Al Monitor'da "Kürtleri süpürme hamlesinde üç ters sonuç" başlıklı bir analiz kaleme alan Fehim Taştekin "Türkiye'nin Barış Pınarı Harekâtı adını verdiği harekat sahada hedeflenen büyüklükte kontrol alanı sağlamazken üç farklı konuda Ankara’nın arzulamadığı gelişmeleri kışkırttığına dikkat çekti.
Fehim Taştekin'in bu üç gelişmeyi detaylandırdığı Al Monitor'daki yazısı:
Birincisi, Libya gibi yerlerde Türkiye ile vekâlet savaşına giren Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), hem Irak hem Suriyeli Kürtleri yakın plana alıyor. Kürtler sahada gerilerken diplomaside yeni kanallar açılıyor. İkincisi, Kürtler askeri alanda Rusya ve Suriye devleti ile işbirliğini ilerletiyor. Üçüncüsü, 2011’den sonra iyice ayrışan rakip Kürt partiler bir araya gelmenin yollarını arıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın askeri harekâta dayanak yaptığı hedef üç ayaklıydı: Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi tüm unsurlarıyla çökertilecek, sınır boyunca 480 kilometre uzunluğunda 32 kilometre derinliğinde “güvenli bölge” oluşturulacak, buraya konutlar inşa edilecek ve 2 milyon sığınmacı yerleştirilecek.
Evdeki hesap çarşıya uymadı: ABD ve Rusya ile imzalanan mutabakatlarla Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Kamışlı dışındaki bölgelerde 32 kilometrenin altına çekilmesi sağlandı. Buna mukabil Türkiye’nin kontrol ettiği bölge, Tel Abyad (Grê Sipî) ve Rasulayn’ı (Serekaniye) kapsayan 32’ye 120 kilometrelik bir alanla sınırlı kaldı. Menbic, Kobani ve Cezire hattında Rus polis gücü ile yerel asayiş güvenliği sağlıyor. Sınırdaki Derik’ten Kamışlı’ya ve oradan Haseke ve Deyrizor’a inen hatlara Amerikalılar bakıyor. Bu hat aynı zamanda lojistik ikmâl güzergâhı. Suriye ordusu da SDG ile anlaşarak 2012’de terk ettiği sınır hatlarına döndü.
Saha hakimiyetini siyasi süreçlerde pazarlık kozuna dönüştürmeyi uman Erdoğan, hedeflere ulaşıncaya dek Suriye ordusunun sınırlara dönmesini istemiyordu. Erdoğan ayrıca SDG’nin omurgası Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) uluslararası alanda tecrit etmek için bütün ağırlığını kullanıyor.
Beklentilere karşın tersi gelişmeler yaşanıyor. Haziranda Cenevre'de BM ile yaptığı anlaşmayla ilk kez diplomasi sahnesine çıkan SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi (Kobani) dış temaslara ağırlık veriyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın Mazlum Abdi’ye Washington daveti Türkiye engeline takılsa da Körfez’deki müttefikler kapıları açtı. Kasımın son haftası bir SDG heyeti, Abu Dabi’de görüşmeler yaptı. Bu ziyaretin ardından bir başka SDG heyeti, Suudi yönetiminin daveti üzerine Riyad’ı ziyaret etti. Ziyaretlerin bu iki ülkeyle sınırlı olmadığı, gidilen yerler arasında Mısır ve Ürdün’ün de olduğu belirtiliyor.
SDG yetkilileri ziyaretlerle ilgili sorularımızı yanıtsız bırakırken Irak Kürdistanı’ndan bir kaynak, Al-Monitor’a şunları aktardı: “Üst düzey isimler katıldı. Abu Dabi’ye giden heyete Mazlum Abdi başkanlık etti. Bu ziyarete Deyrizor Yerel Meclisi Başkanı Ghassan Yusuf da katıldı. Mazlum Abdi Suudi Arabistan’a giden heyette de vardı.”
Bir başka kaynak ise temasları Mazlum Abdi değil SDG’nin halkla ilişkiler sorumlusu Redur Halil ile YPG Basın Sorumlusu Mustafa Bali’nin yürüttüğünü söyledi. Fakat SDG kaynakları bu bilgileri doğrulamadı.
ABD, İslam Devleti’ne (İD) karşı mücadeleyi genişletirken Rakka ve Deyrizor hattındaki Arap aşiretlerini SDG’nin içine katmak için Suudilerin geleneksel bağlarını devreye sokmuştu. Türkiye’nin Suudi-Emirlikler ekseniyle kavgaya tutuşması ise bu ülkelerin Kürtlere bakışını etkiledi. Suudi Arabistan’ın Körfez İşleri Bakanı Semir El Sabhan, 17 Ekim 2017'de Rakka ve Ayn İsa'yı ziyaret etmişti. Mayıs 2018'de de Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün'den askeri bir heyet bölgede temaslarda bulunmuştu. Sabhan haziranda gerçekleştiği ikinci ziyaretinde Deyrizor’daki Arap aşiretlerden SDG’ye destek istemişti.
BAE, Barış Pınarı Harekâtı’na sert tepki veren ülkeler arasındaydı. Dışişleri Bakanı Enver Gargaş, Türkiye’nin Kürtleri katletmesinin önüne geçmek için somut adımlar atılması çağrısı yapmıştı.
Müslüman Kardeşler’e desteğinden dolayı Türkiye ile soğuk savaş yaşayan Mısır da Kürtlerin rahat temas kurabildikleri bir Arap aktör. El Sisi yönetimi Türk müdahalesine karşı tepkisini dile getirmiş, Mazlum Abdi de şükranlarını sunmuştu.
Körfez blokunun Kürtlerle mesaisi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ile de artıyor. KYB Başkanı Neçirvan Barzani ile Başbakan Mesrur Barzani 1 Aralık’ta Abu Dabi’yi ziyaret edip BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed, BAE Başbakanı Muhammed Bin Raşid ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ile görüşmüştü.
Neçirvan Barzani 9 Kasım’da tekrar Abu Dabi’deydi. BAE’nin Erbil Başkonsolosu Ahmet El Zahri de 3 Aralık’ta Kürdistan Demokrat Parti Başkanı Mesud Barzani ile görüştü. Bu temasların ardından BAE’den üç kargo uçağı Erbil’e indi. Al Mayadeen TV’nin Iraklı kaynaklara dayandırdığı iddiaya göre Bağdat’ı baypas ederek Erbil’e gelen uçaklar silah doluydu. Ancak kanal, silahların Peşmerge’ye mi yoksa SDG’ye mi getirildiğinin netlik kazanmadığını belirtti.
Suriyeli Kürt temsilciler bu konuda da yorum yapmazken özerk yönetime yakın bir kaynak, Al-Monitor’a “Silahların bir kısmının Peşmerge’ye, bir kısmının da Suriye’ye, yani SDG’ye aktarılması mümkün. Genelde böyle oluyor. Zaten uluslararası koalisyon SDG’ye kendi silahlarını vermiyor. Körfez’deki ortaklardan temin edilen silahlar getiriliyor” dedi.
Türk müdahalesi bölünmüş Kürtler arasında birlik arayışlarını da canlandırdı. KDP’nin desteklediği Kürt Ulusal Konseyi (KUK), 25 Ekim’den bu yana ilki Mazlum Abdi başkanlığında olmak üzere Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) ile üç kez görüştü.
2012’de Mesud Barzani’nin arabuluculuğunda KUK ile Suriye’de özerkliğin organizatör gücü TEV-DEM arasında özerk yönetimin paylaşılmasına dair mutabakat imzalanmış ama uygulanamamıştı. ABD, Türkiye’nin YPG’ye yönelik endişelerini gidermek için KUK’a paralel örgütlenen Roj peşmergelerinin Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmesini gündeme getirmişti. Fakat Türkiye, KUK’a sıcak baksa da istediği, iki rakip yapının güç birliğine gitmesi değil özerkliğin hepten çökertilmesiydi.
Dış temaslar ve Kürtler arasındaki uzlaşı gelişmelerine paralel olarak sahada da dengeler yeniden şekilleniyor. Ekimde ABD’nin çekilip Türk ordusunun sahaya intikal ettiği sırada Şam’la başlamış olan diyalog, Amerikan güçlerinin petrole muhafızlık misyonuyla tekrar kalma kararı vermesi üzerine tıkanmıştı. Ancak farklı Rus askeri ve diplomatik heyetlerinin yürüttüğü temasların ardından Kürtlerle yeni bir mutabakata varıldı. Mazlum Abdi, Rus General Aleksander Çayko ile Amude’de yapılan görüşmelerde Amude, Tel Temir ve Ayn İsa’ya Rus kuvvetlerinin konuşlandırılması konusunda anlaştıklarını açıkladı. Ateşkese rağmen özellikle Tel Temir ve Ayn İsa’ya yönelik saldırıların sürmesi bu tür bir uzlaşıyı mümkün kıldı. ABD’nin boşalttığı Menbic, Tabka ve Sırrin’deki üslere yerleşen ve Kamışlı’da Suriye ordunun üssünü kullanan Rusya, anlaşmadan sonra M-4 otoyolu üzerinden askeri sevkiyata başladı.
Mazlum Abdi “General Çayko'ya ev sahipliği yapmaktan onur duyduk. İki ülkemizin yararına ortak çabalar için sabırsızlanıyoruz” sözleriyle Rusya’nın rolüne verdikleri önemi vurguladı. Kürtler, Şam ile vardıkları ilk mutabakatta Suriye ordusunun sınır hatlarına yerleşmesini kabul etmişti. SDG’nin çekildiği hatlara Suriye ordusunun intikali henüz tam olarak gerçekleşmedi. Şam’la diyalogda siyasi meselelere geçilemedi. Rusların son girişimleri ve Kürtlerin “Şam’la müzakereden başka seçeneğin olmadığı” yönündeki mesajları yeni bir kırılma ihtimalini gündeme getiriyor.
Bu üç başlık içerisinden Suriye ordusunun daha fazla kontrolü ele alması, Erdoğan’ın hayallerinin eksik kalması anlamına geliyor. Yine de bu durum, özerkliğin zeminini aşındırıyor olması nedeniyle Ankara’da “olumlu gelişme” olarak not edilebilir. Türkiye, Erbil üzerindeki nüfuzuyla Kürtler arası birlik çabalarını da baltalama kapasitesine sahip. Ancak Suudi-Emirlikler blokunun Kürtleri yakın plana alması Ankara’da alarm nedeni. Bu desteğin Suriye devletine karşı hesaplardan çok Türkiye’yi başarısızlığa uğratma amacı güttüğü yaygın bir kanaat.
Aynı zamanda ABD’nin İran’ı bloke etme siyasetinde hem Irak hem Suriye’de Kürtlerin “elverişli” bir pozisyona sokulması öne çıkan bir tercih. Her iki durumda da “Körfez’le diyalog Kürtleri nereye götürür” sorusu önem kazanıyor.
Al-Monitor’a konuşan YPG Sözcüsü Nuri Mahmud, özerk yönetim olarak Suriye’nin bütünlüğü içerisinde çözüm ararken Türkiye dahil tüm komşularla iyi ilişkiler istediklerini belirtti. Ancak çekincelerini de ilave etti: “Körfez ülkelerinin Kürtlere alan açması tamamen Türkiye ile yaşadıkları gerilimlerden kaynaklanıyor. Elbette Amerikalıların da yönlendirmesi var. Ama kimse Kürt sorununun çözümüyle ilgilenmiyor, sadece kendi çıkar savaşları için Kürtleri gerekçe yapıyorlar. Kürtler bütün çelişkilerin tam ortasındadır. Bizim üzerimizden soğuk savaş yürütülüyor. Bu kısır döngüden çıkmak istiyoruz. Sorunları müzakereyle çözmeye hazırız. Ancak Suriye rejimi irade sahibi değil. Rusya ve İran’ın etkisi altında. Türk, Amerikan ve Rus liderlerin de kendi hesapları var.”
Çok dillendirilmeyen ama özelde paylaşılan esaslı kaygı şu: Bu süreç Kürtleri farklı güç odakları arasındaki vekâlet ya da nüfuz savaşlarının rehinesi haline getirebilir.