Katliamın tarihi, 26 Mart 1994.
Tam 19,5 yıl önce.
Ama üstü örtülmüş devlet tarafından.
Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları havalanıyor, Şırnak’ta iki köyü bombalıyor.
38 ölü!
Korkunç bir katliam.
Ama ne hazin, ne acıdır ki, bugüne kadar devlet tarafından inkâr ediliyor, yok sayılıyor.
Sivil savcılar PKK işi diyor.
Askeri savcılar üstünü örtüyor.
Devlet Güvenlik mahkemeleri soruşturmayı uyutuyor.
Diyarbakır ve Malatya’da hava üs komutanlıkları, 26 Mart 1994’te Şırnak üzerinde uçuş yapılmadığına dair resmi bildirimlerde bulunuyorlar.
‘Katliam dosyası’nı bir ucundan tutmak isteyen bazı yürekli savcılar ara sıra ortaya çıksa da kısa zamanda caydırılıyorlar.
Katliamı aydınlatmak ve mağdurları savunmak isteyen avukatlar, jandarma dahil değişik kanallardan tehdit ediliyor.
Asker’le yargı arasında korkunç gerçeğin üstünü örtmek için, bu memlekette ‘bürokratik oligarşi’nin nasıl işlediğini gösteren çok enteresan işbirliği örnekleri yaşanıyor.
Siyasal iktidarlar elbette ‘asker’in arkasında durmaya devam ediyor.
Çoğu zaman olduğu gibi medya olayın üzerine gitmiyor.
1990’lı yıllar böyle geçiyor.
2000’li yıllar da farklı başlamıyor.
Erdoğan’la AK Parti iktidara geliyor.
Ama Şırnak Katliamı konusunda değişen fazla bir şey olmuyor.
Devlet inkârı devam ediyor.
2005’te de, 2006’da da, 2008’de de ilgili hava üs komutanlıkları, 26 Mart 1994’te Şırnak üzerinde savaş uçaklarının uçmadığını resmi yazışmalarda iddia etmeye devam ediyorlar.
Savcılar da ses etmiyor.
AK Parti iktidarı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davada ‘Şırnak Katliamı’nın sorumlularını inkâra dayanan devlet savunmasını sürdürüyor.
Ama mağdurların avukatı işin peşini bırakmıyorlar.
Ve hiç beklenmeyen bir gelişme yaşanıyor 31 Ocak 2012’de. Genelkurmay Başkanlığı Komuta Kontrol Dairesi Hava Savunma Şubesi bir yazıyla o zamana kadarki ‘devlet inkârı’nda koca bir delik açılıyor:
Evet, 26 Mart 1994’te savaş uçakları Şırnak üzerinde uçtu!
18 yıl boyunca inkâr edilen bir gerçek böylece gün ışığına çıkmış oluyor.
Mağdurların avukatı Tahir Elçi, Diyarbakır’daki dava dosyasından Genelkurmay’ın bu yazısını alıp AİHM’deki dava dosyasına koyuyor.
Tarih, 12 Kasım 2013.
Yani 21 gün önce, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Şırnak Katliamı konusunda yaşam haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm ediliyor.
Ne olacak şimdi?
Katliamın sorumlularını 19 yıl boyunca saklayanlardan, inkâr edenlerden, üstünü örtenlerden hesap sorulmayacak mı?..
26 Mart 1994’te jetlere o bombalama emrini verenlerden, o emri uygulayanlardan hesap sorulmayacak mı?..
Katliamı PKK’nın üstüne yıkan o savcılardan hesap sorulmayacak mı?
Soruşturma dosyasını yıllar yılı uyutan o savcılardan hesap sorulmayacak mı?
Şırnak üzerindeki uçuşları resmi yazılarla kaç defa inkâr etmiş olan o havacı komutanlardan hesap sorulmayacak mı?
Görevini tam olarak yapmayan o askeri savcılardan hesap sorulmayacak mı?
1990’ların o başbakanlarından, o Genelkurmay başkanlarından, o Savunma bakanlarından, o Adalet bakanlarından, o Hava Kuvvetleri komutanlarından hesap sorulmayacak mı?
Ve elbette bir soru daha:
2000’li yıllar dahil 2013’e kadar ‘Katliam uçuşları’nı inkâra dayalı savunmalarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde sahne almış olan AK Parti iktidarı bugün gelinmiş olan noktanın hesabını vermeyecek mi?
Geçmişin hesabını vermeyecek mi?
Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacak?
Şırnak’ın iki köyünde savaş uçaklarının bombardımanı sonucu canından olan 38 vatandaşın hesabını sormayacak mı?
İki yıl önce 34 Kürt köylüsünün yine savaş uçaklarının bir gece yarısı bombardımanıyla hayata veda ettiği Roboski’deki gibi mi davranacak? Bir özürü bile esirgeyecek, soruşturmayı da askeri savcılığa mı havale edecek örneğin?..
Bilemiyorum.
\'Hem katliam, hem delil gizleme, hem suiistimal suçu var\'
T24’te Hazal Özvarış’ın mağdurların avukatı Tahir Elçi\'yle konuşmasını okudunuz mu? Bir bölümü aşağıda.
SORU: AK Parti hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki savunmasını neye dayandırdı?
YANIT: Hükümet hiçbir zaman Türk savaş uçaklarının uçuşunu ve katliamın askeri uçakların bombalamasından kaynaklandığını kabul etmedi. Hükümet kendini, “Bombalamayı savaş uçakları yapmışsa bile, bizim kuvvetlerimize ait uçaklar değildir; nitekim tanıklar da uçakların menşei ve kuyruk numaraları konusunda bir şey söyleyemiyorlar” diyerek kendini savunuyordu.
En son ben uçuş kayıtlarını AİHM’e teslim edince ve bu belgeleri hükümete de iletilince, hükümet herhangi bir yorum yapmadan, “soruşturmanın devam ettiğini” söylemekle yetindi.
SORU: AİHM kararının nasıl bir yaptırımı olacak? Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir soruşturma açıldı mı, açılacak mı?
YANIT: AİHM’in kararı çok açık. Kararın gereği olarak, uçuş ve bombalama faaliyetini gerçekleştiren ve onlara bu talimatı veren görevlilerin kimliklerinin tespiti ile cezalandırılmaları gerekiyor.
SORU: Burada hem 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan görevi veren makamlar, hem de yıllarca olay günü savaş uçaklarının uçuşunu gizleyen sorumlular var. İki ayrı suç duyurusu ve dava mı gündeme gelecek?
YANIT: Evet. Hem toplu bir öldürme, yani katliam insanlığa karşı suç oluşturuyor, hem de suç delillerini gizleme ve görevi suiistimal suçları var ortada…
SORU: Soruşturmanın ilk aşamasını “PKK yapmıştır” diyerek kapatan dönemin Şırnak Savcısı hakkında da sorumluluk doğabilir mi?
YANIT: Aslında doğması lazım. Ama böyle bir sorumluluk yoluna gidilecekse, ne yazık ki yüzlerce savcının yargı önüne çıkarılması gerekir.
SORU: Siz suç duyurusunda bulunacak mısınız? Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan ve diğer Hava Kuvvetleri sorumluları AİHM kararı sonucu yargılanabilir mi?
YANIT: AİHM kararı ve bu karar uyarınca derinleştirilecek soruşturma sonunda birçok kişi yargılanacak, ancak şimdilik yargılanacak görevlilerin kimlikleri konusunda bir şey söyleyemem.
Evet, ‘Şırnak Katliamı’nda mağdurların avukatı Tahir Elçi bunları söylüyor.
Hukuk, adalet ve demokrasiden söz edilecekse...
Ben de sorumu yineliyorum:
AK Parti iktidarı, tam 19,5 yıl önce savaş uçaklarının bombardımanında hayata veda eden 38 canın hesabını soracak mı?
Çünkü bu hesap sorulmadıkça, medya bu kadar sessiz kaldıkça, insan hayatı bu kadar ucuz olmaya devam ettikçe, bu memlekette haktan, hukuktan, adaletten ve de demokrasiden söz etmenin herhangi bir inandırıcılığı olamaz.
Hepsi lafta kalır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.