Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Paris’te Hz. Muhammed karikatürlerini sınıfta gösterdiği için kafası kesilerek öldürülen öğretmen cinayetinin ardından, radikal İslam’a karşı sert bir politika izleyeceğini açıklayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un zihinsel bir tedaviye ihtiyacı olduğunu söyledi. Türkiye-Fransa arasında yükselen gerginlik, Türkiye’nin Fransız mallarına boykot uygulaması çağrısı ile daha da alevlendi. Bu sert sözlere, Fransa Ankara Büyükelçisi’ni istişarelerde bulunmak üzere geri çağırarak tepki verdi. Erdoğan’ın Macron’u hedef alan açıklamaları yeni değil, Macron ise uzun süredir Ankara’yı hedef tahtasından indirmiyor.
Kronos yazarı Alin Ozinian; bu gerginliği, getirebileceği sonuçları, Batı’nın Radikal İslam’a bakışını ve Müslümanların AB ülkelerinde zorlaşan hayatını, Almanya’dan Siyaset Bilimci ve AB göç uzmanı Prof. Dr. Burak Çopur, Strasbourg Üniversitesi, Türk Etüdleri Bölüm başkanı Samim Akgönül ve Forum Transregionale Studien’den antropolog Yektan Türkyılmaz ile Kronos için konuştu.
Uzman görüşlerinden satır başları şöyle:
Paris’te bir tarih öğretmeninin başının bıçakla kesilerek öldürülmesi, Türkiye basınına sınırlı bir çerçevede yansıdı, konu Türkiye’de etraflıca tartışılmadı. İslam Dünyası ve Türkiye’deki sessizlik, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Burak Çopur’a göre bir ilk değil.
Çopur, İslam Dünyası’nın, Batı ülkelerde Radikal İslamcılar tarafından, terör olayları gerçekleştirildiğinde çok tepki göstermediğini, Müslümanlar’ın dayanışma göstermediğini öne sürüyor. “2015’de Fransa’da Charlie Hebdo katliamı yaşandığında, 2015’de yine Paris’te bir tiyatroda yaşanan katliamda, ya da Berlin’deki Noel pazarında 2016’de bir büyük saldırı gerçekleştiğinde, İslam Dünyası’nın sokaklara dökülüp “Yeter artık İslam adına, kimse cinayet işleyemez” dediğini duydunuz mu? Ben duymadım. Bu yüzden şimdiki sessizliğin nedenini anormal değil, normal buluyorum. Türkiye’nin bugünkü tavrı ise olayın vahametini anlamadığını veyahut önemsemediğini gösteriyor. Fransa’yı aramaması, dayanışma göstermemesi, başlı başına bir sorun”.
Strasbourg Üniversitesi, Türk Etüdleri Bölüm başkanı Samim Akgönül ise, Peygamber karikatürlerinin Müslümanlarda yarattığı tiksinti ve şaşkınlığın bu karikatürlere karşı yapılan her eylemin kısmen “anlaşılmasına” yol açtığını düşünüyor.
“Türkiye’de son derece seyrek olarak görülen haberlerde özellikle sosyal medyada 3 değişik söylem görüyorum. Birincisi “oh olsun” söylemi. Bunu değişik seviyeleri var, “İslamofobi bir can daha aldı”dan “Fransızlar giyotinle az kafa kesmediler, müstahaktır” diyenlerine kadar. Bunu kendi kulaklarımla duydum, inanın. İkincisi her 11 Eylül’den beri sık sık duyduğumuz komplo, derin devlet vs söylemleri. Üçüncüsü ise daha yeni. Avrupa Müslümanlarına hicret çağrısı. İslamı Avrupa’da özgür yaşayamıyorsunuz Türkiye’ye gelin söylemi. Bu ilginç ve yeni. Elbette içi boş ama bu söylemin varlığı dahi tahlile değer.”
Forum Transregionale Studien’den Yektan Türkyılmaz ise AKP ile birlikte yapılan en korkunç durumlara bile ses çıkarmayan bir duruşun şekilendiğini şu sözler ile anlatıyor. “AKP’nin ilk günden bu yana pek bir şey inşa ettiğini söyleyemiyoruz ama tek bir şey inşa ettiği kesin o da “yeni bir vicdan”. Ya da var olan vicdanı modifiye etti diyebiliriz, bundan kastım düşman diye gösterilen gruplara ya da kişilere yapılan her eylemi mazur gören, bunu kabul eden, bunu kimi zaman çoşkuyla alkışlayan bir vicdan yaratma kısmı.”
Kollektif bir vicdan yaratıldığının altını çizen Türkyılmaz, hem resmi düzeyde, hem de özellikle iktidar – rejim bloğunda bu korkunç cinayetin en azından kabul edilebilir bir eylem olarak görüldüğünü, Cumhurbaşkanı sözcüsünün yarım-ağız açıklamalarının “bu olay maruz görülebilir” anlamına geldiğini düşünüyor.
Erdoğan’ın Avrupa’yı İslamafobi ile suçlaması, Avrupa’da yaşayan Türkler ve Müslümanları da etkilerken, Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Libya ve Suriye konularında uzunca süredir devam eden ihtilaflar Fransa ile Türkiye’nin arasındaki gerginliği sıcak tutuyor. Diğer taraftan, Erdoğan-Macron gerginliği iki liderin de iç politikada işine geliyor ve bu nedenle tansiyon düşmüyor.
Erdoğan’ın Macron hakkında hakarete varan sözlerine farklı AB liderleri de tepkili. Erdoğan’ın bu tavrının sebebi Prof. Çopur’a göre Erdoğan’ın gerilimler üreten, toplumu kutuplaştırarak siyaset yapamasının bir sonucu:
“Erdoğan Türkiye’de büyük oradan başardı bu siyaseti. Aynı çizgiyi AB ülkelerinde uygulamaya sokmaya çalışıyor. Örneğin Almanya’da polis bir camide yolsuzluk yapıldığı içi arama gerçekleştirdi. Bu Türkiye’de hemen İslamofobi ay da İslam karşıtlığı olarak yorumlandı. Halbuki alakası yok, ortada dolandırıcılık ve kamuya zara gibi bir suçlama var.”
Çopur, Erdoğan’ın İslamofobi söylemini geliştirmesinin sebebini, Batılı ülkelerde yaşayan Müslüman ve Türkleri kışkırtarak yaşadıkları yerlerde kendi safına çekmek olduğunu düşünüyor ve şunları söylüyor:
“Safları sıkılaştırmak için yapıyor Erdoğan bunu, derdi iç siyasetteki kutuplaşmayı dış siyasete de yaymak. Adete bir medeniyetler savaşı körükleyerek, İslam dünyasının liderine oynamak istiyor gibi ama bu strateji işlemez. Baksanıza yaptıkları ile İsrail ile Birleşik Arap Emirliklerini bile bir araya getirmeyi başardı. Pakistan, Katar, Azerbaycan ile, birlikte nasıl İslam lideri olacaksınız, bunlar ham hayal diye düşünüyorum.”
Türkyılmaz ise, Türkiye rejimin artık savaşsız ve krizsiz yaşayamayacağı, iktidarın bunlara ihtiyaç duyduğunun açık olduğunu belirtiyor:
“Türkiye’de her alanda; dış siyaset, ekonomi, eğitim, sağlık bir çöküş var. Buradan kaynaklanan öfkenin dindirilebilinmesi zor. Sanırım bu gerginlike yapılan resmi açıklaların rasyonel bir açıklaması yok. Erdoğan- Macron gerginliğini de bu bağlamadan çıkararak yorumlayamayız.”
Türkiye ve Fransa’nın idari yapılarının birbirine çok benzemesinin altını çizen Samim Akgönül’e göre, Erdoğan-Macron çekişmesinin yapısal ve güncel sebepleri var:
“İki benzer ülke horozlanmada da benzer. Bugün horozlanmayı politika haline getiren ülke Türkiye. Türkiye 2013’ten itibaren kurduğu “Arap sokağını kazanma” hayalini gerçekleştiremedi. Her yerde farklı sebeplerden dolayı, Erdoğan’ın siyasal önderliğini kabul edecek “Müslüman kardeşler” iktidarları kurulamadı. Bu hayal Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Suriye’ye her yerde iflas etti. Suudi Arabistan Türk ürünlerini boykot ediyor! Artık kazanılacak bir Arap sokağı yok.”
Akgönül, kazanılacak sokağın artık “Avrupa sokağı” olarak görüldüğünü, Batı Avrupa’nın Müslüman sokaklarında aktif azınlıkların halife arayışı içinde olduğunu belirtiyor:
“Erdoğan bunu görüyor ve Macron’a karşı bu kartı oynuyor. İkisi arsanda tartışma ne kadar sertleşirse ve Macron’a ettiği hakaretler ne kadar çok karşılık görürse Fransa’daki iktidara diş bileyen Müslümanları o kadar çok kazanacağını düşünüyor.”
Türkiye-Fransa krizinin ne kadar tırmanabileceği, Libya’daki gelişmelerin gerginliğe nasıl etki edeceği ve Batı’nın ne adımlar atacağı ise hala büyük soru işareti.
Samim Akgönül, bu gerginliğin uzun sürmeyeceğini düşünüyor:
“Libya’da Fransa istediğini elde etti. Bu kriz devam etmez ama birkaç ay sonra başka kriz çıkar çünkü Türkiye’deki rejim için Fransa düşman olarak biçilmiş kaftan. Diğer bütün Batı Avrupa ülkeleri az ya da çok Müslüman meselesini halletti.”
Fransa kuruluş felsefesinden ve merkezi yapısından dolayı henüz bu sorunu halledemediğinin altını çizen Akgönül, bu yüzden Fransa’da Müslüman azınlıkla gerginliklerin zirve anlarında Türkiye’nin müdahale etmeye çalışacağını düşünüyor.
Burak Çopur ise gerginliğin uzun süre devam edebileceğini, krizin devam etmesinin Erdoğan için şart olduğunu, Erdoğan’ın krizlerden beslendiğin, belirtiyor:
“Kriz olmazsa Erdoğan olmaz. Hepimiz biliyoruz bunu, sadece Erdoğan değil iç siyasetteki krizlerden beslenen, Macron da bir siyasetçi olarak, iç siyasete oynuyor.”
2022’de seçimlerini hatırlatan Çopur, Macron’un aşırı sağcı faşist Le Pen’i şimdiden frenlemek istemesinin de bu konuda önemli bir etkisi olduğunu fakat işin jeopolitik ayağının da unutulmaması gerektiğini belirtiyor.
“Türkiye’nin karşısında saf tutan bir Fransa var. Dağlık Karabağ, Ege, Libya, bir çok sorunda bu böyle. Fakat burada durum Türkiyenin inanmak istediği gibi Fransa’nın Türkiye’nin bölgede boy göstermesini ya da meydan okumasını Fransa’nın sindirememesi değil. Türkiye’de böyle yanlış bir okuma var. Fransa nükleer silahı olan bir süper güç, neden korksun Türkiye’den” diyen Çopur, Fransa ve diğer batılı aktörlerin Türkiye’nin anlaşamazlıkları askeri şekilde çözmek istemesinden fevkalade rahatsız olduğunu, kimsenin militarist bir Türkiye’yi istemediğini aktarıyor.
Erdoğan, Almanya’da bir camiye polislerin baskın yapmasının “İslam düşmanlığı” olduğunu söyledi. “Bunun benzerini biz Hıristiyanların mabedlerine yaptık mı? Yapmadık, yapmayız. Bunlarda özgürlük diye bir şey yok. Laiklik diye de bir şey yok. Hep yalan.” diyerek, Avrupa faşizmi yeni bir safhaya geçtiğini, Avrupa’daki 6 milyonu aşkın Türk vatandaşının ve Müslüman toplumun tamamının huzurlu bir şekilde yaşaması için her türlü gayreti göstermekte kararlı olduğunu belirtmişti.
Erdoğan’ın bu ve benzer açıklamaları Batı’da da yankılandı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bu açıklamayı “kabul edilemez” olarak niteledi. Türkiye’yi “bu tehlikeli gerginliği tırmandırma döngüsünü kırmaya” çağırdı ve aksi takdirde Türkiye’nin tecritle yüzleşeceği uyarısı yaptı.
Samim Akgönül’e göre, bu tecrit tehditi pek gerçekçi değil ve AB, Erdoğan’ın şantajlarına belirli bir süre daha katlanmak zorunda:
“AB kendini dövmesi için sopayı Ankara’nın eline çoktan verdi. 3-5 milyon Suriyeli, Afgan, Iraklı vs “mülteci”yi emecek bir sünger politikası geliştirmedikçe AB Ankara’nın şantajına boyun eğmek zorunda. Ankara AB müzakerelerinin açılmasını Kürt vanasını açmayı tehditle sağlamıştı. Şimdi herhangi bir tecridi Suriyeli vanasının açmayı tehditle bertaraf etmeye çalışıyor ve gayet de başarılı.”
Türkiye’yi cezalandırmanın ve tecrit etmenin çok da kolay olmadığını düşünen Burak Çopur ise bunun esas nedenin AB’deki bölünmüşlük olduğunu belirtiyor. Çopur’a göre AB’de temel iki yaklaşım var:
“ Bir tarafta Türkiye’yi yatıştırmaya sakinleştirmeye çalışan Almanya ve İtalya, İspanya, Macaristan’ın da dahil olduğu bir grup var. Diğer tarafta, Fransa öncülüğünde, Türkiye’ye daha sert davranmak, cezalandırmak gerektiğini düşünen bir grup var. Yunanistan, Kıbrıs da dahil bu gruba.”
Çopur’a öre bu bölünmüşlüğe çok da güvenmemek gerekli, çünkü Türkiye, Ege’de çok fazla ileri giderse, Almanya AB içinde baskı altına girip pozisyon değiştirebilir. “ABD’de deki seçimlerin de bu duruma etki edeceğini unutmamak gerekiyor. Biden seçilirse ve Merkel giderse dünya siyasetindeki dengeler değişecek.” diyen Çopur, bu gelişmelerin akabinde Türkiye’de işler zorlaşacağı konusunda uyarıyor.
“Türkiye 7 benzemezi bir araya getirebiliyor. Ülke içinde yaptığı karşıtlarını bir araya getirebilme çizgisini dış siyasete de taşıyor” diyen Türkyılmaz, Türkiye’yi stratejik ortak olarak gören Almanya’nın bile artık rahatsız olduğunu, Türkiye’nin AB ülkelerinin tolerans sınırlarına yaklaşamaya başladığını belirtiyor.
Macron’un 2022 yarışında muhtemel en güçlü rakibi sağcı Le Pen Erdoğan’ın bir öğretmenin öldürülmesinde başsağlığı dilemek yerine Macron’a hakaret etmeyi seçtiğini söyleyerek, “AB neden Türkiye ile suç ortaklığı yapıyor? Neden milyonlarca Euro veriyor bu ülkeye?” diye sorması, AB Türkiye’i “cezalandırmak” isterse ne yapabilir sorusunu sormamıza sebep oluyor.
Türkyılmaz’a göre, Türkiye kırılgan bir durumda, ülkedeki elitin, kendini gördüğü yücelik ve hakikat arasındaki makas açıldıkça siyaset daha da agresifleşiyor, daha huzursuz ve saldırgan bir hal alıyor. “Türkiye’ye ne yapabilirler? Özelikle AB, Rusya ve ABD’nin çok kolay cevabını bulancağı bir soru fakat Türkiye kırılganlığını silah olarak kullanıyor. Kendi ölüm ihtimalini, kendini eleştiren güçlere karşı bir silah olarak kullanıyor.” diyor Türkyılmaz.
Türkiye’de çöküşün top yekun sadece bir siyasi kanadı kapsamadığını herkesin bildiğini bundan dolayı bu çöküşün Batı için de riskli olabileceğine işaret eden Türkyılmaz “Askeri işbirlikleri ve ekonomideki bağlar çok kırılgan tavır kaldıramayacak durumda. Mülteci konusu ve benzer silahlar kullanılıyor, ama asıl silahı Türkiye’nin kendi çöküşü, asıl bununla tehdit ediliyor Batı.” diyor.
Samim Akgönül ise Türkiye’de 5 Milyon Ortadoğulu oldukça ve Bat Avrupa’da Popülizm hayaleti dolaştıkça AB’nin Türkiye’yi herhangi bir şekilde cezalandırmasının zor olduğunu düşünüyor.
Diğer yandan, Macron’un yaptığı açıklamalar da İslam dünyasının kafasını karıştırıyor. İslam’ın bütün dünyada kriz yaşayan bir din olduğunu ileri sürerek, “İslamcı ayrılıkçılıkla” mücadele etmeleri gerektiğini iddia eden Macron, AB’de yaşayan müslümanların bu süreçten nasıl etkileneceği sorusunu gündeme getiriyor.
Prof. Çopur, AB’de Müslümanlara karşı bir nefret dalgası oluşmayacağını ama AB ülkelerinin net bir tavır alacaklarını düşünüyor:
“Batı artık bu Müslüman Kardeşleri, Cihatçıları, radikal islamcı kesimlere nefes aldırmayacaktır. Çünkü Fransa’daki cinayet tüm Avrupa’yı etkilemiş ve derinden sarsmıştır, buna karşı AB ülkeleri muhakkak ki bir siyaset izleyecektir.”
Nefret dalgası beklemeyen ama yabancılaşmanın hızlanacağı ya da korunacağının kesin olduğunu düşünen Akgönül’e göre Macron’un bahsettiği “İslamcı ayrılıkçılık” kavramının içeriği tartışılıyor ve hukuki boyutu öne çıkıyor:
"Bazı Müslümanlar paralel bir hukuk sistemi yaratıp o sistemin içinde yaşıyorlar korkusu hâkim. Aralık ayında önerilecek yasa tasarısının sadece Müslümanları kapsaması imkânsız. Hemen Anayasa Konseyinden geri döner. O yüzden tekil hukuk sistemini kemikleştiren genel bir düzenleme olacaktır ve büyük bir ihtimalle Fransa Müslümanlarının hamiliğini 40 yıldır üstlenen köken ülkelerin hukuki, siyası ve kimliksel etkileri azaltılmaya çalışılacaktır. Ne olacağını görmek için henüz çok erken.”
Yektan Türkyılmaz, ise Avrupa’da genel bir göçmek karşıtlığı ve islamafobi eğilimler olduğunun doğru olduğunu hatta bu ülkelerin merkez siyasetçilerinin dahi durumu kabul ettiğini vurguluyor:
“Bu ülkelerdeki merkez siyasetçiler bile konu ile mücadele edilemsi gerektiğini söylüyorlar. Ben baskı ya da Müslümanlara saldırı olacağına inanmıyorum, ihtimal vermiyorum. Batı göçmen sorunun bir iç sorun olmasını istiyor, bir patron ülke özellikle Türkiye gibi bir ülke tarafından sorunun manipüle edilmesini, sorunun çözüme hiçbir katkı sağlamadığını görüyor; diyanet ile bağlantıdaki camilerin farkında.”