Onların kırmızı çizgileri vardı. Bizim ise hiçbir şeyimiz. Kürt’e hakaret serbestti. Ulusal onurları vardı adamların. Artık nasıl bir onursa, bilemiyorum. Kürdistan kelimesi Türkleri yaralıyormuş!
2015’in panoramasını yap deseler, nereden başlayacağımı bilemem. Çünkü bu yıl, o kadar çok şey yaşadık ki…
İki seçim atlattık. Her seferinde sivil siyasetçilerimizin bazıları, sinirden neredeyse bizi çatlattı. Kürt realitesiyle alakalı ve sorunu çözüme götürecek yöntemler izlenmedi. Kuzey siyasetinin muğlaklığı, çoğu zaman bizi de kararsız kıldı. Kafa karışıklıklarının giderilmesine dönük, hiçbir çaba sarf edilmedi. Türkiyelileşme söylemi, mesela beni çok rahatsız ediyordu.
Neden ve niçin Türkiyeli olacaktım. Söylenen hiçbir şey beni tatmin etmiyordu. Ama her seferinde de gidip oyumu HDP’ye verdim.
Tepki olarak HAK-PAR’ı düşünmedim de değil. Ama siyasetini PKK düşmanlığı üzerinde şekillendirdiği için, tepkiden de olsa oyumu onlara vermeye gönlüm elvermedi.
Bir netlik yoktu. Ortalık ise darmadağındı. Her seçim öncesi HDP parti binası ve lokaller yakılıp yıkıldı. HDP’nin başarılı olmaması için her yol denendi. İnsanlarımız Türk şehirlerinde linç edildi. Her seferinde kardeşlikten dem vurduk. Belki de olması gereken buydu. İnsanlarımızın ölmemesi gerekti.
Hem az sayıda, belki de sayıları on bini bulmayacak Türk dostlarımız vardı. Anlaşılır bir tarafı var bu durumun. Bilmediğimiz şey şuydu: O dostlarımız her hâlükârda yanımızda olacaklardır. Çünkü onlar vicdan sahibidirler. Ama bu on bin kişiyle de, Türkiye’nin demokratik devrimi yapılmazdı.
Asıl görevi unutmak gibi bir durum ortaya çıkıyordu. Kürdistan kelimesi ağızlara alınmamaya başlandı. Geri adımlar atmanın sınırı yoktu. Ve Türk devleti hiçbir şekilde tatmin olmuyordu. Kürt’e ait tüm dinamikler yok edilmeliydi. Yaranmak için harcanan emekler boşunaydı.
Bombalar patladı. Parçalandı bedenlerimiz. Kimisi öldü, kimisi de ömür boyu sakat kalacak. Diyarbakır mitinginde patlatılan bombalar, Sonrası Suruç ve Ankara katliamları, tutuklamalar, hakaretler…
Yaşanan her olay bizi hüzne boğdu. İçimizdeki kin dağı büyüdü.
Onların kırmızıçizgileri vardı. Bizim ise hiçbir şeyimiz. Kürt’e hakaret serbestti. Ulusal onurları vardı adamların. Artık nasıl bir onursa, bilemiyorum. Kürdistan kelimesi Türkleri yaralıyormuş!
Kürdistan kelimesiyle yaralanan Türklere, geberin demekten başka bir söz bulamıyorum.
Gelelim diğer parçalara.
Şengal’de dünyada eşi menendi görülmemiş olaylara tanıklık ettik. Gencecik kızlarımız götürülüp Arap ve Türk pazarlarında satıldı. Evet, bu insanlık düşmanlarının Antep’te köle pazarlama bürosu açtıklarını unutmayalım. DAİŞ’i ortaya çıkartan, finanse eden Türk devletidir.
Kobane yerle bir edildi. Yüzlerce insanın ölümüne şahit olduk.
Yüzlerce vahşete…
Halkım ölümüne direndi. Kobane zordaydı ve dünya sessizdi. Diyarbakır başta olmak üzere, tüm Kürdistan ayaklandı. Elliden fazla şehit verdik.
Türk devleti kana doymuyordu. Her gün bir çiçeğimiz koparılıp götürülüyordu.
Tüm bu olaylar gençlerin patlamasına neden oldu. Üç parçada da öldürülen Kürtlerin katilleri Türk devletiydi ve bunu da Kürt halkı biliyordu.
Her patlayan bomba ve mermiyle diş biledik. Bu yaşımızda bile, elimize silah tutuşturma niyetine getirdiler bizi, hem de defalarca.
Ki onlar genç. Olay ve bağıntıları bizden daha iyi analiz edebiliyorlar. Ve yaşlarından dolayı bizden daha tepkiseller.
Kimse ölmek ve işkenceden geçmek istemez. Kendilerini korumaya almak zorundaydılar. Hendekler ve barikatlar böyle ortaya çıktı.
Şehirlerin etrafı tankla topla tutuldu. Şimdi ise rast gele top ateşi yapıyorlar. Artık nereye denk gelirse; okul mu, ev mi, çocuk mu fark etmiyor. Elleri tetikte. Öldürüyorlar. Değil sokağı çıkanı, evin içindekini bile vuruyorlar. Gözlerine kan bürünmüş.
Kürdistan’da çürümesin diye, ölü bedenlere buz konuluyor. Sokak ortalarında cenazelerimizi almak isteyenleri keskin nişancılar vuruyor. Çığlık çığlığa analarımız. Ortalık zemheri karanlık ve analarımızın feryatlar yankılanıyor dört bir yanda.
Türk ekonomik kaynakları kurutulmadan da, bu zemheri karanlık sürüp gidecek, biliyorum.