14 Mayıs’taki seçim sonuçlarının yarattığı en önemli tartışmalardan biri, Türkiye’deki milliyetçiliğin durumu oldu. Birçok uzman, sandıkların Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişini gösterdiğini savunurken bazı uzmanlar ise ortada yeni bir durumun olmadığı kanısında.
Türkiye’de çok partili siyasi hayatın tarihine bakıldığında milliyetçiliğin, siyasi yelpazenin farklı kanatlarında her daim etkin olduğu görülüyor.
Kendisini doğrudan milliyetçilik üzerinden tanımlayan parti olarak ise 1960’ların son yıllarından itibaren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) öne çıkıyor.
Geçmişten bugüne milliyetçi partilerin oyları nasıl değişti?
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) Alparslan Türkeş liderliğinde dönüşümüyle kurulan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 1970’li yıllarda yüzde 3 ila yüzde 6,4 arasında oy oranlarına sahip oldu ve iki Milliyetçi Cephe hükümetinde yer aldı.
MHP’nin devamı niteliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) 1987 genel seçimlerinde yüzde 2,93; 1989 yerel seçimlerinde ise yüzde 4,14 oy elde etti.
1990’lar ise MHP’nin büyük bir oy artışı sağladığı dönem oldu.
1995 seçimlerinde yüzde 8,18 alan parti, 1999’da yüzde 17,98 oy yakaladı ve ardından 57. hükümette yer aldı.
Bahçeli’nin erken seçim çağrısıyla gidilen 2002 seçimlerinde MHP baraj altı kalsa da 2007’de yüzde 14,27; 2011’de yüzde 13,01; 7 Haziran 2015’te yüzde 16,29; 1 Kasım 2015’te yüzde 11,90 oranında oya ulaştı.
MHP ve ondan doğan İYİ Parti’nin ikisinin birden katıldığı ilk seçim, 24 Haziran 2018 seçimleri oldu.
Bu seçimlerde MHP yüzde 11,10; İYİ Parti ise yüzde 9,96 oy aldı.
Bu, toplamda yüzde 21,06 yapıyor.
14 Mayıs 2023 seçimlerinde MHP yaklaşık 1 puanlık bir düşüşle yüzde 10,07; İYİ Parti çok az bir düşüşle yüzde 9,68; Zafer Partisi ise yüzde 2,23 oy aldı.
Bu da toplamda yüzde 21,98’e denk geliyor.
Dolayısıyla sayısal olarak bakıldığında, 2018 seçimlerine kıyasla milliyetçi partilerin toplam oylarındaki artışın yüzde 1’in altında olduğu görülüyor.
Milliyetçiliğin yükselişi yeni bir olgu mu?
Seçim sonuçlarını BBC’ye değerlendiren, 2010 yılından beri "Türkiye’nin Eğilimleri" araştırmasını yürüten, Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın, milliyetçi oylarla ilgili ortada olağanüstü bir durum olmadığı kanısında:
“MHP'yi herkes yüzde 7 civarında beklediği için yüzde 10 civarında alınca birden oylarının çok yükseldi gibi bir algı oluştu. Halbuki MHP geçen seçime oranla 150 bin oy kaybetmiş. İYİ Parti geçen seçime oranla iki yüz elli bin oy kazanmış. Zafer Partisi de 1,5 milyon oy kazanmış.
“Bir taraftan artan seçmen sayısı var, bir taraftan gençlerin yönelmesi var. Çok olağanüstü bir artış değil. Normal seyrinde ilerliyormuş gibi gözüküyor. Zafer'in oylarının hepsi değil, yarısını milliyetçi kabul edersek de o zaman zaten toplam milliyetçi oylarda, seçmen sayısındaki artışı da dikkate alırsak bir artış yok.”
Kimi uzmanlara göre Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişi tespiti doğru ancak bu çok yakın bir zamanda gerçekleşen bir durum değil.
Ankara Enstitüsü’den Hatem Ete ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nden Ferhat Kentel’in hazırladığı ve Haziran 2022’de yayımlanan ‘Türkiye’de Milliyetçilik Algısı" araştırması, son yıllarda milliyetçilik üzerine yapılan araştırmalar arasında yer alıyor.
BBC’ye konuşan Ankara Enstitüsü Direktörü Hatem Ete, raporla ilgili şunları söylüyor:
“Araştırmamız, bir yönüyle milliyetçiliğin yükselişini teyit ederken, bir yönüyle de meşrulaştırıcı etkisi dolayısıyla milliyetçiliğin sürekli içerik değişimine uğradığını, birçok tutarsız ve çelişik önermelerin sığınağına dönüştüğünü ortaya koymuştu.
“Bugün, araştırmamızın bulgularına dayanarak, kabaca toplumun yarısının milliyetçilikle bağının oldukça güçlü olduğunu, toplumun yaklaşık dörtte birinin de milliyetçiliği etkili ve anlamlı bir referans olarak görmediğini söylemek mümkün.”
Bununla birlikte Ete; son seçim sonuçlarını milliyetçiliğin yükselişi üzerinden okumayı yanlış bulduğunu, bir önceki seçimle kıyaslandığında milliyetçi oylarda bir sayısal yükseliş olmadığını, bunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerindeki milliyetçilik tonu üzerinden okumayı da doğru bulmadığını savunuyor:
“Bu kanaati (Milliyetçiliğin yükselmesi) besleyen bir diğer dinamik de Erdoğan’ın kampanya boyunca HDP’nin verdiği destek üzerinden Kılıçdaroğlu’nu terörle işbirliği yapmakla suçlamasıydı. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan daha yüksek bir oy oranı elde etmesi, toplumun bu söylemden etkilendiği şeklinde yorumlanıyor. Bu çok genelleyici ve indirgemeci bir yaklaşım.
“Toplum gerçekten bu söyleme ikna olduğu için Erdoğan’a yönelmiş olabilir ama bu söylemden hiç etkilenmeyip bambaşka birçok başka dinamik dolayısıyla da Erdoğan’a yönelmiş olabilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın aldığı oyu kampanya döneminde kullandığı söylemle ilişkilendirmek doğru olmadığı gibi, Kılıçdaroğlu’nun HDP ve PKK ile ilişkilendirildiği için beklenenin altında oy aldığını söylemek de doğru değil. Seçim sonuçlarını, milliyetçiliğin yükselişi üzerinden değil, toplumun güven ve istikrar talebi üzerinden okumayı daha doğru görüyorum.”
Milliyetçi partiler ne kadar güçlü?
Tamga Türk internet sitesinden yazar Bahadırhan Dinçaslan, Türkiye’de milliyetçiliğin gidişatına dair yeni tartışmalar yapılmasını savunan bir isim.
"Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi" adlı bir kitabı da bulunan Dinçaslan, toplumda yaşanan dönüşümlere paralel olarak Türkiye'de yeni bir kentli ve seküler milliyetçilik anlayışının geliştiğini, bu kesimin ihtiyaçlarına şu anda hiçbir milliyetçi partinin tam olarak cevap üretemediğini savunuyor.
Dinaçslan, “Milliyetçilik dünden bugüne yükselmiş değil, milliyetçilik Türkiye’de epeydir yükselişte” görüşünü savunuyor ve hatta bu yükselişi 1990’lara kadar götürüyor:
“PKK'nın en sert eylemlerini yapmaya başlamasıyla bir güvenlikçi taleple milliyetçilik, 'Ülkücülere bir şans versek mi?' sorusunu sordurdu. MHP bu furyayla 1999'da iktidar ortağı da oldu. Sonra oyları düşse de son tahlilde milliyetçilik asla 70'lerde ya da 80'lerde olduğu gibi küçük, marjinal bir hareket olmadı."
Dinçaslan, günümüzde Meclis’te kendini milliyetçi olarak tanımlayan milletvekili sayısının yüksek olmasına rağmen milliyetçiliğin bağımsız bir siyasi aktör olmadığını savunuyor:
“1970'lerde 2-3 milletvekili olan, nicel olarak çok güçlü olmayan bir milliyetçi hareket vardı. Şimdi nitel olarak güçlü olmayan bir milliyetçilik var. Mecliste şu an kendisine Türk milliyetçisi diyebilecek herhalde 100'ü aşkın milletvekili var. Alparslan Türkeş ve üç milletvekilinin Meclis’te başardığını 100’ü aşkın milletvekiliyle başaramayan, tek başına müstakil olarak ağırlığını koyamayan bir milliyetçilik var.
“Dolayısıyla evet, milliyetçilik Türk siyasetinde faktör olarak çok etkili. Bunu da şurada görüyoruz. Kılıçdaroğlu, 'Türk'ün devleti' gibi benim de çok hoşuma giden ifadeler kullanıyor. Tayyip Erdoğan zaten epey bir süredir milliyetçi diskurla bir ittifak içerisinde. Bu bir faktör olarak etkili ama aktör olarak etkili değil. Milliyetçilik hep bir yerlere eklemlenmek, bir yerle birlikte hareket etmek zorunda hissediyor kendisini.
“Hiçbiri tek başına müstakil aktör değil. İYİ Parti'nin CHP’ye ihtiyacı var. Bu tabii çift taraflı. MHP ile AKP arasında böyle bir ilişki var. Sinan Oğan da kendini bir tercih yapmak zorunda hissetti. Tuğrul Türkeş’in bu konudaki çıkışını anlamlı buldum. Milliyetçiler neden bir arada olamıyorlar? Bir arada olduklarında bir belki çarpan etkisiyle neredeyse yüzde 30'luk bir blok oluşturacak bir yapıdan bahsediyoruz.”
Dinçaslan: Reaksiyoner milliyetçiliğin sonu
Dinçaslan, seçim sonuçlarının “reaksiyoner milliyetçilik anlayışının sonu” olarak yorumluyor:
“Türk milliyetçiliğinin son 40 yılında ‘Biz reaksiyoneriz, reaksiyoner olmamak lazım’ diye bir tartışma vardır. Ancak bu tartışmalar pratikte bir şeylere reaksiyon verme ihtiyacından ötürü, hiçbir zaman eylemde ya da söylemde bir değişikliğe dönüşmedi.
"Ancak şimdi görünen o ki milliyetçi aktörlerin tamamı, bir çerçeveye sıkışmış durumda, kendisini aşamıyor ve mevcut aktörler de siyasi ömürlerini doldurdu gibi geliyor bana. Bu ömür dolduruşun arkasından hem seçmende bir arayış uyanır hem de yeni yeni milliyetçi figürler çıkar ve ilk defa bu ortadaki potansiyeli kinetiğe dönüştürecek bir aksiyoner milliyetçilik doğar diye bekliyorum.”
Sinan Oğan’a verilen oylar kilit mi?
Kimi yorumcular, milliyetçiliğin sayısal olarak güçlenip güçlenmemesinin ötesinde siyasetteki etkisinin de seçim döneminde arttığı görüşünde.
Bunun en göstergelerinden biri olarak Sinan Oğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda yüzde 5,17’lik oy alıp 14 Mayıs sonrası yapılan “kilit aday” tartışmalarına neden olması gösteriliyor.
Kimi analizlerde Sinan Oğan’a oy veren seçmenler milliyetçi seçmen olarak tanımlarken kimilerinde ise ortada homojen bir kitlenin olmadığı öne sürülüyor.
Prof. Dr. Mustafa Aydın, Oğan’a oy verenlerin sadece milliyetçi seçmenlerden oluşmadığı kanısında:
“Bir tepki oyu vardı. Bu, yüzde 7-8 gibi bir oydu. Bu seçmen iki büyük ittifaka da gitmek istemiyordu. Bu oy aslında bir ay önce İnce ile Oğan arasında bölüşülmüştü. İnce'nin çekilmesiyle Oğan'da toplandı. Dolayısıyla bunun sadece mülteci karşıtı ya da milliyetçi oylar olduğunu söylemek mümkün değil.
“Burada İnce üzerinden gelen sol ulusalcılar vardı. Yine İnce üzerinden ve CHP'den ayrılmış olan daha sert Kemalistler diyebileceğimiz oylar var. Bir miktar İYİ Parti'den gelen milliyetçiler var. Bunlar İYİ Parti'den, Mart ayındaki rahatsızlıktan sonra ayrılmış olan, nereye gideceklerini bilemeyip buraya gelenler. Belki bir miktar da AKP'den ayrılan, milliyetçiliğe daha yakın ama muhafazakâr bir grup var. Yüzde 5,17’lik bir oyun böyle bir toplama oy olduğunu düşünüyorum..”
Mustafa Aydın, kamuoyunda ATA İttifakı'nın ikinci turda belirleyici olacağı algısının oluştuğunu ancak kendisinin buna katılmadığını belirtiyor:
“Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda olayların böyle gelişmesi sonucunda ikinci turda ATA İttifakı’nın adayının belirleyici olacağı algısı oluştu. Ben bu algının doğru olmadığını düşünüyorum. Millet İttifakı bu anlayışla yola çıkıp çok sert mesajlarla milliyetçi tabana seslenmeye çalıştı.
“O algının oluşması biraz konjonktür ile alakalı. Örneğin HDP kendi adayını çıkartmış olsaydı seçim yine ikinci tura kalacaktı. O zaman anahtar parti olarak o değerlendirilecekti.”
Dinçaslan, Oğan’a oy verenlerin ortak bir vizyonda birleşmek ve Oğan’ı çok beğenmekten ziyade bazı konulardaki muhalif partilerin politikalarına ve de ortadaki adaylara tepki nedeniyle Oğan’a oy verdiklerini savunuyor ve bu kitleyi "tepkili kitle" olarak tarif ediyor.
Oğan’ın kitlesinin büyük çoğunluğunun muhalif olduğunu ve onların tamamını yanında götürmesinin mümkün olmayacağını savunan Dinçaslan, Zafer Partisi’ne oy veren kitlenin ise var olmaya devam edeceğini öngörüyor:
“Ümit Özdağ belki parti olarak daha az oy almış olabilir ancak potansiyel olarak daha verimli bir toprakta hareket ediyor. Bu radikal ve tepkili kitlenin ben artacağını düşünüyorum. Çünkü bunları doğuran siyasi mekanizmalar artıyor. Birincisinin Türkiye'deki 50+1 sisteminin getirdiği tatminsizlik. İkincisi de kaçak göçmenler.”
Milliyetçilikle ilgili ne tür gelişmeler yaşanabilir?
Peki 14 Mayıs’ta ortaya çıkan sonuç ve 28 Mayıs’taki olasılıklar dikkat alındığında seçimler sonrasında milliyetçi partilerin Türkiye siyasetindeki etkisi ne olabilir?
Prof. Dr. Aydın, önümüzdeki dönemde Cumhur İttifakı içinde MHP’nin elinin güçlendiği kanısında.
Bahadır Dinçaslan, İYİ Parti’nin 27 Haziran’daki kongresinin çok önemli olduğunu, tabanda “öfkeli genç Türkler” olarak tarif edilen bir kesim olduğunu ve İYİ Parti’nin şu andaki haliyle bu kitleyi tatmin etmediğini savunuyor.
Hatem Ete ise seçim sonuçlarından bağımsız olarak önümüzdeki dönemde milliyetçi söylemin siyasette önemli bir yer tutacağı kanısında:
“Seçim sonuçları Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğine işaret etmese de seçimlerden sonra milliyetçi söylemin daha da etkin hale geleceğini öngörmek mümkün. Cumhur İttifakı bir süredir toplumun gündelik hayatında yaşadığı sıkıntılara çözüm üretmekte zorlandıkça beka-güvenlik-güçlü Türkiye eksenli retoriğe sarılıyor.
“Önümüzdeki dönemde ekonomik sıkıntıların artma ihtimali de bu söylemin dozunun yükseltilmesine yol açacaktır. Son yıllarda, milliyetçilik, bireylerin ve toplumların varoluşsal endişelerine emniyetli bir sığınak işlevi görüyor. Bu söyleme alternatif olabilecek sahici bir siyasal söylem ve program geliştirilmedikçe, böyle bir programı taşıyabilecek güvenilir kadro ve hareketler temayüz etmedikçe milliyetçiliğin bir süre daha etkili bir söylemsel enstrüman olarak tedavülde durması beklenebilir.”