Kürtler yüzyıllık bir jeopolitik çıkmazın içindeler. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki eski bir yetkili olan Dr. William B. Quandt’a göre, onlar modern Ortadoğu’nun kurulmasında büyük rol oynayan savaşların kurbanlarından biri.
1914 yılındaki Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Kürtler, bölge nüfusu diğer milletler gibi Osmanlı Saltanatının tebaasındandı. Cebel-i Lübnan’da yöneticisi Lübnan dışından Hristiyan bir kişi olan Dürzi ve Hristiyanlardan oluşan ve özerkliğe sahip olan bir yapı bulunuyordu. Dışişlerinde Osmanlı’ya bağlı olan bu özerkliğe dönemin 7 büyük devleti de müdahalelerde bulunuyordu. Savaşın sona ermesi ve İmparatorluğun çöküşünden sonra dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından önerilen ‘kendi kaderini tayin hakkı’ konulu Versay Konferansı gerçekleştirildi. Ancak konferans, savaş sırasında kararlaştırılmış bir senaryoya sahip uluslararası bir tiyatroydu. Bu senaryo İngiltere, Fransa ve Çarın Dışişleri Bakanı’nın temsil ettiği Rusya arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşması ile yazılmıştı. 1917 yılındaki Bolşevik ihtilali sonrasında Rusya bu anlaşmadan çekilmek zorunda kalmıştı. Bu, İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı “Büyük Arap Devrimi’ne” katılmaları karşılığında Şerif Hüseyin ve oğulları öncülüğünde Mekke’den Akdeniz’e uzanan bir Arap Krallığı vadettiği Arapların, aldığı ilk bıçak darbesi oldu. Lübnan ve Suriye’ye manda uygulama görevini Fransa üstlendi. İngiltere ise Balfour Deklarasyonu’ndaki bir Yahudi devleti kurma vaadini uygulamaya koymaya bir hazırlık olarak Filistin ve Irak’ı manda ve himayesine aldı. Kral Faysal’ın Fransa tarafından Suriye Krallığı’ndan azledilip, Irak Kralı olmasının ardından tıpkı Doğu Ürdün Emirliği’nin, Prens Abdullah’ı razı etmek için yaptığı gibi. Wilson daha sonra ABD’yi, sistemini kurduğu ve dünyada yeni bir düzenden bahsettiği Milletler Cemiyeti’ne dâhil etme konusunda başarısız oldu. Neden? Çünkü Kongre’nin Versay Antlaşması’nda değişiklik yapma istediğini ve değişiklik isteyen kıdemli ekonomist John Maynard Keynes\'in görüşlerini kabul etmeyi reddetti. Bu nedenle Kongre, anlaşmayı onaylamayı reddetti. Böylece ABD, Milletler Cemiyeti’nin dışında kaldı. Bu Versay’a ziyarette bulunan ve daha sonra ABD Başkanı olan Donanma Bakanı Yardımcısı Franklin Roosevelt\'in aldığı ilk ders oldu. Roosevelt, İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulması sırasında Kongre ile istişarelerde bulundu. İkinci bıçak darbesini ise Kürtler aldı. Büyük devletler, 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması gereğince kendi kaderlerini tayin etme ve devlet kurma haklarını ellerinden aldı. Peki neden? Çünkü savaştan galip çıkanlar, Kürtlerin, Türkiye, Suriye, İran ve Irak’a verilen topraklarda büyük bir devlet kurmasından endişe duydu. Bunu çıkarlarına bir müdahale ve topraklarıyla Kürt nüfusunu kaybedecek olan 4 ülkenin zayıflaması olarak gördüler. Petrol konusundaki hesaplaşmaların bu topraklar üzerinde gerçekleştirilmesi de endişeye neden olan faktörlerden biriydi. Bu imkânsız devletin aldığı darbe, farklılığı kabul etmeyi ve demokrasiyi uygulamayı reddeden rejimler içindeki zor halkın bıçak darbesi almasıyla tamamlandı. Totaliter rejimler, Kürtlerin kendi dillerini öğrenmeleri ve kültürlerini geliştirmelerini engelledi. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet olan Türkiye, üzerlerindeki baskıyı arttırarak kendilerinden Kürt diye bahsetmelerini yasaklayıp, onlara ‘Dağ Türkleri’ ismini verdi. Kendi dillerinde konuşmak için Turgut Özal’ın onlara izin vermesini beklemek zorunda kaldılar. İran Şahları onları Ahvaz Arapları gibi daha düşük bir mertebeye yerleştirdi. İslam Cumhuriyeti, Kürt partilerini ‘terörle mücadele’ başlığı altında bastırdı. Irak ve Suriye’de ise Kürtler, ulusal partilere katılarak başbakanlık, bakanlık da dâhil olmak üzere birçok hükümet kademesinde görev aldı. Baas hükümetinden sonra işler değişti. Demografik değişim politikaları başladı. Kürtler Araplaştırılmaya çalışıldı. Ardından isyan ve terörizmle mücadele kapsamında, askeri baskı ve kampanyalar başlatıldı. Böylece, aralarında en önemlisi Abdullah Öcalan\'ın önderlik ettiği PKK başta olmak üzere Kürt partilerinin sayısı arttı. Recep Tayyip Erdoğan, Kürtlerle diyalog kurarak onlara bazı haklarını verdi. Daha sonra onlara düşmanca tavır alarak liderlerini cezaevine attı. Irak’taki Kandil dağlarında onları hedef alan operasyonlar başlattı. Aynı şeyi İran, Suriye ve Irak\'taki diğer rejimler de yaptı. Bu durum Kürtlerin milliyetçi duygularının kabarmasına neden oldu. Bu nedenle, bölgenin tamamı ‘milletler çatışmasına’ sürüklendi. Oryantalist Bernard Lewis, Soğuk Savaş’tan sonra Arap milliyetçiliğinin sona erdiğine işaret ederek, Türkiye ve İran\'ın rolü ile Kürt ve Berberi azınlıkların milli kimliğinin tırmanışa geçtiğini söylemişti. Prof. Dr. Mark Lynch’in ‘The New Arab Wars: Uprisings and Anarchy in the Middle East’ (Yeni Arap Savaşları: Ortadoğu\'da İsyanlar ve Anarşi) isimli kitabında da benzeri bir tespitle, karşılaşıyoruz. Lynch, vekâlet savaşlarının, güçlü ve bağımsız devlet dışı aktörlerin önünü açtığını söylüyor. Kürt kartının kullanılıp ardından bir kenara atıldığı büyük savaşların sayısı hiç de az değildir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler, Kürtlerin İran’da Mahabad Cumhuriyeti’ni kurmasına yardımcı oldu. Molla Mustafa Barzani de bunun önde gelen isimlerinden biriydi. Daha sonra büyükler arasındaki çıkarlara kurban gitti. Irak’taki Baas ve İran’daki Şah rejimleri arasındaki anlaşmazlık sırasında, Tahran ABD’nin de desteğiyle Barzani önderliğinde Kürtlerin Bağdat’a karşı silahlandırılmasına katkıda bulundu. Saddam Hüseyin ve İran Şahı, 1975’te Cezayir’de bir araya gelip Şattu\'l Arab (Şattülarap) nehrini paylaşmayı kabul etmelerinin ardından verilen destek geri çekildi. Suriye ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkta, Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed, Abdullah Öcalan\'ın kuvvetlerini Bekaa Vadisi\'nde konaklaması ve eğitmesine, Türkiye\'yi hedef alan operasyonlar yürütmesine izin verdi. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel orduyu sınırda harekete geçirip Suriye\'de operasyon yapmakla tehdit etmesi üzerine, Öcalan sınır dışı edilip, tutuklanarak İmralı Adası\'ndaki cezaevine atılarak bedel ödedi. Bunun ardından Rusların şimdi yeniden uygulanmasını talep ettikleri ‘Adana Mutabakatının’ imzalanmasını sağladı. ABD, Kuveyt’in işgalinden sonra Saddam’la savaşırken, Kürtleri koruma altına alıp Kürdistan hava sahasında uçuşu yasakladı. Ardından federal bir anayasa kapsamında özerkliğe sahip bir bölge olmalarına yardımcı oldu. Daha sonra Fırat’ın doğusunda DEAŞ ile savaşta onlara yardım etti. Bunun ardından Kürtleri terk ederek Rusya’nın aracılığı ile Şam’la bir anlaşma yaptı. “Kürdün, dağlardan başka dostu yoktur” cümlesi Kürtlerin her zaman söyledikleri bir atasözü haline geldi. Suriye’deki oyun gerçekten çok karmaşık. ABD Başkanı Donald Trump, bölgeden çekilerek; Moskova, Şam, Tahran ve DEAŞ\'a hizmet etmesi, Türkiye’ye işgal için yeşil ışık yaktı. Erdoğan ise işgali ile Rusya, İran, Rejim Lideri Beşşar Esed ve DEAŞ’a hizmet etti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in eli şu an hepsinin elinin üzerinde. Trump, her ne kadar Senatör Aiken’in ‘zafer ilan et ve çekil’ ilkesinin söyleyip dursa da ABD’nin stratejik dönüşümünü gizlemenin imkânı yok.