri de yaklaşık bir yıl önce hayata veda eden amcam oğlu M. Emin di ve kek Derwêş’ê Sado ile ilgili yukarıda anlattığım pozitif duruşunu kendisi de bana teyit etmişti.
Devam edecek