PKK’nin Kürdistan’da yürüttüğü mücadele süresince içerideki pratiği de batı-karşıtlığı anlayışına uygun sürmüştür. Bu anlamda Kürdistan’da batıya yaklaşma/yakınlaşma şansı olan diğer yapılara (milliyetçi-ulusalcı) da acımasız ve yok edici olarak yaklaşmıştır.
Anti-Amerikancı tutum ile anti-emperyalist tutumun farklı kavramsal yapılar olduğu gerçeğini vurgulayarak başlamak istiyorum. Bu kavramların farklılığına örnek vermek gerekirse gerek sömürgecilik çağında İngilizlerin Fransız karşıtlığı gerekse de birinci ve ikinci dünya savaşında emperyalistlerin birbirine karşı tutumları göz önüne alınabilir. Öyleyse burada karşıtlık kavramını anti-emperyalist tutumdan ayırt edebilme şansımız olacaktır. Anti-Amerikancı karşıtlığı daha genelleştirecek olursak Batı karşıtlığı kavramıyla karşılaşırız ki bu çok tanınan bir kavram olarak bazı güney doğu Asya ülkeleri, Çin ve Rusya’nın tutumu buna örnek olarak verilebilir. Ancak belirtmek gerekiyor ki bu ülkelerin tutumu ulusal temelli bir tutum olup kültürel bozulmayı engellemeye yönelik bir tavırdır. Böylece ulusal bilinci ve buna bağlı kültürel temelli ulusal çıkarları koruma adına gerçekleştirilir. Bu karşıtlık kültürel temelde gerçekleşirken batının veya diğer ulusların sahip olduğu bilim, teknik, teknoloji gibi yaşamsal olguları içermemektedir.
Kuzey Kürdistan’da yaklaşık kırk yıldır silahlı şekilde yürütülen mücadele ise bu anlamıyla anti-emperyalist bir içerik taşımamaktadır. Bu yönüyle burada çok önemli bir hedef saptırma ve hiç ilgisi olmayan bir batı-karşıtlığı biçimi ile karşılaşmaktayız. Temelde bu anlayışın Türk sol hareketinin içeriği boşaltılmış amaçsız bir türevinden başka bir şey olmadığı ayrıca bilinmektedir. Türk sol hareketinin devlet tarafından sistematik olarak yeşertildiği ve bu anlamda devrimci ve ilerici hareketi yutacak bir girdap şeklinde tasarlandığı gerçeği konuya ilişkin yazan aydınlar tarafından belirtilmekte, ayrıca bu sol yapılara karşı devletin yürüttüğü mücadele ile de TC’nin batı gözünde iyi bir müttefik olma misyonunu tanılama olarak kullanıldığı bilinen bir durumdur. Bu hareketin Kuzey Kürdistan’daki yansıması bu anlamıyla içi boşaltılmış anlamsız bir döngüye yol açmaktadır. PKK bu anlamda gerçek anti-emperyalist bir tutuma sahip olması olanaklı değildir. Nitekim tarihsel pratiği göz önüne alındığında anti-emperyalist bir tutuma sahip olsaydı birinci önceliği Kürdistan’ın esas sömürgecilerine karşı bu pratiği yönlendirirdi, ikincisi anti-emperyalist blok olarak kendini tanımlayan ulus veya uluslararası güçlerle ittifak kurmanın yollarını arayabilirdi. Anti-emperyalist bloklarla işbirliği yapan birçok örnek Afrika’da, Güney Amerika’da ya da Güneydoğu Asya’da vardır. Ancak PKK bunu yapmak yerine hedef saptırarak salt anti-Amerikancı ve batı-karşıtı tutumu tercih etmiştir. İlgisi olmayan, olsa bile etkisi sınırlı olan bu ülkelere karşı mücadeleyi dayatmak hem kendisi hem de halk açısından ölümcül sonuçlar doğurmuştur.
PKK pratiği uluslararası ilişkilerde de bu yönüyle tamamen tutarsız bir ilişki türüne dönüşmüştür. Bir taraftan batı siyasal ve kültürel yapısına karşı olmak öte yandan batı eksenli hukuk dünyasından medet ummak gibi ikircikli bir ruh yapısına sahiptir. PKK’nin anti –emperyalist bir tutum sergilemesi kendi pratik sürecinde de hiçbir zaman var olmamıştır. Bu anlamda SSCB’nin varlığı döneminde açık bir anti-emperyalist tutum takınıp SSCB’ye yanaşmamıştır. İleriye sürdüğü gerekçe ise SSCB’nin sosyal-faşist bir yapılanma oluğudur. Böylece bu tez ile de tarihsel olarak çok önemli bir fırsatı kaçırmıştır. Tüm bunların sonucunda kendi kendini tecrit etmiş ve temsil ettiğini iddia ettiği halkı ve kitlesini de bu anlamda çaresizliğe gömmüştür. Bunun sonuçlarından birinin günümüze yansıması ise, sözde yıllarca eleştirisini ve düşmanlığını yaptığı Türkiye devletine çaresizce teslim olmasını sağlayan etkiler yaratmıştır.
PKK’nin Kürdistan’da yürüttüğü mücadele süresince içerideki pratiği de batı-karşıtlığı anlayışına uygun sürmüştür. Bu anlamda Kürdistan’da batıya yaklaşma/yakınlaşma şansı olan diğer yapılara (milliyetçi-ulusalcı) da acımasız ve yok edici olarak yaklaşmıştır. Başlangıç dönemlerinde ERNK bünyesinde her türlü yapıyı barındıracağını belirtmesine rağmen, bu oluşum ulusalcı ve milliyetçi farklı oluşumların ortadan kaldırılması için bir araç olarak kullanılmış, amaç yeterince gerçekleştikten sonra ERNK gibi yapılar ortadan kaldırılmıştır. PKK’nin bu düzlemde milliyetçi ve ulusalcı yapılara karşı olan söylemi de sözde ilkel milliyetçi bir anlayışla savaş temelinde, ulus karşıtı bir söyleme dönüşmektedir. Milliyetçi ve ulusalcı yapıların kurumlaşma bazında batı ile ittifak arayışı eskiden beri vardır ve bu yaklaşım tarihsel olarak tutarlıdır. Ancak PKK bu noktada Kürdistan’da gelişime yol açacak esas neden olan Kürdistan’nın yer altı ve yer üstü ekonomik zenginliğinin dünya ekonomisine kazandırılmasını engelleyerek, Kürd halkının gelişimini de beraber yok etme amacındadır. Buna gerekçe olarak da ileri sürdüğü kavram anti-emperyalizmdir. Ancak gerçekte hem Türkiye hem de dünya da gelişmekte olan her ekonomi batı kaynaklı yatırımların kendi topraklarında gerçekleşmesi için her türlü kolaylığı sağlamakta ve bununla çeşitli ortaklıklar yoluyla batının bilimsel ve kültürel alt yapısından yararlanmak istemektedir. Çin ekonomisinin gelişimindeki temel dinamiğin batılı yatırımlar olduğu iyi bilinmektedir. PKK’nin bunu gerçekleştirebilmesi için yeterli bir meşruluk zemini araması ve bir takım ilkeleri göz önünde bulundurması yeterlidir. En önemli yaklaşma biçimi de batılı şirketler nezdinde siyasal ve kültürel taleplerde bulunmaktı. Ancak PKK batılı petrol şirketlerinden sadece para talebinde bulunmuştur. Bu ve bunun gibi çok önemli fırsat ve şansları değerlendirmek siyasi kazanımlarda bulunmayı hiçbir zaman tercih etmemiştir. Bundan dolayı görülmektedir ki PKK’nin gerçekte ulusal bir hareket olmadığı, olmadığı gibi içerde gelişim gösterebilecek ulusal yapılara karşı da amansız ve acımasız olduğudur.
Batı-karşıtlığını gerçekleştirmenin en kestirme yolu Kürdistan’daki ulusalcı ve milliyetçi yapıların gelişimini çeşitli yöntemlerle engellemektir. Bunu gerçekleştirirken teorik çerçevede batı-karşıtı olan her şeye tutunmaya yönelmektedir. Örneğin savaş pratiğinde bile kendi militanlarını teknolojiye (batının imalatı) karşı devrimci bir ruhla savaşa yönlendirmekte ve doğal olarak sonuçlar yıkıcı olmaktadır. Daha genel teorik çerçevede ise bu batı-karşıtlığını, insanlığın yüzyılların evrimi içinde gerçekleştirdiği ulus devlet modeline olan karşıtlığı ile göstermektedir. Ulus devlete karşı olmasının altında yatan esas etken bu teorik çerçeveden bakılmadığı sürece anlaşılamaz. Ulus yaşamlarının evrimsel bir süreçten geçerken birçok problemle karşılaşmasını büyük engel olarak görmek gerektiğini dayatan bu anlayış, bunu esas problemin yerine koyarak büyük bir kafa karışıklığına yol açmakta ve elbette ki tarihsel gelişimle tamamen zıt bir yönde bilişsel çelişkiler yaşatmaktadır. Bu durum aynı zamanda PKK’yi kendi eylem pratiğini de zora sokarak ne yapacağını bilemeyen tamamen yıkıcı bir pozisyona itmektedir. Olası bir Kürt devletine karşı olma sürecini bu bakış açısı ile anlayabiliriz. Buna alternatif olarak geliştirebileceği anti-tezi nedir? şeklinde bir soru yöneltildiğinde cevap olarak bilinçsizlik ve yarı-hayvani bir yaşamdır. Ekolojik topluma ilişkin Öcalan’ın görüşleri incelendiğinde bu durum çok net olarak anlaşılmaktadır. Ancak bu söylemdeki ifadeler rastgele seçilmiş argümanlar değildir. Bu anlamda batılı toplumlarda tartışılmakta olan evrimsel süreçte yeni yönetim modelleri de batı karşıtlığı adına çarpıtılmakta ve gerçek özlerinden uzak bir şekilde ele alınmaktadır. Çünkü ekolojik toplumu savunan görüş esas itibari ile ileri düzeyde gelişmiş toplumların doğanın evrimine yardımcı olmasını savunmaktadır, ilkelliği değil. Dolayısı ile önerilen şey sırf batı-karşıtlığı adına, batı toplumlarının henüz ortaya çıkmadığı bir zamandaki eski ve işlevsiz bir modeli amaç olarak Kürt halkına dayatmaktır. Tamamen bilim ve akıldışı bu perspektif nasıl olurda bu kadar etkili olabilir sorusuna cevap vermek gerekir. Bunu anlamak için bu ifadelerin insan olarak hangi yönümüze hitap ettiğini bulmamız gerekmektedir. Bir hayal veya bir rüya gibi kavramlar kullanmak eskiden beri umutsuz toplumlar için derin bir etkiye sahip psikolojik öğelerdir. Barış, kardeşlik gibi kavramları kutsal metinlerdeki gibi kullanmak yoluyla Kürtlere vaat etmektedir. Hiçbir şekilde realist olmayan bu yaklaşımın Kürtlere getirisi bilinç bulanıklığı ve yıkımdır. Öcalan ve merkezi kadro bunu yaparken kendi kuramlarının temel argümanlarını batı toplumlarının yıkıcılığı üzerine yapmaktadır. Elbette burada batı toplumlarının insanlık tarihi boyunca katkıları, eksiklikleri, hataları tartışmaya açıktır. Ancak insanlığın evrimi açısından batı toplumlarının bilim, kültür, sanat, teknoloji, hukuk gibi olguların gelişiminde, aydınlanma ve toplum yaşamını kolaylaştırma adına yaptığı yenilikleri red etmemizi gerektirmez. Batı, tarihsel evrim sürecini yaşarken önemli ölçüde eleştirel aklı hakim kılarak yeniliği getirmeyi ve sorunların üstesinden gelme metodunu sürekli canlı tutmuştur. Bu açıdan ele alındığında Öcalan’ın bahsettiği devletin olumsuz yönlerine atıfları tamamen tutarsızdır ve temelinde batı karşıtlığını barındırmaktadır. Batı karşıtlığının bu anlamda medeniyet düşmanlığı olduğu olgusu da gözden kaçırılmamalıdır. Kısaca Öcalan ve O’nun PKK içindeki uzantısı Kürt halkına ilkelliği ve akıldan yoksun medeniyetsizliği dayatmaktadır.
Bu gün yaşanılan süreçte olayları bu perspektiften yorumlayacak olursak şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür. Birincisi PKK Türk devleti için ne işe yaramaktadır. Her şeyden önce neden böylesi önerme ileri sürüldüğünü belirtmekte yarar vardır. Öncelikle düşman toplumların da bir birinden çeşitli şekillerde yararlandığı gerçeği göz önüne alınmalıdır. Örneğin düşman toplumlar birbirinden etkilenerek daha güçlü bir askeri yapı, daha güçlü bir ekonomi veya daha farklı bir toplumsal örgütlenme modelini benimseye yönelebilmektedir. Bunun dışında da etkiler yaratması olasıdır. PKK yıllar boyunca TC’yi eleştirmek için, TC’nin Şeyh Said isyanındaki savaş ve siyasi pratiği için yaptığı çözümlemeler ele alınabilir. PKK’nin kendi kaynaklarında geçen ifade şekliyle, TC dış dünyada bu isyanı şeriatçı ve gerici bir ayaklanma olarak nitelerken içerde isyancı Kürtlere karşı yürütülen bir savaş olduğunu, böylece TC’nin bir çifte standartla Kürtlere yapılan bu savaşı haklı göstermekte başarılı olduğunu belirtir. Bu olaya bakış açımız haklı olarak PKK’nin bu konuda neden kendi siyasi yaklaşım ve stratejisine de eleştirel yaklaşmadığı sorusunu akla getirmektedir. Gelinen aşamada PKK kendi konumunu bu açıdan neden sorgulamamıştır. Kendisi de içerde bölücü damgası, dışarıda ise batı-karşıtı durumu ile ilgili bu durumu düzeltici bir girişimde yer almamıştır. Bu anlamda PKK TC’ye Kürdistan’da varlığını sürdürmek için meşru bir zemin yaratmaktadır.
Batı-karşıtlığının Kürdistan’da yarattığı yıkım bu yönüyle tek boyutlu değildir. Diğer olayları inceleyecek olursak, Öcalan’ın ABD tarafından TC’ye teslim edilmesine bir anlam verebiliriz. Aynı zamanda Rusya’nın neden Öcalan’ı barındırmadığını da anlayabiliriz. Benzer şekilde PKK uzantısı hareketin Suriye’deki tutumunu, PKK’nin Güney Kürdistan’a karşı düşmanca yaklaşımını, kuzeydeki çözümsüzlüğünü ve iradesini teslim etmesini anlayabiliriz.
PKK kurumlaşmayı neden gerçekleştirmemiştir sorusuyla başlayabiliriz. Kurulması gereken bu kurumlar batı kökenli kurumlardır. Dolayısı ile red edilmesi gerekmektedir. Sanki Kürt halkının farklı bir evrimsel süreç yaşayabilme şansı varmış gibi tüm kurumsal girişimler bu anlamda tasfiye edilmiştir. Sebebini anlamak çok zor davranışlar gerçekleştirmiştir. Bunlardan bir tanesi böylesi bir askeri yapının kurmaya başladığı istihbarat birimini oluşum sürecindeyken tasfiye etmesidir. Oysa bu PKK’nin askeri olarak yaşaması için son derece gerekli bir yapıydı. Bu yapının tasfiye edilmesi yıkıcı sonuçlar doğurabilecek eylemlerin ve askeri operasyonların bilgisini alıp bu sonuçlardan en az zararla kurtulma şansı verecekti. Benzer örnekleri artırmak son derece kolaydır. Ancak bu tür kurumsal yapıların hemen hemen tümü kendileri tarafından yok edilmiştir. Farklı toplumlarda bunun zıt örneklerini tarihte ve günümüzde görmek zor değildir. PKK’nin bu yönüyle karşı çıktığı batı kaynaklı bu kurumlaşma girişimleri, bundan yararlanmasını bilen Latin Amerika toplumlarına devletleşme imkanını sağlamıştır. İster kabul edelim ister etmeyelim günümüz insanlığı için yönetimsel olarak evrimsel son aşama devletleşme olgusudur.
PKK’nin günümüz eylemsizlik stratejisini ve davranışlarını da bu yöntemle açıklayabiliriz. Eylemsizlik döneminde Kürdistan’da oluşabilecek ulusalcı yapıları ara ara eylem yaparak sekteye uğratmak ve teorik olarak gelişmesinin önünü tıkamaya çalışmaktır. Bu yönüyle PKK eylemselliği Kürtler arasında olası bir yeni iradenin gelişmesine karşıt olarak kullanmaktadır. Bu yapılırken gerek siyasi gerekse ekonomik olarak Kürdistan’da batılı anlamda kurumlaşmanın alt yapısı PKK tarafından sürekli imha edilmektedir. Bu boyutuyla ekonomik işbirliğinin gelişmesi önünde engel oluşturması bu batı-karşıtı tutumundan kaynaklanmaktadır. Bu noktada kültürel yapılanmalara hız vererek ve Kürdistan’daki sermaye birikimine yol vererek bu denge sağlanabilirken bu yol kesinlikle tercih edilmemiş, kültürel faaliyetlerin önüne de set çekerek bunu gerçekleştirebilecek milliyetçi ve ulusalcı yapılara karşı amansız bir düşmanlıkla saldırmıştır. Bunu yaparken sosyalist hedeflerinden vaz geçtiğini deklere etmesi de ayrıca anlamlıdır. Sosyalist olmayan ancak sermaye birikimine de izin vermeyen bir yaklaşım anlaşılabilir değildir.
ABD öncülüğündeki batı Öcalan’ı TC’ye teslim ederken Kürt halkının kendini toparlaması ve doğru bir perspektif yakalaması için ikinci bir şans vermiştir. Ancak PKK içinde merkez kadroda “ağırlıklı” olan Öcalan’ın batı-karşıtı anlayışı bu durumun gelişmesini engelleyerek bir yenileşme fırsatının kaybedilmesine yol açmıştır. ABD’nin PKK hareketine karşı doğrudan bir saldırı girişiminin olmayışını Kürt halkına karşı olmadığını, ancak PKK’nin batı-karşıtı temelindeki bir anlayışa karşı olduğu olgusunu buradan okuyabiliriz. Gerçekte Öcalan bu durumun tam tersini iddia etmekteydi. Mevcut olgusal durum Öcalan’ın bu iddiasının bir çarpıtma olduğunu göstermektedir.
Rusya’nın Öcalan’ı kabul etmemesini de bu temelde yorumlayabiliriz. PKK batı karşıtlığı yaparken hiçbir zaman anti-emperyalist bir tutum takınarak Rusya çizgisinde bulunmamıştır. Bu nedenle batı-karşıtı ancak yapıcı ve ilerici olmayan bu yapının Rusya tarafından kabul edilmesi için bir neden yoktu.
Günceli değerlendirecek olursak, Suriye’deki mevcut tutumu da bu perspektiften anlayabiliriz. Bu yaklaşımla Rojava’daki PKK siyasi yapısı batı-karşıtlığından dolayı kurumlaşmaya engeldir. Batı ile eş güdüm seçilemediğinden dolayı anlamsız bir Rusya-Suriye blokuna yakınlaşmayı daha makul kabul etmektedirler. PKK’nin kendi kültürel dogmatik düşünce üretme teorileri ve potansiyeli onu bu yönlü bir karar almaya otomatik olarak yönlendirmiştir.
PKK’nin Güney Kürdistan’daki devlet sorununa yaklaşımını da bu düzlemde açıklayabiliriz. Başlangıçtan beri PKK’nin batı-karşıtı fikirleri, onun ulusalcı ve milliyetçi çizgi karşısında düşmanca reflekslerini harekete geçirmiştir. Bu anlamda güneyde devlet yeni bir evrimsel süreç ve bu sürecin getireceği ideolojik ve pratik örgütlenme, PKK çizgisinin tarihsel hatalarını ortaya çıkarma riskini taşımaktadır. Burada dikkat edilecek olursa PKK her dört parçada da ulusalcı ve milliyetçi yapılara karşıdır.
PKK’nin batı ülkelerindeki tavrını da bu düzlemde değerlendirebiliriz. Batı-karşıtı tutumundan dolayı batılı kurumlardan yeterince yararlanamadığı gibi mevcut anlayışı onu bir terörist gibi davranmasına ruhsal bir otomat olarak yol açmıştır. Çünkü elemanlarının bilinçaltı buna göre kodlanmıştır. Ancak PKK çizgisi batının içinde bulunduğu insan hakları ve özgürlük gibi koşullardan yararlanmayı da farklı şekilde düşünmüştür. Bu yararlanma da yıkıcıdır, çünkü burada yaşayan Kürt nüfusunun bir bilinç birikimini engellemek için kullanmaktadır. Bunu da amaçsız şiddeti Kürt halkına dayatarak yapmaktadır. Bu açıdan merkezi kadro yurtseverlik anlamında bir bilinç bulanıklığı yaşamıyorsa eğer Kürt halkına karşı bir ihanet yaşamaktadır.
Merkezi kadronun bilinç bulanıklığı yaşadığını varsayarak bir diğer konuyu ele alabiliriz ki bu kendi içinde bile hiçbir zaman ulusalcı kanadı tolere etmemesi ve bunun doğurduğu amaçsızlık durumudur. Tüm bunların sonucunda karar verme mekanizması felç olmuştur. Bu durum onu hızla teslimiyete yöneltmekte, eski durumun yani TC bünyesindeki halinin daha iyi olduğu düşüncesinin gelişmesine yol açmaktadır. Üretkenlik ve hedeflerden yoksun salt yıkıcı fikirlerin, tek başına anti-tez mantığının çözüm getiremeyeceği gerçeği ile yüz yüze tasfiye olma ile karşı karşıyadır. Bu noktada ileriye sürülen halkların kardeşliği gibi konfederal sistemlerin gerçekleşme şansı yok gibidir. Tüm teorik-ekonomik-örgütsel ve askeri alt yapısına rağmen tarihsel ve coğrafi koşulların fazla engel olmadığı, kültürel zeminin uygun olduğu SSCB bile bunu başaramamıştır. Hal böyleyken orta doğu gibi birçok yönüyle ilkel ve yıkıcı hatta önemli ölçüde durağan bir kültür yaşayan toplumların bunu başarmasını beklemek ya derin zihinsel bir bunalımı işaret etmekte ya da önemli bir çarpıtmayı içermektedir.
Teorik olarak bu durumun derinliğinin farkında olmayan merkez kadrolar bu anlamda Öcalan’ın kurtarıcılığına inanmakta ve bu anlayışı sürdürmektedir. Yeni bir teorik konsept ve bakış açısı geliştiremeyen PKK çareyi teslim olmakta bulmaktadır. Ancak gelişen Kürt bilinci PKK’nin ulus karşıtı bu reflekslerini harekete geçirdiğinden teslimiyet durumunu engellemektedir.
Kuzey Kürdistan’daki PKK eylemlerinin ve eylemsizliğini de bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Ulusalcı düzlemde gelişmeleri engellemek açısından insiyatifi bırakmamak adına halk üzerindeki etkisini muhafaza etmek amacıyla dönemsel bir eylemselliğe girişmekte ancak kısa süre sonra bundan vazgeçmektedir. Bu anlamda ulusalcı kanadın yeşermesine yönelik umutların tükenmesine yol açarak büyük bir ruhsal çöküntünün ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bunu yaparken temel davranış biçimlerinden biri ulusalcı düşünen halka karşı bu amacını gizlemeye yönelik zaman zaman kullandığı propaganda nitelikli açıklamalarıdır. Örneğin bir merkez kadronun son gelişmelerde devletleşme gibi söylemler ileri sürmüştür. Bu durum gerçekte gelişen milliyetçi söylemleri kontrol etme girişimidir. Bu yönüyle PKK’nin bilinç altı çözümleninceye kadar Kürdistan’daki sorunların çözülmesi son derece zordur.
Şimdi Öcalan’sız PKK eğer olmazsa PKK’siz Kürt halkı söylemlerinin neden anlam taşımaya başladığını görebiliriz. Gerçekte tüm diğer bilişsel çarpıtmalar gibi bunu da tersinden anlamlandırarak çok önemli bir gerçeğin farkına varmamız mümkündür. Öcalan’sız PKK’nin kendini yenileme ve gelişime açık olma şansı vardır, eğer bu olmazsa o zaman PKK’siz Kürt halkının kendini geliştirme ve ilerleme şansı vardır. Bu yönüyle PKK kendini yenilemeyi gerçekleştiremediği takdirde bölgedeki tarihsel gelişime ayak uyduramayacağı için kendiliğinden tasfiye olma ihtimali de bir hayli yüksektir. Çünkü salt yıkıcı sistemlerin uzun süreli ayakta kalma şansları çok zayıftır. Ancak bu süreçte tarihsel olarak Kürt halkına vermiş olduğu zararları bu yönüyle telafi etmek son derece zordur.