Ağrı İsyanı’nın lideri İhsan Nuri Paşa’nın eşi Yaşar Hanım’ın İstanbullu mazbut bir küçük hanım iken kanla bastırılan bir isyanın liderinin eşine dönüşen hayatındaki belli başlı kilometre taşlarını anlattığı ‘Ağrı İsyanı’nda İstanbullu Bir Kadın’ adlı kitap, gerek siyasi arka planı ve gerek insanı saran yönüyle o döneme dair bakış açımızı genişleten, çok önemli bir kaynak niteliği taşıyor.
Ağrı İsyanı’nda İstanbullu Bir Kadın*, eşi Yaşar Hanım’ın hatıralarını içeren önemli bir kitap. Osmanlıca kaleme alınan ve Farsça bir nüshası da bulunan anılarında Yaşar Hanım, İstanbullu mazbut bir küçük hanım iken kanla bastırılan bir isyanın liderinin eşine dönüşen hayatındaki belli başlı kilometre taşlarını içten ve ayrıntılı bir dille anlatır.
1904’te Bayburt’ta doğar Yaşar Hanım. Babası Kafkas kökenli Kütahyalı Türk olan Hacı Mustafa Efendi, annesi Erzurum Kürdü İffet Hanım’dır. Ailesi Bayburt’tan o üç yaşındayken ayrılır, Yaşar Hanım İstanbul’da, Üsküdar’da büyür. Üç kardeştiler. Abisi Ali Haydar Bey, Iğdır’da askeri tabiptir. Cerrah olan babası 1921’de hayatını kaybedince annesi İffet Hanım, İstanbul’daki evini ve eşyasını satar, kızı Yaşar’ı ve küçük oğlu Hayri’yi alıp büyük oğlu Haydar’ın yanına gitmek için yola koyulur.
İstanbul-Trabzon arası zahmetli bir gemi yolculuğunun ardından bu yaslı aile, Zigana Dağları’ndan geçerek Kürdistan’a varır. Annesinin memleketi Erzurum’da abisiyle buluşurlar. İstikamet, Iğdır’dır. Daha şehre varmadan yolda İhsan Nuri Bey ile karşılaşırlar. Abisinin “fırkanın en kıymetli zabitlerinden biri” ve “arkadaşı” olarak tanıttığı İhsan Nuri, kısa bir süre sonra Yaşar’ın izdivacına talip olur. Yaşar da buna muvafakat edince 1922 yılında evlenirler. İstanbullu küçük hanımın hayatı artık bambaşka bir şekil alacaktır.
“Yaşasın Kürtler”
Evlendikten sonra İhsan Nuri, Beyazid Hudut Taburu’na tayin olur. Çiçeği burnunda çift Doğubeyazıt’a taşınırlar. Azadi örgütünün reisi olan Cibranlı Halil Bey ile irtibat halinde olan İhsan Nuri, ilk askeri soruşturmasına bu dönemde uğrar. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, Musul meselesinden ötürü, İhsan Nuri’nin birliği güneye kaydırılır. Yaşar, bu vesileyle eşinin memleketi olan Bitlis’i de görmüş olur.
Bitlisliler İhsan Nuri’yi kendilerine vekil seçtirmek isterler. Hatta Bitlis Vekili Yusuf Ziya Bey de buna destek olur. Yaşar’ın gönlü ise buna razı değildir; o, kocasının asker olarak kalmasını istemektedir.
“O sıralarda İhsan Nuri ‘İntikam’ başlığı ile Bitlis’in nasıl düştüğü ve daha sonra nasıl düşmandan geri alındığı üstüne bir kitap hazırlamıştı. Bu kitapta aynı zamanda Kürtlerin özveri ve kahramanlıklarını da dile getiriyordu. Çalışmaları, ordu komutanı Kazım Paşa’nın da ilgisini çekmiş ve Paşa, yaverine ‘İhsan Nuri’nin kitabının hangi sayfasına baksam gözlerim tekrar tekrar aynı cümleye rast geliyor: Yaşasın Kürtler’.” (s. 62)
İhsan Nuri’nin bu Kürt yurtseverliği onun dosyasına eklenir ve Mustafa Kemal’e rapor edilir. Raporda, onun vekil adayı olmasının engellenmesi ve komutanlıktan uzaklaştırılması gerektiği belirtilir. Raporun gereği yerine getirilir, hem İhsan Nuri’nin vekilliğine engel olunur hem de Siirt’te kumandan iken bir bölük askerle Şırnak’a gönderilir.
Azadi de o esnada çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. İhsan Nuri, örgütten Şırnak ve Siirt’i aldıktan sonra Bitlis’e yürüyüp müstakil Kürdistan’ı ilan etmesi talimatını içeren bir pusula alır. Fakat olaylar onun tasarladığı şekilde gerçekleşmez ve İhsan Nuri, Irak’a kaçmak mecburiyetinde kalır. Eşi Yaşar Hanım da, bunun üzerine Erzurum’a abisinin evine döner. Uzun ve müşkül bir ayrılık başlar. Yaşar, ayrılığın acısını udunun tellerine yansıtır.
Annesi, abisi ve kardeşi Yaşar’ı avutmak için ellerinden geleni yaparlar ancak dünyası yıkılan genç hanım bir türlü teselli bulmaz. Annesinin elbiselerini giyer, hep evde oturur ve günlerini daimî bir yas havasında geçirir. Dünya artık ona yabancıdır.
“İş işlemek, bazı romanlar okumakla zihnini meşgul etmeye çalışıyordu. Ama faydası yoktu. Fikrini, hayalini kaybetmiş, aklı nerde bulunduğu ve başına ne gelmiş olduğundan haberi olmayan aziz kocasında idi.” (s. 79)
“Devlettir, zordur, her sözü söyleyebilir”
Kocasına “Kürdün azadlığı yolunda” çalışmasından ötürü gösterilen hürmet, Yaşar’ı bu zor günlerinde hayata bağlar. Ancak onun bu hayati bağını koparmak isteyen hükümet, Yaşar ve İhsan’ı resmen ve alenen birbirinden ayırmak için Yaşar’ın abisi Doktor Haydar Bey üzerinde baskı kurar. Doktor, utana sıkıla kız kardeşine, hükümetin kendisinden kocasını boşamasını talep ettiğini bildirir. Ayrıca bunun kendisinin ve ailesinin kaderini de tayin edeceğini ekler.
Yaşar, şiddetle karşı çıkar bu isteğe ve kendisini İhsan’dan ancak ölümün ayıracağını söyler. Abisi çok dil döker ama fayda etmez. Devreye annesi girer ve Yaşar’ı bunun formaliteden öte bir anlamanın olmadığına ikna eder.
“Yaşar sen ki kendi arzunla muvafakat etmeyeceksin. İhsan’ın da -ki haberi yoktur- talak verme hakkı şer’an onun elindedir. O ki talakını vermiyor. Devlettir, zordur, her sözü söyleyebilir. Mademki Haydar için tehlikelidir, önünü almak için ‘razıyım’ demenin ne zararı olur? Sen yine İhsan’ın ailesisin, İhsan da işitse sana hak verir. Haydar doğru söylüyor. Zaman naziktir. Haydar’a bir iftira atsalar evimiz yıkılır. Kapımız bağlanır. Sen kalben istemiyorsun, zorla söyletiyorlar. Haydi kızım, dur, dur da ağabeyinle git, bir fesadın önünü al.” (s. 96)
Yaşar, annesinin tavsiyesine uyarak hükümet yetkililerine nasıl istiyorlarsa öyle yapabileceklerini söyler ve böylece Yaşar’ın talakı verilmiş olur. Fakat hükümet bununla da durmaz, Yaşar’ı Kürdistan’dan uzaklaştırmak için abisinin tayinini Batı’ya çıkartır. Doktor Haydar Bey, Denizli’ye başhekim olarak atanır ve bütün aile Denizli’ye taşınır. Kocasından daha da uzaklaştığı için çok sıkılan Yaşar, meşgul olmak için yine musikiye sığınır.
1927 yılında hükümet ile Ağrı Dağı’ndaki Kürt güçleri arasında bir görüşme süreci başlar. Hükümet, iyi niyetinin bir nişanesi olarak Yaşar Hanım’a istediği takdirde Ağrı Dağı’ndaki kocasının yanına gidebileceği haberini verir. Yaşar, abisinin şiddetli itirazlarına direnir ve annesiyle birlikte çok zorlu bir yolculuğa çıkar.
İki kadın Denizli’den trenle İzmir’e hareket ederler. İzmir’den vapurla Mersin’e geçerler. Mersin’de tekrar trene biner ve Halep’e giderler. Suriye’de uzun bir vakit kalırlar. Hoybun azalarının -bilhassa Celadet Bedirhan Bey ve Memduh Selim Bey’in- yardımlarına rağmen burada çok güç günler geçirirler. Nihayetinde Fırat’ı sallarla geçer, Irak ve İran üzerinden Ağrı Dağı’na varırlar.
“İstanbul’daki kadınlar gibi modayı en iyi şekilde takip eden Yaşar”
Yaşar, Ağrı Dağı’ndaki koşullara çabuk ayak uydurur. “İstanbul’daki kadınlar gibi modayı en iyi şekilde takip eden Yaşar”, eski kıyafetlerini çıkarır ve yeni yaşamına uygun Kürt elbisesi ve eşarbı diktirir. Bir saldırı anında sığındıkları yeraltı sığınağını elden geçirir. Kaldığı çadırın etrafını bir çiçek bahçesine dönüştürür. Ancak savaş gittikçe şiddetlenir, şartlar her geçen gün ağırlaşır. Bir hava bombardımanı sırasında Yaşar boynundan yaralanır.
Ağrı Dağı direnişi, yaklaşık dört yıl sürer. 1930’a gelindiğinde devlet büyük bir askeri taarruz başlatır. “Bir Türk gazetesi, Türk ordusu karargâhının ‘Araratlıları’ bastırmak için 100 savaş uçağı ile birlikte 66.000 asker ve jandarma görevlendirdiğini yazmıştı.” (s. 145) Orantısız bir askeri güç karşısında direnmenin işe yaramadığını gören İhsan Nuri Paşa, eşi Yaşar Hanım ve beraberindekiler bir gece kuşatmayı yararlar ve İran’a geçerler. Yaşar Hanım’ın anıları da burada biter.
Yaşar Hanım anılarında üçüncü tekil şahsı kullanır. Kendinden evlenmeden önce “küçük hanım”, evlendikten sonra ise “genç hanım” veya “Yaşar Hanım” olarak söz eder. Okuyucu, bu anılarda her şeyden evvel çok büyük bir aşka şahit olur. Zira Yaşar Hanım’ın her bir satırına muazzam bir sevginin kokusu sinmiştir.
Aklı fikri yuvasında ve kocasında olan bir kadını anlatır bize Yaşar Hanım. Kocası hakkında kötü bir söz duyduğunda dünyası başına yıkılır. Kocasından ayrı geçen günleri “pek arızalı bir yatak içinde yalçın kayalara çarparak, uçurumlardan aşarak çağlayan bir su gibi inleye inleye geçen bir hayat” olarak tanımlar (s.89). Naz ve nimetle büyütüldüğü, devlete isyan etmiş ve eşkıya sayılan birinin arkasından koşmanın kendisine perişanlık getireceğine söyleyen abisine “İhsan’a ne olursa ben de onunla ölürüm” diyerek meydan okur.
Yaşar Hanım, İhsan Nuri’ye hayatını vakfeder bir nevi. Bu sevdanın peşinden giderken, belki daha önce tahayyül bile edemeyeceği kanlı hakikatlerle, katliamlarla karşılaşır. İstanbullu bir genç kız iken, kendini bu memleketin en ağır sorunlarından birinin odağında bulur. Erzurum’da, Erciş’te, Ağrı’da devletin ceberut yüzüyle tanışır. Erzurum’da devletin Türklere acımasız davranışına, Erciş’te bir eşkıyanın jandarma tarafından sırığa geçirilmiş kesik başının çarşıda teşhir edilmesine, Ağrı’da savunmasız kadın ve çocukların bombardımanlar karşısındaki çaresizliğine tanık olur. Anılarında bize bunları anlatır.
Ama salt bununla sınırlı kalmaz, beri yandan da bizi gündelik hayatına da ortak eder. Hassasiyetlerini, korkularını, elbiselerini, çiçeklerini, müzik sevdasını, udunu, gelin-kaynana/gelin-görümce çekişmelerini, yolculuklarını, kadınlar arası kıskançlığı, misafirliklerini, yani hayatının bir yerine değen hemen her hususu bizimle paylaşır.
“Geçmişi karanlık bir perdenin arkasına süpürme çabasına son vermek”
Kitabın iki hazırlayıcısından biri ve aynı zamanda Yaşar Hanım’ın yeğeni olan Kumru Toktamış’ın kitaba yazdığı Önsöz’ün altını özellikle çizmek gerekir. Toktamış; halasının İran’da yoksulluk ve yalnızlık ile tükenen zorlu hayatına, kardeşlerine duyduğu hasrete, İstanbul’daki ailesiyle bir bağ kurma girişimlerine ve İhsan Nuri ile Yaşar Hanım’ın neden bir çocuk sahibi olmadıklarına ilişkin çok önemli notlar aktarır bu yazısında. Halasıyla ilgili her şeyin aile içinde nasıl unutulmaya terk edildiğini çok yoğun ve etkili bir dille anlatır.
“Bizim ailemiz Yaşar Hanım’ı ve asi kocasını unutarak ayakta kalabilmiş bir aile” diyen Toktamış, İhsan Nuri ve Yaşar Hanım’ın unutulmaya mahkûm edilmelerinin, yenilgi ve sürgünde geçen bir hayattan daha ağır olduğunu vurgular. Ve bu meyanda, Yaşar Hanım’ın anılarının yayınlanmasının en önemli gayesinin de, yüzleşilmesi gereken bir tarihin önemli bir köşesine ışık tutmak olduğunu belirtir.
“Yaşar Hanım’ın samimi, naif anıları üstünden bizleri bugüne taşıyan tarihimizle ufak bir yüzleşme adımı atabilmek bize iyi geldi. Yaşar Halamızın anıları geçmişi karanlık bir perdenin arkasına süpürme çabasına bir son verebilmek için yolumuzu aydınlatsın… veya acılara sırt çevirip birbirimize polarizasyon masalları anlatmaya devam edelim.” (s. 28)
Velhasıl, Yaşar Hanım’ın anıları gerek siyasi arka planı ve gerek insanı saran yönüyle o döneme dair bakış açımızı genişleten, çok önemli bir kaynak niteliği taşıyor./Serbestiyet