Le Monde diplomatique kurdî'de Arzu Yılmaz tarafından kaleme alınan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 yıl aradan sonra geçen ayın sonunda Bağdat ve Erbil'i ziyaret etti ancak bu ziyaretten beklenen sonuçlar çıkmadı. Aslında Ankara ve Bağdat neredeyse bir yıldır bu ziyarete hazırlanıyordu.
Kürdistan Hewler Üniversitesi akademisyeni Arzu Yılmaz tarafından Le Monde diplomatique kurdî için orjinali kürtçe olarak kaleme alınan Erdoğan’ın Irak Ziyareti ve Ev Ödevi başlıklı makalesinin türkçeye çevrilmiş versiyonu:
On üç yıl aradan sonra geçtiğimiz ay sonunda gerçekleşen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil ziyaretleri, beklentilerin aksine hiçbir somut sonuç doğurmadı. Oysa Ankara ve Bağdat neredeyse bir yıldır bu ziyaret için hazırlık yapıyordu. Özellikle geçtiğimiz altı ay içinde her iki ülke heyetleri sayısız kez biraraya geldi. Bu toplantıların gündemi güvenlik ve ekonomi konularında girişilecek yeni işbirlikleriydi. Bu bağlamda, ‘Kalkınma Yolu Projesi’ ekonomik, PKK’ye karşı girişilecek ‘ortak askeri operasyon’ ise güvenlik işbirliğinin çerçevesi olarak sunuldu. Nihayet Erdoğan önce Bağdat sonra Erbil’e geldiğinde uygulanan protokol gösterişli, Ankara-Bağdat arasında imzalan anlaşmalarının sayısı da göz doldurur nitelikte oldu. Fakat, Irak-Türkiye ilişkilerinde ziyaret sonrasında ne değişti diye soracak olursanız, cevap şimdilik hiçbir şey. Üstelik ziyaretin hemen ertesinde yaşanan gelişmeler, yarın da bir şeylerin değişme ihtimalinin oldukça düşük olduğunu gösteriyor.
Evet, Irak’ı Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlayacağı iddia edilen Kalkınma Yolu Projesi imzalandı. Hatta, imzacılar arasında Katar ve BAE’nin de olması, projeyi coğrafi açıdan daha iddialı, finansal açıdan daha uygulanabilir bir veçheye büründürdü de denilebilir. Ama projenin asıl büyük handikapı yolun geçeceği güzergahın güvenliği. Zira Basra’dan başlayıp Necef’ten geçen ve Ninova üzerinden Türkiye’ye uzanan bu güzergahda, deyim yerindeyse, borusu öten tek aktör Bağdat değil. Özellikle Ninova bölgesinde, örneğin, Şengal’de Bağdat bir aktör bile değil. Kimi Haşdi Şabi bünyesinde, kimi Irak dışından gelen İran destekli farklı Şii gruplar ve PKK’ye bağlı güçler bu bölgeyi büyük ölçüde kontrol ediyor. Ve bu durumu tersine çevirecek bir adım atılmadığı sürece de Kalkınma Yolu’nun hayata geçme ihtimali yok. ‘Ortak askeri operasyon’ planlarının her seferinde Kalkınma Yolu Projesi’yle birlikte anılmasının nedeni de buydu aslında. Her ne kadar başta Kandil olmak üzere, PKK’nin kontrol ettiği alanlarda operasyonun gerçekleşeceği konuşulsa da, asıl hedef Ninova’ydı. Fakat Erdoğan’ın ziyaretinden bu ‘ortak askeri operasyon’ konusunda bir karar çıkmadı. Dolayısıyla, Kalkınma Yolu Projesi de ölü doğdu demek yanlış olmaz.
Peki, askeri heyetlerin karşılıklı ziyaretleri yoluyla bu konuda defalarca toplantılar yapıldığı ve önceden duyurulduğu halde neden bir ‘ortak askeri operasyon’ kararı çıkmadı?
Aslında bu yönde ilk işaret Erdoğan’ın ziyaretinden bir gün önce geldi. Irak Hükümet Sözcüsü
Avvadi, hiç de beklenmeyen bir açıklama yaparak "Irak'taki her bir PKK üyesi siyasi mülteci olarak kabul edilecek ancak siyasi ve askeri faaliyette bulunma veya silah taşıma gibi bir hakkı olmayacak" dedi. Avvadi’ye göre Irak’ın niyeti, İran’la geçtiğimiz yıl Mart ayında imzalanan sınır güvenliği anlaşmasının bir benzerini Türkiye ile yapmaktı. Zira bu anlaşmadan sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) sınırları dahilinde bulunan KDP-Iran, Komele ve PAK gibi İranlı Kürt partilerin örgütlendiği kamplar bir bir dağıtıldı. Fakat bu kamplar Kürdistan dağlarının ulaşılması güç noktalarında değil, Kürdistan şehirlerinin çeperinde kuruluydu. Üstelik, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği himayesinde kurulduğu 1990’lı yıllardan bu yana da sivillerin yaşadığı kamplardı bunlar. Dolayısıyla, İranlı Kürt partilere mensup olanlar da 1990’lı yıllardan bu yana mülteci statüsü taşıyorlardı zaten. Bu arada, kamplarda yaşayanların sayısı da çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu en fazla sekiz bin kişiydi. Nihayetinde, kampların dağıtılması da bir askeri operasyonla değil, Erbil üzerinden uygulanan siyasi baskı yoluyla sağlandı.
Fakat söz konusu PKK olduğunda onbinlerce silahlı güç, Bağdat ya da Erbil’in nüfuz edemediği dağlık bölgelerde kurulu sayısız askeri kamp var. Bazı PKK yöneticilerine mülteci statüsü tanınması gündeme gelecek olsa bile, bu ancak bir askeri operasyonla PKK’nin tasfiye edilmesi ya da bir diyalog yoluyla PKK’nin barışa ikna edilmesi sonrası mümkün olabilir. Fakat ne Avvadi’nin açıklaması ne de Erdoğan’ın ziyareti sırasında yapılan açıklamalar ve anlaşmalar bu iki ihtimale dair bir işaret içeriyordu.
Günün sonunda anlaşıldı ki, ‘ortak askeri operasyon’ yok ve Bağdat mülteci statüsü tanıması konusunu gündeme getirerek aslında PKK ile savaşta değil uzlaşmada Ankara’yla işbirliği yapabileceğini söylüyor. Bu durum aslında Bağdat’ın PKK’yi, Erdoğan’ın ziyareti öncesi Ankara’nın tüm ısrarlarına rağmen,‘terörist’ değil de ‘yasaklı örgüt’ olarak gördüğünü ilan etmesiyle de tutarlı sayılabilir, ki bu süreçte KBY İçişleri Bakanı’nın da ‘Kürdistan topraklarında terörist örgüt yok. PKK de terörist örgüt değildir’ dediğini de akılda tutmak yerinde olur.
Tutarsızlık, Türkiye’nin yaptıklarında ve söylediklerinde. Her şeyden önce, Türkiye hedefim ‘sınır güvenliğini sağlamak’ dese de, asıl niyetinin bu olmadığı biliniyor. Çünkü Türkiye-Irak sınırı zaten Türkiye’nin kontrolünde. Son beş yıldır hem hava hem kara operasyonları yoluyla askeri olarak yapılabilecekleri çoktan yaptı Türkiye. Bağdat’ın askeri olarak Ankara’ya sağlayabileceği bir katkı yok, zaten öyle bir askeri gücü de yok. Türkiye’nin niyeti 2014’ten bu yana bir türlü nüfuz edemediği ‘tartışmalı alan’a girmek. ‘Ortak askeri operasyon’a yapılan ısrarlı vurgu da bu yüzden. Zira Türkiye’nin, örneğin, Metina ve Gare’de Bağdat’a ihtiyacı yok ama bu bölgeden başlatacağı bir kara operasyonunu Musul ovasına kadar sürdürebilmesi için Bağdat’a ihtiyacı var. Ya da Fişhabur’dan girip Telafer’e ordan da Şengal’e kadar uzanabilmek ya Bağdat’la ortak bir askeri operasyonla ya da doğrudan bir işgal hareketiyle gerçekleşebilir.
Türkiye’nin bir başka tutarsızlığı ise açıkça İran’ın Irak’taki çıkarlarına karşı olan böylesi bir hamleyi, neredeyse tümüyle Tahran’ın kontrolünde olan Bağdat’taki bir yönetimle birlikte gerçekleştirmeye kalkışması. Her ne kadar Tahran, Ankara’nın Erbil yerine doğrudan Bağdat’la ilişkiler kurma yoluna girmesinden memnun olsa da, bu ilişkinin nihayetinde ‘tartışmalı alan’daki mutlak hakimiyetinin altını oymasına izin vermeyecekti, vermedi de zaten. Öyle ki, Erdoğan’ın ziyareti öncesinde neredeyse kesin gözüyle bakılan Kerkük-Ceyhan boru hattının yeniden işlemeye başlaması bile sağlanamadı. Bu arada, Erdoğan’ın Irak ziyareti sırasında Erbil’e uğrayıp uğramayacağı konusunda yaşanan belirsizliğin asıl kaynağının da İran’ın telkinleriyle hareket eden Bağdat’ın itirazları nedeniyle olduğu ortaya çıktı. Sonuçta, Bağdat istemese de Erdoğan Erbil’e gitti. Taraflar arasında ne konuşulduğunu bilmiyoruz ama anlaşılan Erbil bu ziyaretin her türlü engellemelere rağmen gerçekleşmiş olmasını Bağdat’a karşı elinin güçlendiğine yordu. Önce KBY Doğal Kaynaklar Bakanı, Kürdistan Parlamentosu’nun 2007 yılında kabul ettiği fakat Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin 2022 yılında geçersiz ilan ettiği petrol yasasını uygulamaya devam edeceklerini açıkladı. Bu açıklamaya yanıt, İran yanlısı Şii milis güçlerin Khor Mor gaz sahasına saldırı düzenlemesiyle geldi. Ardından, 10 Haziran’da yapılacağı ilan edilen fakat KDP ve bazı azınlık partilerinin çekilme kararı alması nedeniyle krize dönüşen KBY Parlamento Seçimleri’nin erteleneceği duyuruldu, ki YNK hala ilan edilen tarihte seçimlerin yapılmasında ısrarlı.
Bu arada, Türkiye Dışişleri Bakanı “Süleymaniye’deki YNK liderliği ve onu oluşturan ekibin PKK ile olan ilişkileri, samimiyeti bizim için bir problem olmanın ötesinde artık ulusal bir güvenlik tehdidi olmuştur” dedikten sonra yaptığı Tahran ve Moskova ziyaretleriyle dikkat çeken Bafel Talabani, Erdoğan’ın ziyaretinden bir gün sonra katıldığı İbrahim Ahmed Ödül Töreni'nde gelecek yıl ödülün 2022’de Gare’de düşen helikopterde hayatını kaybeden SDG’lilere verileceğini açıkladı.
Ezcümle, Erdoğan’ın ziyareti sonrasında yumuşaması beklenen Erbil- Bağdat-Ankara ilişkilerinde tansiyon daha da yükseldi.
Bu arkaplan üzerinden, Erdoğan’ın Irak seferine olsa olsa ABD’ye güvenerek çıktığı düşünülebilir. Malum, uzun zamandır krizli Türkiye-ABD ilişkilerinde, Ankara’nın nihayet Isveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylamasıyla bir normalleşme sağlandı. Ankara-Bağdat arasındaki yoğun diplomatik trafik de bu normalleşmeye paralel gelişti. ABD’nin özellikle Gaza Savaşı sonrasında İran’ın gücünü sınırlama çabalarında Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu ve bu amaçla Ankara-Bağdat arasında daha yakın ilişkiler geliştirilmesini arzu ettiği tartışılıyordu. Hatta, Kerkük-Ceyhan boru hattının yeniden işlemeye başlayacağı haberlerinin Irak Başbakanı Sudani’nin ABD Başkanı Biden’la yaptığı görüşme sonrasında gelmesi, ABD’nin Ankara lehine Bağdat’a baskı yaptığı yorumlarına neden oldu. Öyle ki, Sudani’nin Washington’ı ziyaretinden sonra Erdoğan’ın önce Bağdat sonra Washington’a gidecek olması, 2010 yılında ABD-Irak-Türkiye arasında kurulan ‘Üçlü Güvenlik Mekanizması’ benzeri bir sonuç doğurabileceği bile konuşuldu. Fakat Erdoğan Bağdat’ta umduğunu bulamadığı gibi, Washington ziyaretini de sürpriz bir şekilde iptal etti. Erdoğan’ın gitmediği ya da gidemediği Washington’a gitmeye hazırlanan YNK lideri Bafel Talabani oldu. Uzun zamandır Erbil- Bağdat arasındaki krize bir orta yol bulma çabasında olan KBY lideri Neçirvan Barzani ise Tahran yolcusu…
Görünen o ki, Amerika sonrasına hazırlanan ve hem güvenlik hem enerji/ticaret yolları çerçevesinde yeniden şekillenen Ortadoğu’ya Erdoğan’ın dönüşü o kadar kolay olmayacak. En azından bugün şunu söyleyebilecek durumdayız: Sudani’nin Washington ziyareti sonrası ABD’nin Irak’taki güçlerini çekme takviminin Kasım 2024 Amerikan seçimlerine kadar ertelendiği belli oldu. Bu mevzunun şimdilik gündemden kalkması konusunda varılan mutabakata İran’ın da bir itirazı olmadığı ortada. Zira İran, en son İsrail ile yaşanan karşılıklı saldırılar sürecinde de görüldüğü üzere, ABD yönetimiyle bir anlayış birliği içinde hareket ediyor. Zaten Gaza savaşı sonrası artan Iraklı Şii milislerin ABD üslerine saldırıları da artık durdu. Bu bağlamda, İran’ın Şam’daki güçlerini geri çekme kararını da kayda düşmekte fayda var. Yani ABD’nin Türkiye’ye arka çıkma yoluyla Irak’ta zar zor kurulan dengeyi bozmaya, suları bulandırmaya şimdilik niyeti yok. Talabani ve Barzani’nin önümüzdeki seyahat rotalarından da anlaşılacağı gibi, Irak’ta işler yine Washington- Tahran ekseninde yürütülmeye devam edecek. Gün gelip hesaplar değiştiğinde, örneğin, Kasım 2024 ABD seçimlerinden sonra ise Irak’taki dengenin bir ayağının Ankara’dan önce Riyad’a dayanacağını tahmin etmek zor değil. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın geçtiğimiz günlerde Riyad’ı ziyareti sırasında kotarılan güvenlik işbirliği anlaşması bu yola döşenen kilit taşlardan bir kabul edilebilir.
O gün geldiğinde Ankara’ya da bir rol düşer mi? Hiç kuşkusuz. Türkiye söz konusu Irak ve Suriye olduğunda gözardı edilebilecek bir ülke değil. Ama Erdoğan’ın içerde otoriter dışarda militer politikalar üzerinden şekillendirdiği bir ‘yeni Türkiye’ değil, ihtiyaç duyulan. Hele en son yaşadığı büyük seçim yenilgisiyle siyasi meşruiyeti zayıflamış bir Erdoğan’ın yönettiği Türkiye hiç değil. Ortadoğu’da tüm gerginliklere rağmen zamanın ruhunun nihayet ‘normalleşmeye’ işaret etiği bir dönemde Erdoğan’dan beklenen de bu: Normalleşme. Sanırım Türkiye’nin Irak ziyaretinden eli boş dönmesinin temel nedeni de Erdoğan’ın ‘normalleşme’yi bile bir çatışma denklemi üzerinden inşa etmedeki ısrarı. Neyse ki, Erdoğan mesajı hemen almış görünüyor. Zira Irak ziyareti sonrası ilk işi ‘normalleşme’ye içerden başlamak oldu. CHP ile görüşmeyi DEM ile bir görüşme izler mi şimdilik bilmiyoruz. Fakat Anayasa değişikliği konusunda DEM’den gelen sinyaller kapıların karşılıklı aralık tutulduğunu söylemeye imkan veriyor. Bu arada Erbil Valisi’nin Diyarbakır BBB’nı ziyaretini de not düşmeden geçmemek lazım. Bu ziyaretin mümkün olmasını ve zamanlamasını tesadüflerle açıklamak zor olsa gerek…
Sonuçta, Irak ziyaretinden somut hiçbir sonuç alınamamış olsa da Erdoğan’ın elinde bir ‘normalleşme ev ödeviyle’ döndüğü söylenebilir. Bu ödevin başarısı, belki Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni denkleme dahil olma sınavının da anahtarı olabilir.
Arzu Yılmaz-Kürdistan Hewler Üniversitesi