Türkiye-Kürdistan İttifakı ve Yeni Ortadoğu

İran Azerisinin biri 1970’lerin başında Azerbaycan’dan, dini kıyafetleriyle İran sınırına gelip oradan Irak’a geçecek; tabi sınıra geldiğinde Saddam’ın askerleri kapıda hemen ona yaklaşır ve derler ki, ‘’Pasaportunu ver.’’ Azeri ‘’Pasaport nemem olu.

Abdullah Kıran

07.07.2014, Pts | 12:57

Türkiye-Kürdistan İttifakı ve Yeni Ortadoğu
Makaleyi Paylaş
İran Azerisinin biri 1970’lerin başında Azerbaycan’dan, dini kıyafetleriyle İran sınırına gelip oradan Irak’a geçecek; tabi sınıra geldiğinde Saddam’ın askerleri kapıda hemen ona yaklaşır ve derler ki, ‘’Pasaportunu ver.’’ Azeri ‘’Pasaport nemem olup’’ der. Asker burası Irak sınırı der; Azeri “Men din adamıyem, Hasan Hüseyin’i ziyarete eylemeye gelmişem” der. Arap askeri ‘’orası İran, burası Irak.’’ Ancak Azeri tekrar ısrarla “Men din adamıyem, Hasan Hüseyin’i ziyarete gelmişem. Sınır nemem dir?” diye ısrar edince, sınırdaki Saddam’ın pasdarı, ‘Burası Irak devletidir’ der. Azeri bu kez ‘Devlet nemenemdir? diye karşılık verince, Saddam’ın pasdarları Azeriyi dövmeye başlarlar. Duruma dayamayan bir Kürt ağabeyimiz araya girip Azeri’yi ellerinden alır ve kendisine, “seni öldürecekler, İran’dan gelmişsin Irak’a gidiyorsun, pasaportsuz, evraksız girilir mi? Dua et ki, seni öldürmediler: Bak sana bir hikâye anlatayım: Bir gün Cizre Botan Beyi ferman çıkartmış ve demiş ki, bütün katırları toplayın; seferberlik var. Ormana çıkınca bakmışlar ki bir tilki olanca hızıyla kaçıyor. Tilkiye sana ne oluyor demişler. Tilki de demiş ki ‘Walla Cizre Botan Beyinin emri var, fermanı var, bütün katırları topluyorlar.’ İyi ama sen tilkisin demişler, seni ilgilendiren bir durum yok. Tilki demiş “Wallahi ben tilki olduğumu ispatlayana kadar benim postum Cizre pazarında satışa çıkarılır.” Şimdi biz Kürelerin de devletle herhalde tanışma olgusu biraz böyle, bizim kadar devletin katı yüzüyle tanışan bir millet yok.

Devlet söz konusu olunca, özellikle son dönemde Kürt siyasal çevrelerinde şöyle bir izlenim var, daha doğrusu şunu sık sık duymaktayım: “Biz ulusal devleti reddediyoruz.” Ben siyaset bilimini okudum. İyi, siz ulusal devleti reddediyorsunuz da, ulusal devletin yerine neyi koyuyorsunuz? Var mı bir başka alternatifiniz? Devlet alternatifinin dışında başka bir alternatifiniz var mı? Eğer siz ulusal devleti reddediyorsanız bu ulusal devletin yegâne alternatifi ya demokratik bir devlettir, ya da Batıda şu anda geliştirilmeye çalışılan sosyal devlettir. Devlet denen kurumun yerini dünyada hiç bir şey tutamaz. Aslında medeniyet tarihi ile devlet tarihi bir anlamıyla içi içedir. Ve devlet insanların tarih boyunca, siyasi ve sivil anlamda yaptıkları en üst nitelikli yapıdır. Dolayısıyla bir milletin devlet olma davasından vazgeçmesi demek, egemenlik haklarından vazgeçmesi demektir. Bir halkın tarihte yer alması devlet gibi kurumları geliştirmesiyle mümkündür. Çünkü tarih çok acımasızdır. Peki, Kürtlerin devlet olma ideali var mıydı; hep vardı. Ehmedê Hani’yi okuyanlar bilir, kendisi Kürt milliyetçiliğinin babasıdır. Kürtlere neredeyse 300- 350 yıl öncesinden devlet kurma çağrısında bulunan da Exmedê Xani dir!

Modern devlet, ulus devlet kavramları gerçekten çok konuşuluyor da, modern devlet dediğimizde, 1648 Westphalia Barış Anlaşmasından sonra ortaya çıkmış ve önce Batı Avrupa toplumlarında, ardından kuzey Amerika ve daha sonraları 20. Yüzyılın başlarında ortalarında Ortadoğu’da şekillenmeye başlayan bir yapıdan söz ediyoruz. Modern devletin en temel özelliği nedir diye sorarsanız, modern devletin en temel özelliğinin belirli sınırlarının olmasıdır. Westphalia’dan önceki devletlere baktığımızda, bu devletlerin sınırlarının nereden başlayıp nerede bittiğini biz bilmiyoruz. Ve modern devletin ikinci temel özelliği ise şudur; egemenlik olgusu, bir halkın kendi kendini yönetme, bir yönetimin üzerinde egemen olduğu topraklardaki halkı yönetme yetkisi, otoritesi. Zaten Max Weber (1864-1920), devleti çok güzel küçük bir cümleyle tanımlar : “ Devlet, zor kullanma meşruiyetini elinde bulunduran yegane erktir.’’ Devlet zora başvurur. Devlet zor kullanma meşruiyetini elinde bulunduran yegâne yapı. Siyaset biliminde çok farklı devlet tanımları var. Ama bizim kabullendiğimiz devlet; Montesquieu’nun, Jean Jacques Rousseau’nun sosyal devlet diye, toplumsal sözleşme esası üzerine kurulmuş devlettir. Bu ‘toplum sözleşmesi’ bir halkın, bir ulusun kendi kendini yönetme erk ve görevini bir yöneticiye, monarşilerde bir krala, demokrasilerde bir yönetici kesime bırakmalarıdır. Şimdi Ortadoğu bu modern devlet olgusuyla sonradan tanıştı, 20.yüzyıldan sonra tanıştı. 20.yüzyılın başları ki birinci dünya savaşı 20. yüzyılın başlarında patlak verdi, hakikaten çok kritik bir dönemdir… 1700’lerde başlayan aydınlanma çağı ve Fransız devrimi, Batıda bir etnik milliyetçilik rüzgarı estirdi ve bu rüzgar tabi eninde sonunda Ortadoğu’ya da geldi. Biraz geç de olsa Kürtler de bu rüzgârdan etkilendiler. Ancak 20. yüzyılın başında Kürdler maalesef kendi modern devletlerini kurma anlamında tam anlamıyla hazırlıklı değillerdi. Bir de bizde bazı aşiretten gelme özelliklerimiz var. Bu birazda belirli bir toprak parçası üzerinde sürekli oturan halklara haiz olan bazı özelliktir. Bunlar nedir? Belirli bir toprak parçası üzerinde sürekli oturmalarından dolayı Kürtler, aşırı dışlayıcı bir milliyetçiliğe sahip değildirler. Çünkü tarih boyunca bu coğrafyada, bu topraklar üzerinde yaşadılar. Bizim yaşamış olduğumuz coğrafya göçlere, geliş gidişlere çok açık olan bir yer. Kürtler 1918-19’da da devlet olma şansını bir anlamıyla elde etti, ancak o zamanki Kürt siyasal hareketi ve önderleri hazır değildi. Mesela, Seyid Abdulkadir bilirsiniz Osmanlı Ayan Meclis başkanıdır, Kürtlerin devletleşmesi, Kürtlerin otonom ya da bağımsız bir devlet kurması gibi konular gündeme geldiğinde, kendisiyle konuya ilişkin olarak o dönemde yapılmış röportajlar var. Bir röportajında Seyid Abdulkadir şunu söylüyor: “Biz Kürtler, asil bir millet olarak biz Kürtler Türkleri bu zor zamanlarında bırakıp kendi devletimizi kurma peşine düşemeyiz .” O zaman biz biliyoruz ki, Sevr Türkleri sadece Anadolu’nun, orta Anadolu’nun küçücük bir yerine sıkıştırmıştı ve bırakmıştı. Yine Sevr’de Kürdistan sözü vardı; otonom bir Kürdistan, ardından bağımsız bir Kürdistan sözü vardı ama Kürdistan’ın tamamını kapsayan bir belge niteliğinde değildi. Sevr anlaşması için bir fobi olarak söz edenler var, ama bir anlamıyla Sevr’i tarihin çöplüğüne ilk iten Kürt siyasal hareketidir. Lozan ise ayrı bir hikâyedir, uzundur, ona girmiyorum. Kürtler 20.yüzyılın başlarında devlet olma şanslarını yitirdiler ve tabi 20. yüzyıldaki Ortadoğu’daki devlet yapılanmasının kökenine indiğimizde Sykes-Picot anlaşması önemlidir. Anlaşma adını Fransa’nın Beyrut Konsolosu George Picot ve İngiliz diplomat Hugh Skeys’ten alır. İngiliz ve Fransızlar, 9 Mayıs 1916’da yaptıkları anlaşmayla Ortadoğu’yu, Ortadoğu haritasını kalemle çizercesine kendi aralarında, İngiliz ve Fransızların çıkarları doğrultusunda böldüler. Aynı dönemde Araplarla gizli ittifaklar yaptılar. Mısır’da McMahon – Emir Hüseyin gizli ittifakıyla Araplara ayrı bir söz verdiler; Yahudilerle de Balfour Deklarasyonu(1917) imzaladılar. Ama işte Kürtler için gizli, örtülü veya açık her hangi bir anlaşma, herhangi bir şey yok ve Kürtler bir Lozan süreci yaşadılar ve bu süreçten de açıkçası yararlanamadılar. Bir zamanlar Lozan söz konusu olunca Kürtlerlerin çoğu, ‘Biz Lozan’da asil unsuruz, kurucu unsuruz” derlerdir. Bir gün bir gazeteci bana da Lozan’ı sormuştu, ben Lozan’la ilgili sadece bir kelime söyleyebilirim demiştim; “Kürtler Lozan’da aldatılmış unsurdur, asli unsur değildir, aldatılmış unsurdur.” Aldatılmışlığımızı kabullenmek durumundayız.

Aslında tam da benzeri bir süreçten geçiyoruz. Ortadoğu, 10 Hazirandan bu yana 1914, 1920’li yıllara benzer bir süreçten geçiyor. Musul bildiğiniz üzere 10 Haziran’da düştü. IŞİD denen bir yapıdan söz ediliyor. Açık yüreklilikle söylüyorum ki Musul’u elde tutan, Musul’u işgal eden, Musul gibi 2 milyonluk bir kenti iki günde denetimi altına alan IŞİD diye bir yapı değil. Bunu unutun! Musul’u tutan Sünni Arap milliyetçiliğidir; Baasçılar ve oradaki silahlı unsulardır. Musul’da ve Irak’ta şu anda bu işin bayraktarlığını IŞİD denen bir terör örgütü yapmaktadır; ama hikâyenin özü Sünnilerin Irak’ta, bir anlamda 2003’ten sonra dışlanmış oldukları Irak’ta egemenlik haklarını kullanma meselesidir. Dolayısıyla, biz zaten biliyoruz ki Irak’ta, ta 2005’te Fellüce ayaklanmasından bu yana Sünni üçgeninde, bırakın Şii yapılanmaları, Şiileri; Amerika bile Sünni üçgende egemenlik sağlayamadı, egemenlik kuramadı. Ondan sonra yaşanan süreçte ise Maliki’nin İran’ı arkasına alarak, zaman zaman Amerikalı diplomatlarla, Amerikan diplomasisini de arkasına alarak başta Kürtler ve daha sonra da Türkler’e kazık atma gibi bir siyasi oyun içerisine girdi ama 10 Haziran süreci, oyunu bozdu. Açıkçası Musul’un işgali, Sünni Arapların Sünni Irak’ı denetiminin altına alma stratejik plandır. Bu öyle bir günde ya da iki günde ortaya çıkmış spontane bir gelişme değildir, arkasında tarihsel bir süreç var, 2003’te başlayan süreç. Aslında Sünnilerin Irak’ı yönetmek iddiası, Irak’ı tamamen yönetmek iddiası hiç bir zaman bitmedi. Ama 2003 Amerikan müdahalesi Sünnilere şunu gösterdi; Sünniler bu saatten sonra Irak’ın tamamını artık bir daha tümden, hepten, topyekun yönetme ve idare etme şans ve fırsatı elde edemeyeceklerdir. Sünniler bir müddet sonra şunu anladı: “iyi tamam da, biz bir daha Irak’ı tamamen yönetmeyeceksek, nereyi yöneteceğiz? Asıl kavga Bağdat meselesiydi. Aslında şu anda Ortadoğu’da, bütün temel kavga, Sünni ve şii Araplar arasında Bağdat üzerinedir. Bu, tarihsel emellerin kökleri çok çok derinlere inmektedir. Halife Ebu Cafer el- Mansur’un, 762’de halifeliği Şam’dan Bağdat’a taşıdığını biliyoruz ve Bağdat kurulduğu günden bu yana Sünni yapılanmanın, Sünni siyasal yapılanmanın Ortadoğu’daki bir merkezidir. Tarih boyunca üzerine kavga edilen bir şehirdir. Bütün bu kavgaların temelinde şu vardır: Bağdat denilen bu tarihi şehre, Sünniler mi yoksa Şiiler mi hükmedecektir? Bağdat birkaç kez düşmüştür ama hep de İran’ın müdahalesiyle düşmüştür. İlk kez İranlı Şii Büveyhiler müdahalesiyle 945’te düşmüş, 1055’te Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey gelip kurtarmıştır. Ardından 1258 Moğol istilası vardır, ardından yine Türklerin kurtarması vardır. En son olarak da biliyoruz ki, 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman, 1508 yılında Safevilerin eline geçen şehri kurtaracaktır. Kanuni 1 Aralık 1534’te Bağdat’a girdiğinde Şair Fuzuli, bu fethi “Girdi burcu evliyâya pâdişah-i nâmdâr” dizeleriyle tarihe not düşecekti. Dolayısıyla asıl kavga, Ortadoğu’da şu anda temel kavga Bağdat üzerine olacaktır.

Ortadoğu’nun siyasal ve etnik yapısına baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Ortadoğu’da dini ve mezhebi hatlar mezhebi hatlar, etnik hatlardan daha derindir. Bu bölgede hiçbir zaman etnik çelişkiler, dini ve mezhebi çelişkiler kadar derin değildi ve şimdi de değil. Şimdi bakın, tarihin kritik dönemlerinde siyasal yapılanma ne şekilde olur diye bakarsanız şu görürü: 1514 yılı Türklerle Kürtlerin Ortadoğu ekseninde bir ittifakıdır ve bu yıl tam beşinci yüzyılıdır. Tam 500 yıl sonra hem Türklere hem Kürtler çok önemli bir fırsatın eşiğindedirler: Yeni bir toplumsal sözleşme, yeni bir antlaşmayla, yeni bir başlangıç yapma şansına sahiptirler. 1514 yılında Sünni Kürtlerle Sünni Türkler bir ittifak yaparaktan İran Şii’aya karşı karşılıklı bir ittifak ekseninde bir araya gelmişleridir ve zamanla o ittifakın neticesinde Osmanlı bütün Ortadoğu’yu denetimi altına almıştır. Şimdi gelinen noktada, 20.yüzyıldaki devlet yapılanmasına baktığımızda, yine bu coğrafyadaki temel mücadelenin İran ve Türkiye üzerinden sirayet ettiğini görmekteyiz. Şimdi İran’ın temsil ettiği, dün Abbas Wali’nin de bu salonda işaret ettiği gibi bir “Şii yayı, Şii Hilali” ile ifade ediyoruz. Aslında Şii yayı dediğimizde kastettiğimiz, şiilerin İran’dan başlayaraktan Irak’ı içine alan ve oradan Ürdün üzerinden Lübnan’a giden hatta şöyle bir dönerekten Suudi Arabistan’ın da kuzeyini içine alan bir yer, yay. O şii yayı dediğimiz yer, Ortadoğu’daki petrollerin, Ortadoğu’daki petrol zenginliğinin yoğunlaştığı yerdir. Suudi Arabistan’daki petrollerin olduğu yer, Suudilerin Şii nüfusunun oluşturduğu yerdir. Şimdi Suudi Arabistan ve İran arasında zaten tarihsel bir çekişme var. Tabi ebetteki bu tarihsel çekişmenin tarihsel bloğun diğer yandaşları kimlerdir diye sorarsanız, bölgesel bağlamda Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler birlikte hareket ederler ve bunun karşısındaysa İran, Irak, Suriye gibi ülkeler birlikte hareket ederler. Bu devletler bir Şii ve Sünni dengesi oluşturur. Ortadoğu’da denge böyle korunmuştur. Bu dengeye birileri Ortadoğu’da müdahale ettiğinde ebetteki çok ciddi sorunlarla karşılaşır. Ama şimdi gelinen noktaya baktığımızda bu denge şu anda açıkçası sarsıldı ve her iki tarafın da ölümüne mücadele ettiği bir eksene dönüştü. Ve hatlar netleşti; yeni denge Kürdleri, Türkleri, İranlıları, nerede, nasıl yer alacakları şeklinde bir pozisyon almaya zorladı. Gelinen noktada açıkçası, son birkaç yıl içinde biz şunu gördük, özellikle Güney Kürdistan ile Türkiye arasındaki ittifak, birbirine yaklaşma öyle bir noktaya geldi ki, artık dönülmez bir aşamaya vardı. Biliyoruz ki, eskiden Kürdistan’ın bağımsızlığından söz edildiğinde, en sert tepki, en ciddi reaksiyon Türkiye’den gelirdi. Önce bir general çıkar öterdi, ardından birkaç siyasi lider de koroya katılırdı ve asker görev verildiğinde hazırız derdi. Ama bir dirayetli lider, başbakan Erdoğan bu dönemi kapattı; geleceği gören bir lider olarak bu defteri kapattı ve Ortadoğu siyaset denklemini de özü itibarıyla değiştirdi. Türklere de, Kürtlere de yeni bir alan açtı ve yeni bir toplumsal sözleşmeyle başlamanın imkan ve olanaklarını sundu.

Peki şimdi ne olacak? Ortadoğu nereye gidecek? Kürtler bu denklemde ne yapmalı? Şimdi tabi 10 Haziran’dan sonra biliyoruz ki Kürdistani güçler tarihi Kürdistan coğrafyasının bir parçası olan Kerkük, Xanekin gibi yerleri denetimleri altına aldılar. Tabi Kerkük denince her Kürt’ün durup düşünmesi gerekir. Kerkük Kürt milletinin Kudüs’üdür. Kerkük Kürt ulusunun kutsalıdır. Şimdi bakın ben size Arap-İsrail anlaşmasından şöyle bir örnek vereyim. Biliyorsunuz Araplar ve İsrailliler, İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana sürekli savaşırlar. Bütün bu savaşlarda ne yapar yapar, İsrail Arapları yener. Ama size şunu söyleyeyim, yüz tane savaş olursa, bu yüz savaştan da eğer İsrail Arapları yenmese, bir tek kez Araplara yenilirse, İsrail denen bir ülke kalmayacaktır. Ve eğer İsrail ulusu 1948’de devlet denilen o mekanizma, o siyasi yapı ile tanışmamış olmasaydı kendi devletini kurmamış olsaydı, şu anda belki tarihte biz onlardan söz etmezdik. Zaten Hitler önemli oranda bu meseleyi bitirmişti, dolayısıyla İsrail varlığı gibi bir varlıktan biz bugün söz edemezdik. Kerkük meselesi de aynen o şekildedir. Kerkük için Kürdler inanılmaz bir kan döktüler. Bakın 1970’de Melle Mustafa Barzani Irak’la bir antlaşma yaptı. Bir yıl o antlaşma iyi gitti. 1971 yılına gelindiğinde Saddam Hüseyin’in Melle Mustafa Barzani’ye getirdiği bir öneri var. Öneride şunu söylüyor: Kerkük’ü bölelim, yarısı Kürdistan’a kalsın, yarısı da Bağdat’a kalsın. Mele Mustafa Barzani ne dedi biliyor musunuz? Eğer ben böyle bir şey yaparsam Kürtler ileride gelip benim mezarıma tükürürler dedi, yapamam dedi, Kerkük’ten vazgeçemem dedi. Ne oldu? Ardından Cezayir antlaşması derken, 1975’te savaş başladı. 1988 Halepçe; 1988 yine Enfal, Kürtler en azından tam iki yüz bin şehit verdiler. İki yüz bin şehit Kerkük için verdiler. Sadece Kerkük için verdiler. Eğer Kürtler Kerkük’ü Saddam’a verseydi gerçekten o zaman belki iki yüz bin insanımız ölmezdi, Kürtler de bu acıları yaşamazdı. Ama bir milletin devlet olma ideali tarihte yaşama iddiasıdır, var olma iddiasıdır. Bir milletin eğer siyasi anlamda kendi egemenliğini ele geçirmek gibi bir ideali yoksa, tarihin o derin dehlizlerinde yok olmaya, bitmeye mahkumdur.

Irak Kürdistan hareketi bunu görüyor, Mesut Barzani de şu an bunu görüyor. Dolayısıyla Kürtlerin Kerkük’ten vazgeçmesi asla tahayyül bile edilemeyecek bir durumdur. Bakın elbette ki Kerkük’te diğer unsurlar da vardır; ancak Kerkük Kürdistan’dır. Şimdi ulus derken 20.yüzyılın katı egemenlik anlayışı etnik azınlıkları tamamen ortadan kaldırma politikası güttü. Türkiye 1920, 1930 İtalya ve Almanya faşizmi örneğinden etkilendi. Böyle bir Türkiye, hiçbir zaman içerisindeki farklılıkları barındırmaya müsaade etmedi. Kürtler Allah’a şükür ki, böyle bir anlayışa, böyle sapık bir anlayışa sahip değil. Kürtler henüz devletleşme aşamasında, etnik azınlıkların korunmasında azami çabayı sarf etmektedir. Bakın Ortadoğu’da etnik hatlar, dini ve mezhebi hatlar kadar derin değildir derken bir örnek vereyim: Bağdat’ta çok ciddi bir Şii Feyli Kürt nüfusu yaşamaktadır. Kimileri 1 milyona kadar çıkarmaktadır bu sayıyı. Belki birkaç yüz bin kişidir. Bağdat’taki Şii Kürtler Kürdistan’a gelip yerleşmedi ama Bağdat’ta yaşayan yüz binin üzerinde Hıristiyan gelip Kürdistan’a yerleşti. Bu nedir? Mesele şudur. Açıkçası bizim Şii Kürtümüz Şii Araplarla hareket ediyor. Olay ondan ibarettir. Şimdi tabi tarihsel kökenine indiğimizde Kerkük üzerine çok şey söylenebilir. Bir tek şey söylemek yeterlidir, bakın Şemseddin Sami’nin 1898 yılında yazdı Kamüsül Alem adlı bir eseri var. Şemseddin Sami Türk modern milliyetçiliğinin de babasıdır; kendisi aslında Arnavut olmasına rağmen, zaten Türk milliyetçiliğinin babaları ya Arnavutlardır, ya Kürtlerdir, ya Balkan göçmenleridir, bir tek Türk de bulamazsınız içlerinde. Sami şöyle söylüyor, Kürdistan’ın Musul ilinin 160 km ilerisinde olup, 30 bin nüfusu var, bu dörtte üçü Kürtlerden oluşmaktadır, dörtte biri ise Türkmenler ve Araplardır. Bakın tarihi olarak Kerkük’te bir Arap Mezarlığı bile yoktur. Kerkük bir Kürdistan ilidir, bir Kürdistan şehridir. Evet, bir petrol deryasının üzerinde oturabilir ama o petrol deryası kadar, en az o kadar Kürtlerin kan deryası üzerine de oturmuştur.

Gelinen noktada Ortadoğu bir yol ayrımı noktasına gelmiştir. Bizce Kürtler bu tarihi fırsatı, devletleşme fırsatını asla kaçırmamalıdır. Mesut Barzani’nin önüne koyduğu bu yol, bu dava bütün Kürtlerin, ama dünyadaki bütün Kürtlerin davasıdır. Mesud Barzani’nin bu davasının kırılması demek, bütün Kürtlerin kırılması demek, bütün Kürtlerin yenilmesi demektir. Dolayısıyla bağımsızlık denilen iddiadan asla ve asla ödün vermemek gerekir. Türkiye gelinen noktada bağımsız Kürdistan’ı hedefliyor. Ve bağımsız Kürdistan Türkiye için de bir kazançtır, Türkiye gerçekten dünya çapında çağın bir aktörü olmak istiyorsa, gerçek anlamda bir devlet olmak istiyorsa Kürtlerle bir şeklide anlaşmalı, Türkiye’de iç barışı sağlamalıdır. Türkiye Kürtlerle yeni bir toplum sözleşmesi imzalamalı ve Kürdistan’ın kendi kaderini tayin hakkını tanımalıdır. Bu tarihi bir fırsattır. Türkiye’nin Kürdistan’ı tanıması zaten yetiyor. Kerkük petrolleri Akdeniz üzerinden dünya pazarlarından satıldığında, Türkleri de Kürtleri de ihya edecek kadar yeterlidir. Şunu da unutmayın, Kerkük petrollerinin Saddam döneminde günlük üretimi iki milyon varili aşmaktaydı, Kürdistan yönetimi de birkaç yıl içinde bu miktar dört milyon varile çıkartacaktır. Dolayısıyla bu anlamda Kürtlerin geleceği parlaktır; yeter ki Kürtlerin kafası net olsun, önleri çok açık ve aydınlıktır.

Konuşmanın Ardında Sorulan Sorulara Verilen Cevaplar:

Arkadaşlar sosyal medyayı takip edenler bilirler, İran için bir tabir kullanılıyor, ne deniyor biliyor musunuz İran için? İran idam cumhuriyeti. Biliyoruz ki İran’da Kürdler yaşıyor, Yahudiler, Türkmenler yaşıyor ve İran’ın her gün Kürtleri astığını biliyoruz. Siz hiç İran’ın bugüne kadar bir Türkmen’i astığını gördünüz mü, işittiniz mi? Ya da İran bir Türkmen’i asabilir mi, böyle bir şey olabilir mi? Haydi bırakalım Türkmenleri, Türkmenlerin arkasında Türkiye Cumhuriyeti var, iyi bir devlettir. İran, İsrail devletini yeryüzünden kaldıracağım diye defalarca beyanatta bulundu. İran devleti bir Yahudi’yi asabilir mi, İranlı bir Yahudi vatandaşını? Asamaz, neden asamaz, çünkü bunların devletleri var. İran Kürtleri asıyor mu, her gün asıyor. Peki, dünyadan bir ses çıkıyor mu, hayır çıkmıyor. Peki İslam âlemi bir tepki veriyor mu, hayır vermiyor. Peki, Kürtler Müslüman mı, valla bu coğrafyada Perslerden önce Müslümanlığı kabul etmiş bir halktır. Dolayısıyla devlet bir milletin yeryüzündeki tapulu arazisi, ulusal arazisi; hukuk nezdinde ise tüzel kişiliği demektir. Devleti olmayan bir halkın ne koruyucusu, ne destekçisi, ne de sahibi olur. Uluslararası tanırlılığı olmayan bir halk yetimdir. Sonuç olarak yok olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla güney Kürdistan’ın devletleşmesi bir anlamıyla bütün Kürdler için bir Kürd devletinin oluşması, bütün Kürtlerin doğal olarak vatandaşı olacağı bir devlet yapısının ortaya çıkması demektir. Böyle bir yapı ortaya çıktığında emin olun ki hiç kimse sorgusuz sualsiz her gün Kürtleri idam edemeyecektir. Bu anlamıyla devlet elzem, vazgeçilmez bir durumdur. Şimdi Erdoğan ile ilgili bir şey soruldu. Evet, bana göre Erdoğan dirayetli bir lider, bakın şu anda önümüzdeki dönemde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. CHP, MHP adayı biliyorsunuz ki Ekmeleddin İhsanoğlu. Ekmeleddin İhsanoğlu benim üniversitede hocamdı, kendisini çok iyi tanırım, saatlerce üzerine konuşabilirim. Geçen gün CNN’deki konuşmasında barış dedi, Kürt diyemedi; ama Erdoğan Kürt meselesini çözme anlamında irade beyan etmiş bir liderdir. Ben inanıyorum ki, Erdoğan aynen De Gauelle gibi, Fansız cumhurbaşkanı De Gauelle bir lider ve Kürr meselesini çözme için bir projeye sahiptir. Güney Kürdistan devletleştiği andan itibaren ise Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü daha kolay olacaktır. Türkiye’deki Kürt meselesi çok girifttir, Rojava meselesini keşke vaktimiz olsaydı da konuşabilseydik, ama şunu söyleyeyim ki, yani güney Kürdistan’ın tanınması, devletler ailesine katılması Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümünü de çok çok kolaylaştıracaktır.


Doç. Dr. Abdullah Kıran
(Muş Alparslan Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı),



NOT: 5-6 Temmuz 2014 tarihinde, Diyarbakır’da düzenlenen “Ortadoğu’da Sınırlar, Rejimler, Kürdistan ve Gelecek Tahayyülleri” konulu konferansın 6 Temmuz sabah oturumunda alınmış ses kaydı Doç. Dr. Aziz Yağan tarafından çözümlenmiştir. Konferans düzenleyicisi ve konuşmacıdan izin alınmıştır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
21907 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:52:11

Yazarın Önceki Yazıları

x