PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın göndermiş olduğu mektupta 2013'teki çizgisini koruduğunu ifade eden Hatip Dicle, "Öcalan Ortadoğu ve Suriye için radikal yerel demokrasi önerisi yapıyor" dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs’ta müvekkilleriyle görüştü. Görüşme sonrası Asrın Hukuk Bürosu, yaptığı bir açıklama ile Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer 3 tutuklunun göndermiş olduğu mektubu kamuoyu ile paylaştı. “Demokratik Çözüm Süreci” döneminde İmralı Heyeti’nde yer alan siyasetçi Hatip Dicle, 8 yıl sonra yapılan görüşmeyi ve İmralı’dan gelen mektubu değerlendirdi.
‘GÖRÜŞME DİRENİŞİN SONUCUDUR’
8 yıl aradan sonra yapılan görüşmenin olumlu bir adım olduğunu belirten Dicle, görüşmenin altındaki nedenleri iyi görmek gerektiğini söyledi. Görüşmenin bir direniş sonucu gerçekleştiğini vurgulayan Dicle, “Son zamanlarda iki görüşme oldu. Bundan önce Mehmet Öcalan bir görüşme gerçekleştirmişti. İki görüşmede de açlık grevlerinin büyük bir etkisi var. 2 Mayıs’ta yapılan görüşme sıradan bir görüştürme değildir. Direnişlerin sonucudur” dedi. Dicle, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin geçen gün “Bana sorarsanız avukatıyla görüşsün” demesinin de direnişin sonucu olduğunu söyledi.
‘GÖRÜŞME TECRİDİN KALKMASI ANLAMINA GELMİYOR’
Yapılan görüşmenin tecridin kalkması anlamına gelmediğine dikkat çeken Dicle, şöyle devam etti: “Zaten açlık grevi direnişçilerinin de tespiti bu yönlüdür. Biz çözüm sürecinde en az 3-4 saatlik görüşmeler yapıyorduk. Bunların hepsi de tutanaklara alınıyordu. Belki devlet de bunları bizim bilgimiz dışında kayda alıyordu. Ki bu muhtemeldir. Ama tutanak tutmak bir engelleme metodu değildi. Dikkat ederseniz avukatlara not almayı ve herhangi bir evrak alışverişini kesinlikle kabul etmediklerini söylemişler. Bu çözüm süreci gibi bir sürecin olmadığı anlamındadır. Demokratik çözüm süreci ile ilgili iki şey hatırlatayım. Birincisi 5 Nisan 2015’e yaklaşırken yani Erdoğan tarafından masanın devrilmesine yakın bir süreçte Sayın Öcalan bir gün devlet heyetine aynen şunları söyledi: ‘Bu süreç bozulursa bundan sonra tabi ki buraya gelip gidersiniz. Ama bundan sonraki görüşmelerimizin hiçbirisi sohbet niteliğini aşmaz.’ Şimdi bu çok önemli bir belirlemedir. Yani burada belirtmek istenen eğer bu süreç sona ererse ‘ki süreç sona erdi’ artık MİT’in veyahut devlet heyetlerinin geliş gidişlerinde PKK adına ya da baş müzakereci olarak resmi hiçbir şey söyleyemem anlamına gelir.”
‘İMRALI’DA GÖRÜŞMENİN OLMAYACAĞINI SÖYLEDİ’
Öcalan’ın yine 5 Nisan 2015’e yakın bir süreçte yapılan bir görüşmede, “Aslında Mandela çok haklıydı. Bu böyle yürümez” dediğini belirten Dicle, “Bunu demesinin anlamı şuydu. Biliyorsunuz Mandela 27 yıl bir adada hapsedilmişti. 27 yılın ardından oradaki yönetim siyahilere yönelik tecrit politikasına son verip onlarla bir görüşme yapmak zorundaydı. Buradaki tek muhatap Afrika Ulusal Kongresi’ydi. Bunun üzerine Mandela ile görüşüldü. Mandela o zaman cezaevindeyken bu görüşmeleri sürdüremeyeceğini söyledi. Aslında Sayın Öcalan bir anlamda buna dikkat çekti. Yani bundan sonra bir görüşme süreci ‘benim tam özgürlüğüm sırasında mümkün olabilir’ demek istedi. Yani İmralı’da artık bir demokratik çözüm sürecinin olmayacağını deklare etti. Yani Mandela haklıydı derken işte eski tarzda bir heyet gidecek, orada görüşmeler olacak, orada devlet tarafı olacak vs. şeylerin olmayacağını anlamında söyledi. Ben o sözü öyle yorumladım” ifadelerini kullandı.
‘ÖCALAN AYNI NOKTADA’
Öcalan’ın avukatları aracılığıyla gönderdiği mektubunda 2013’teki çözüm sürecine atıfta bulunduğunu hatırlatan Dicle, sözlerini şöyle sürdürdü: “Öcalan 2013 Newroz’unda ‘silahlar sussun fikirler konuşsun’ dedi. Hatta Türkiye’ye bir şans tanımak için gerillanın geri çekilme kararı deklare edildi. Ama bütün bu iyi niyet çabaları devletin kendi taahhütleri konusunda hiç adım atmayarak ve yine devlet tarafından masa devrilerek sona erdirildi. Bunu da tespit etmek gerekiyor. Yani Sayın Öcalan aynı noktada olduğunu hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de silahlarla bu işin çözümlenemeyeceğini, bunun ancak siyasi görüşmeler, kendisinin yumuşak güçler dediği görüşmeler yoluyla çözüleceğini bir kez daha dikkat çekip aynı noktada durduğunu, aynı duruşu gösterdiğini bir kez daha göstermiştir. Bunu da önemli bir tespit olarak yapmak gerekiyor. Bir diğeri avukatlar metni açıklarken özellikle Sayın Öcalan’la yaptıkları görüşmede çıkardıkları sonucu açıkladılar. Metnin ilk başında ‘Bu ne bir müzakere ne de mutabakat metnidir’ dedi. Bu altı çizilmesi gereken bir noktadır.”
‘GÖRÜŞMELER DOLAYLI YOLLARDAN VAR’
Öcalan’ın gönderdiği mektubunda ilk olarak Rojava’ya dikkat çektiğini ifade eden Dicle, Öcalan’ın oradaki mücadeleye vurgu yaptığını söyledi. ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey’in Türkiye ile Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetimi arasında bir arabuluculuk çalışmasını başlattığını dile getiren Dicle, “Bu konuda görüşmeler vardır. Hatta bazı basın organları bu talebin Türkiye’den geldiğini ima etmektedir. Bazı basın organlarında çok iddialı yazılar çıkıyor. Örneğin bir gazeteci işte 10 Mayıs Çarşamba günü MİT müsteşarı tekrar Sayın Öcalan ile görüştüğünü söylüyor. Yani böyle Rojava ile ilgili sanıyorum bu arabuluculuk görüşmeleri çerçevesinde bir görüşme süreci dolaylı yoldan var. Zaten Salih Müslim de daha önceleri dolaylı görüşmelerin olduğunu yalanlamamıştı” dedi.
‘RADİKAL YEREL DEMOKARİSYE ATIF YAPIYOR’
Öcalan’ın Rojava ile ilgili söylediği ikinci önemli noktanın “Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır” tespiti olduğunu sözlerine ekleyen Dicle, “İmralı görüşmeleri sırasında Sayın Öcalan genellikle stratejisini, demokratik özerklik, demokratik konfederalizm üzerinde şekillendiriyordu. Ama bir gün bize ‘Devlet heyeti diyor ki bu demokratik özerklik farklı anlamlara çekilebilir. Biz bunu yerel demokrasi yapamaz mıyız’ diye sorduğunu söyledi. Sayın Öcalan ‘Tabi mümkündür. Yerel demokrasi de diyebiliriz bundan sonra’ dediğini bize açıkladı. Bu da yine böyle 2015 yılında yapılan görüşmelerinden birinde olmuştu. Dolayısıyla Suriye’de daha doğrusu Ortadoğu’nun geneline önerdiği radikal yerel bir demokrasi olan demokratik özerkliğe bir atıf vardır. Duruşunu öyle belirliyor” diye belirtti.
‘NASIL BİR ADIM ATACAKLAR GÖRECEĞİZ’
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ile dolaylı yoldan yapılan görüşmelerde Salih Müslim’in Türkiye ile sürecin ilerlemesi için Türkiye’nin Efrin’i boşaltması gerektiğine vurgu yaptığını belirten Dicle, “Müslim Efrin’i ön şart olarak söylüyor. Yani Efrin işgal altındayken orada savaş suçları, insanlık suçları işlenirken herhangi bir görüşme yapamayız diyordu. Sayın Öcalan’ın Rojava’ya ya da Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ile ilgili söyledikleri orada da olumlu yankılandı. Ve büyük değer biçtiklerini söylediler. Yani Jeffrey’in (ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey) çabalarına Türk tarafı da aslında olabilir karşılığını veriyor. Ama Türkiye tabi ki bu konuda nasıl bir yaklaşım içinde onu yaşayıp göreceğiz” dedi.
‘AKP MUHAFAZAKAR KÜRT SEÇMENİNİN PEŞİNDE’
Öcalan’ın mektubunun okunması ile İstanbul seçimlerinin aynı güne denk gelmesini de değerlendiren Dicle, bu konuda şunları belirtti: “Bu iki şeyin aynı güne denk geldiği için bazıları ‘Acaba yeni bir İmralı süreci ile AKP ve HDP arasında bir yakınlaşma da olacak’ dedi. Hayır böyle bir şey yok. Olmayacak da. Bu konuda HDP’nin de açıklaması var. Kürt Özgürlük Hareketinin de bu konuda duruşu nettir. Faşist diktatörlük altında bir ülkenin temsilcileriyle hiçbir şekilde masa başında bu sorunun çözülebilmesi mümkün değil. Çünkü en azından demokrasiye saygılı değiller. Erdoğan’ın bu yerel seçimlerden sonra sadece İstanbul’u iptal etmeleri bile o faşist diktatörlük yüzlerinin ne kadar açığa çıktığının bir göstergesiydi. Bu nedenle yerel seçimlerin aslında bu görüşmeyle hiçbir ilgisi yok. Kürtlerin duruşu konusunda bazı çevreler şüphecilik yaratmak istiyor. Yerel seçimler konusunda bir diğer önemli nokta ise Mevlüt Çavuşoğlu’nun Güney Kürdistan’a yapılan seyahatidir. Çavuşoğlu orada KDP yetkilileriyle görüştü. Arkasından da Hüda-Par yetkilileri Kürdistan’da bizzat Mesut Barzani tarafından ağırlandılar. Öyle görülüyor ki bunda AKP’nin yani Erdoğan’ın payı büyük. En azından ben böyle görüyorum. Bazı araştırma şirketleri yaptıkları araştırmalarda dediler ki AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürt seçmenini 31 Mart’ta sandığa gitmedi. Şimdi buna karşı KDP ile ilişkileri iyileştirip muhafazakâr Kürt seçmenlerini ikna etmeye çalışıyorlar. Dikkat ederseniz burada HDP’nin tabanı değil daha çok AKP’nin içindeki Kürtlerin kazanılması, tekrar oy vermesi yönünde bir çaba vardır.”
‘ÖCALAN’IN İSTEĞİ KABUL GÖRMÜŞTÜR’
Öcalan’ın gönderdiği mektupta İmralı’da tutuklu olan diğer üç tutuklunun imzasının da bulunmasını ise Dicle, şu sözler ile değerlendirdi: “Sayın Öcalan’la birlikte orada olan diğer tutuklular da tecrit altında. Daha önce normal haklarından yararlanırken orada maalesef bundan yararlanamıyorlar. Bundan dolayı onları daha çok sürecin içine katma anlamındadır. Mesela bizim İmralı görüşmeleri sırasında da eğer görüşmeler devam etseydi bu arkadaşlar direk İmralı heyetinin resmi üyesi olacaklardı. Bir de ayrıca cezaevlerinden temsilen 4 kadın arkadaşın daha bu sürece dahil olması konuşulmuştu. Bu nedenle belli ki Sayın Öcalan bu konuda daha önce yapılan taahhütlerin yerine getirilmesi anlamında bunu talep etmiştir. Bu talep de devlet heyeti tarafından da kabul görmüş anlamındadır.”