Türkiye kamuoyu Gülten kışanak hem Barış ve Demokrasi Partisi milletvekili hem de Selahattin Demirtaş’la birlikte partinin eş başkanı olarak görev yaptığı dönemde kürt sorununun çözümü için dille getirdiği cesur çıkışlarla tanıyor. Kışanak 30 Mart’ta.
Anlaşılan o ki Kışanak demokratik, adil ve kalıcı çözümü, demokratik özerklik, alternatif yerel yönetim ve katılımcı demokrasi uygulamaları başta olmak üzere hem yapacağı işler ham de açıklamalarıyla daha çok gündeme gelecek.
Siz de eskiden bir gazeteciydiniz. Sonra milletvekili oldunuz. Şimdi de Amed Büyükşehir Belediyesi Eş başkanısınız. Sizi bu şekilde dönüştüren şey nedir?
Doğrusu hiç tercihim değildi. Hani bu tabi ki çok büyük bir soru. “Tercih etmediğin bir hayatı nasıl yaşıyorsun?” diye sorarsanız. Sonuçta benim bireysel hayat planlamamda böyle bir gidişat yoktu. Biraz da bu kadın hareketinin çalışmalarının yarattığı bir sonuç oldu diyebilirim. Çünkü ben hem gazeteciydim hem kadın aktivistiydim. Yani ikisini birlikte yürütmeye çalışıyordum. Biraz da gazeteciliğin yarattığı bir birikim var tabi. Gazetecilik son derece önemli bir çalışma alanı. 12 yıl kesintisiz gazetecilik yaptım. Bu bende bir birikim yarattı. Ben tabi ki emeğimi verdim. Bir basın emekçisi, Özgür Basın geleneğinin bir bireyi olarak elimden gelen herşeyi katmaya çalıştım. Ama o 12 yıl da bana çok şey kattı. Bunun yarattığı bir birikim vardı. Bir deneyim vardı. Kadın hareketinin de biraz bu kadın aktivistlik yönümün etkisiyle bu birikimi artık siyasette bir politik mücadeleye dönüştürmem yönünde bir beklentisi oldu benden. Böyle bir talepleri oldu. Milletvekilliğine başladıktan sonra da bu işin önünü kesmek artık mümkün olmadı. Milletvekilliği gibi genel siyasette etkili bir görevle karşı karşıya kaldıktan sonra o artık kendi içinde her defasında yeni bir görev senin önüne koyuyor. Bundan kaçmak çok da mümkün olmuyor. Belediye başkanlığı da biraz böyle oldu. Biraz yine kadın hareketinin, partimizin, genel hareketimizin önerileri ve beklentileri doğrultusunda bir görev olarak önümdeydi. Ben de bu görevi yapmak için elimden gelen gayreti sarf edeceğim.
Demokratik özerklikle alakalı söylemleriniz gündem konusu oldu. Kürt halkı demokratik özerklik konusunda ne durumda?
Demokratik özerkliğinde iki boyutu var. Birisi demokratik özerkliğin kendisi aslında toplum odaklı bir proje yani diyor ki, egemenlik ilişkileri olabilir, bir devlet organizasyonu olabilir, bu devlet organizasyonu demokratik değişime karşı direnebilir ama siz onu beklemeyin. Toplum olarak kendi iç ilişkilerinizi demokratik olarak örgütleyin. Siz toplum olarak kendi iç ilişkilerinizi demokratik olarak örgütlerseniz, bu devlet sistemi demokrasiye duyarlı hale gelmek ve değişmek zorunda kalacak. Bu iddiayı taşıyan bir proje bu nedenle asıl bizim tartışmamız gereken kısım bu boyut diye düşünüyorum. Yani bir toplum kendini nasıl örgütleyecek? Kadın nasıl örgütlenecek, gençlik nasıl örgütlenecek, çiftçiler, köylüler vs... Herkes kendisini bu özgürlük mücadelesinin, demokratik toplum mücadelesinin içerisinde nasıl konumlandıracak? Asıl önemli olan konuşmamız gereken inşa dediğimiz şey de bu. Bunu yaparsak öbür boyutu yani demokratik özerkliğin ikinci boyutu olan yasaların değişmesi, devletin tutum değiştirmesi, Kürtleri kabul etmesi, tanıması haklarını teslim etmesi daha kolay olacak çünkü en nihayetinde bu egemenlik ilişkileri zorlanmadıkları yerde çözülmezler. Yani egemenlik ilişkilerini zorlayacak bir toplumsal zemin lazım. Evet belki geçen 30 yıllık süre içerisinde çok sert bir mücadele yaşandı, bu sert mücadele bir gündem oluşturdu, bir zorlayıcı etken oldu, bir değişim dinamiği ortaya çıkarttı ama asıl gerçek anlamda çözüm gücü toplumun demokratik dönüşüm sürecidir, örgütlü bir topluma dönüşmesidir. Bu konuda önemli bir mesafe kat ettik ama eksiklerimiz var.
Peki, şu anda Türkiye halkları buna hazır mı? Uygulanabilir bir proje mi şu an itibari ile Türkiye’de Demokratik Özerklik?
Ben Türkiye’nin artık ana gündemi haline geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye artık bu konuyu tartışıyor ve çok öteleyebilecekleri bir konu değil. Devletinde buna karşı çok kayıtsız kalabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca Kürtlerin bu öngörüleri şöyle bir şeye yol açtı. Birincisi başka hak özneleri “Bizimde bir hak özgürlük sorunumuz var, biz de bunun mücadelesini vermeliyiz” diye bir duygu yarattı. İkincisi Kürtlerin kazanımlarından yararlanan zeminler oldu. Kadın özgürlük mücadelesi açısından, kadının eşit temsili açısından Kürt kadınları bir eş başkanlık modeli ortaya koydular. Bunu yaklaşık 10 yıl fiili olarak uyguladılar, çeşitli kademelerden geçerek uyguladılar. En nihayetinde bugün siyasi partiler yasası değişti eş başkanlık sistemi yasal bir durum haline geldi. Burada bir terslik yok. Normalde bütün değişim süreçleri böyledir, toplum kendi ihtiyacına göre kendisini konumlandırır, meşruiyeti dayatır ve yasalarda buna ayak uydurur. Yoksa yasalar ta fi tarihinden beri yazıldığı gibi kalırdı toplumsal muhalefet olmasaydı. Toplumsal muhalefet bunu sürekli değişmeye zorlar. Meşruiyetini halktan alır. Toplumun örgütlü yapısından alır, zorlar. O nedenle ben Türkiye’nin artık bu demokratik özerklik tartışmalarına kayıtsız kalabileceğini düşünmüyorum hatta en son ben bir açıklamada bulundum; yerel yönetimler özerk olmalıdır diye bir şey söyledim ve Manisa belediye başkanı da çıkıp söylemiş demiş ki; biz de pay istiyoruz. Bu normal bir şey.
Buna yönelik tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok sert tepkiler aldı bu söylem?
Ben çok sert tepkiler aldığını düşünmüyorum. Yani bu ülkede değişime direnen küçük bir gurup var, onlar zaten ırkçılıkla özdeşleşmiş düzeydeler. Onları dışında tutarsak hani bu ırkçılık düzeyine indirgenmiş marjinal küçük bir grubu dışında tutarsak ben olumlu tepkiler aldığını söyleyebilirim. Olumlu düzeyde tartışıldı, “Niye özerkliği tartışmıyoruz, niye yerel yönetimlerin ekonomik kaynaklarını güçlendirilmesini tartışmıyoruz, niye Kürt sorunu çözümünde bununda bir model olacağını tartışmıyoruz.” diyen çok ses çıktı.
Geçtiğimiz günlerde ilk halk meclisi toplantınızda oldu buda bu projenin fiiliyata dökülmesinin bir parçası mı?
Tabi şimdi yerel yönetimler üç boyutta vesayet altındalar. Mali bir vesayet altında, idari bir vesayet altında ve siyasi vesayet altında. Şimdi bunların her üç boyutunda da gelişme kaydedilmesi lazım değişim dayatılması lazım. Siyasi vesayetin işlediği zemin belediye meclisleridir. Halk gider oy verir, belediye meclis üyelerini seçer, bir meclis oluşur ama o meclisin yetkisi yok. Yani şöyle bir yasa düşünebilir misiniz “bu meclisi halk seçti ama halkın ihtiyaçları doğrultusunda siyasi bir karar alırsak fesh olur” böyle bir yasa var. Türkiye belediyeler kanununda meclisin fesh edebileceğini ön gören hükümler içerisinde bu var. Diyor ki; “Belediye meclisi yasayla kendisini tanımlamış görevler dışında herhangi bir konuda siyasi bir karar alırsa o meclis fesh olur” diyor. Belediye başkanı görevden alınır. Yani hem sen ona meclis diyorsun hem halkı kandırıyorsun “sen meclis seçiyorsun” diyorsun, halk gidiyor oy veriyor ve meclis üyelerini seçiyor. Bir meclis kuruluyor. Ama sonra meclise diyorsun ki “Sen hiçbir siyasi karar alamazsın.” Yani normalde meclisler yasama organıdır. Yasama ne demektir? Kural koymaktır yani kural koyma yetkisi olmayan bir mecliste yasamadan bahsedilebilir mi? Belediyelerde belediye meclisleri yasama organı değil yasaya göre tamamen idari bir mekanizmanın daha kolay işlenmesi için, halkçıymış gibi gözükmesi için kurulmuş bir mekanizma. Biz diyoruz ki; “artık mış gibi olmayacak.” Bunu halk seçiyorsa, halk meclis olarak seçiyorsa buda meclis olarak çalışacak. Bu siyasi vesayeti kırmanın en önemli yolu belediye meclislerini gerçekten bir halk meclisi gibi çalıştırmak, kural koyabileceğini tartışmaktır. Yani halk seçmiş; demiş ki “Benim yerime git. Beni temsil et.” Yani halk ha Anakara’daki parlamentoya üye seçmiş ha belediyesine meclis üyesi seçmiş, en nihayetinde halk kendisini temsil etme yetkisini birine veriyor. “Beni temsil et. Git benim sorunlarımı çöz. Benim adıma karar al. Geçici bir süreyle beş yıllığına sana yetki veriyorum. Git bu işleri yap” diyor. Ama yasalar diyor ki; “Hayır yapamazsın” O nedenle biz belediye meclisini bir halk meclisi, bir kent meclisi olarak çalıştıracağız. Diyarbakır büyük şehir belediye meclisi bu hafta yaptığı toplantılarda hep bunu tartıştı. Hangi konularda komisyon kurar? Bu komisyonların görevi, misyonu, sorumluluğu ne olur? Nasıl bir çalışma yürütür? Bunları tartışıyoruz ve belediye meclis üyesi arkadaşlarımızın ortaya çıkardığı öneriler doğrultusunda yaklaşık 15 komisyon kurulacak. Belki bir iki gün daha var tartışma süremiz. Belki bir iki sayı daha artabilir ama en az bir 15 komisyon kurarak eğitimden sağlığa, yerel ekonomiyi güçlendirmeden kadın politikalarına, dezavantajlı gruplar için kurulacak eşitlik komisyonundan kültür ve turizm konusunda kurulacak komisyonlara kadar hayatın her alanına dair sözünü söyleyebilecek, politika geliştirebilecek, çözüm önerebilecek komisyonlar kuracağız. Biz meclisi böyle güçlendirmeyi düşünüyoruz ve meclisi güçlendirerek bu vesayet yaratan yasaları değiştirme potansiyelini de açığa çıkaracağız. Şu anda belediye yasası tam bir vesayet yasasıdır. Neleri yapacağını değil neleri yapamayacağını tarif eden yasalar bunların değişmesi lazım. Daha demokratik daha halkın iradesine saygı gösteren yerel meclisleri güçlendiren yasalar haline dönüşmesi lazım.
Diyarbakır’la ilgili net fiiliyata dökmek üzere projeler var mı? Mesela en önemli sorunlardan biri gençliğin uyuşturucuya bulaşması diye biliyorum bununla ilgili bir çalışma var mı?
Bu konuda çalışma başladı. Arkadaşlarımız bir madde bağımlılığıyla mücadele eylem planı çıkaracaklar. Biz şöyle bir yönetim öngörüyoruz; kentte ki bütün dinamikleri biz karar süreçlerine katacağız. Onlarla birlikte planlama yapacağız. Onun için bu madde bağımlılığıyla mücadele eylem planı için de bizim sosyal hizmetler daire başkanlığımız kentte ki bu konuyla ilgili bütün sivil toplum örgütleri, bütün sosyal taraflarla toplantılar, görüşmeler yaparak önümüze bir yıllık bir eylem programı çıkaracak. Yani kim ne yapacak? Belediye ne yapacak? Büyük Şehir belediyesi ne yapacak? İlçe belediyesi ne yapacak? Gençlik meclisleri ne yapacak? Bu konuda çalışma yapan başka kurumlar ne yapacak diye herkesin görevinin tanımlandığı, tüm toplumsal dinamiklerin seferber olduğu bir süreçten bahsedebiliriz.