Kuzey Kürdistan\'daki Azadi hareketi, Kürdistan\'ın güneyinde 25 Eylül\'de gerçekleştirilecek \'bağımsızlık referandumu\'na ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Azadî Hareketi Sözcüsü Ayetullah Aşitî imzasıyla yapılan yazılı açıklama şöyle:
Kürdistan referandumuyla ümmetin hak ve adalet sınavı
Yüce Allah şöyle buyuruyor: \"Siz, insanlık/insanlığın iyiliği için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah\'a inanırsınız. Eğer geçmiş vahyin mensupları, (bu tür bir) inanca ermiş olsalardı, bu, kendi iyiliklerine olacaktı; (ama) içlerinden pek az inanan bulunsa da onların çoğu fasıktır.\" (Ali İmran, 110)
Peygamber aleyhiselam buyurur ki: \"Her kim ki dünyada sıkıntıda olanın sıkıntısını giderirse Allah da onun hem dünya hem de ahiret sıkıntısını giderir. Ve her kim ki birilerini dünyada korursa Allah da onu hem dünyada hem de ahirette korur.\"
Ve müminlerin bir binanın taşları gibi bir dayanışma içinde olması lazım..
Evet, ayeti kerimede ve hadislerde belirtildiği gibi; iman, kendi maslahatını korumak ve müdafa etmek gibi, başka müminlerin maslahatlarını korumaktan geçer.
Güney Kürdistan’da Referandum gündemiyle Kürdler bir kez daha dünya politikalarının gündeminde.
2. Dünya Savaşı\'ndan sonra süper güçler kendi çıkarları doğrultusunda sınırları belirlerken, Kürdistan halkının dindarlığı ve Selahaddin\'den gelen adalet anlayışlarından dolayı coğrafyaları ve ülkeleri, Kürdler\'in dindaşları olan komşu ülkeler arasında paylaşıldı. Oysaki İslam inançlarına göre izinsiz ve zoraki hiçbir kişi ve kişilerin malına mülküne sahip olunamaz, ve hatta zorla elde tutulan bir coğrafyada namaz bile kılınamaz.
Elbette, sınırların çizildiği o tarihten beridir ki Kürd Meselesi oldukça karmaşık, riskli ve yakıcı bir sorun olarak varlığını koruyagelmiştir. Bu soruna bir şekilde eğildiğiniz veya soruna ilişkin konuşmaya-yazmaya başladığınız andan itibaren ilk başta Kürdistan\'ı sömürüleri altında bulunduran halkı Müslüman, yönetimleri gayrı insani ve İslami ülkelerin tepkileriyle karşı karşıya gelirsiniz. Ya sorun karşısında duyarsız ve suskun kalmayı tercih edersiniz, ya da bu durumda da hem Kürd halkına, hem de apaçık gerçeklere ve hak ölçülerine ihanet etmiş olursunuz.
Üzülerek belirtmek isterim ki, sayıları iki milyarı bulan Müslüman topluluğu Kürd Meselesi karşısında duyarsız, umursamaz ve suskun kalmakta ve hatta kimi zaman Kürdlerin hak taleplerini ümmetin parçalanması anlamında değerlendirmekten de geri durmamaktadırlar.
Oysaki Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra tarihte hiç ismi ve yeri olmayan yeni ülkeler ortaya çıkarıldı. Kürd halkı ve Kürdistan ülkesi ise Ortadoğu\'nun en kadim halkı ve ülkesidir. Gerçekte üzücü olan bu durum, aynı zamanda Müslüman topluluğun sahici anlamda henüz ümmet olamadığına da bir delil teşkil etmektedir.
Diğer bir husus, Medine Vesikası\'nda olduğu gibi; ümmet, İslam Hukuku çerçevesinde bir araya gelerek anlaşmaya bağlı kalıp beraber yaşayan topluluğa denir.
Müslüman kişi veya toplum, her zaman, her şart ve her mekanda hakkın yanında olur, haklıyla omuz omuza vererek batıla ve zulme karşı onurlu bir duruş sergiler ve hakkın teslimi için bedel ödemekten de kaçınmaz.
Kürd halkının yaşadıkları karşısında suskunluk, duyarsızlık ve çaresizlik gibi eğilimler, hakka ve hakikate karşı bir ihanet anlamına gelir. Bu, başlı başına adalet ve hak üzere ikame olmuş bir inanç mensuplarının yıkım ve felakettidir.
Hak ve hakikat perspektifinde Müslüman kişi veya topluluk bütün sorunları hiç çekinmeden ve korkmadan açık yüreklilikle ortaya koyabilmeli ve sorunların çözümü için gayret göstermekten çekinmemelidir. Müslüman her şartta haklıdan ve mazlumdan yana olmalı ve haktan, adaletten asla ayrılmamalıdır. Adaletten ayrılmamak koşuluyla, şartların gereği bugün ortaya konulan bazı görüşler ve çözümler yarın şartlar değiştiğinde değişebilir. Bunda da hiç bir sakınca olmaz.
Hak ve adalet zemininde asıl amaç; mazlum Kürd halkının sorunlarını yalın ve objektif bir şekilde İslam toplumunun gözleri önüne sermek ve hakkın teslim edilmesini talep etmek olmalıdır. Dahası ve en önemlisi, bu ezilmiş, mahrum bırakılmış, öteki görülmüş ve horlanmış mazlum Kürd halkının sorunlarının bütünüyle hak ve adalet ölçüleri içerisinde kalınarak şimdiye kadar konuşulup tartışılmadığını düşünüyorum. Şeffaf bir şekilde konuşulsaydı, çare de üretilirdi. Bir sorun konuşulmadan, geçmişle yüzleşmeden çözüm üretilemez.
Kürdlere yönelik şimdiye kadar adalet ve hak değerlerine uyulmadığı açıktır ve bu, esastan büyük bir sorun oluşturmaktadır. Müslümanlar arasında adalet, hak, hukuk ilkesi yok olup gitmişse, zaten Müslümanlıktan da söz etmek mümkün olmaz.
Adalet ilkesi, Müslüman bireyler ve topluluklar arasında bir eşitliğin, bir uyumun ve dengenin sağlanmasını emreder. Allah Teala, Nisa Suresi 135. Ayette, “Kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhinde de olsa Allah için şahid olarak adaleti gözetin” der. Bu bir değişmez ilkedir. Bu emre uyulması durumunda sorunlara hızlı çözüm de belirgin hale gelir. Yine, Peygamber\'in bu konuda ortaya koyduğu pratik ve ölçü gayet nettir: \"Aleyhinize dahi olsa adaletten ayrılmayınız, adil olunuz. Çünkü adalet, İslam\'ın özüdür, mülkün de temelidir. Bir devlet kâfir bile olsa adalet sayesinde ayakta durabilir, ama Müslüman bile olsa adaletten yoksunsa yıkılmaya mahkûmdur.\"
Sadece bu ölçü bile, Kürdlerin hakkını teslim etmekten kaçınanların, bu süre içerisinde hiçbir şeklide güven ve huzur içerisinde olamadıklarının sebebini de bariz bir şekilde ortaya koyuyor.
Adalet ve haktan kopan bir toplumun Kürdler konusunda duyarsız davranmaları çok da yadırganacak bir durum değil aslında. Zira, en büyük haksızlığı zaten adalet ve haktan kopmakla yapmaktadırlar. Dolayısıyla olayı değerlendirirken, çürüyen zemin gözetilerek sadece adaleti esas alarak soruna ilişkin bir perspektif sunmalı ve temel hatırlatmalarda bulunmaya gayret gösterilmelidir.
Kürdlerin haklarının teslimi çerçevesinde yapılan savunma, bir hakkın teslimi esnasında başkalarına haksızlık yapmak zorunda kalınacağı bir savunma biçiminde algılanmamalıdır. Bu yanlış olur çünkü. Evet, özne olanın Müslümanlık iddiasıyla yaptıkları haksızlıklar, zulümler, adaletsizlikler karşısında, Kürdlerin yüzlerce-binlerce kez savunulmayı hak ettikleri gerçekliğidir. Kürdlerin mazlumiyeti ve zayıf bırakılmaları çerçevesinde yapacağımız her değerlendirme hakkın teslim edilmesi zemininde olmalıdır. Bu zeminde amaç ve çaba; hakkın ve adaletin üstün gelmesidir, hakkın ve adaletin bu konuda tecelli etmesidir. İmha ve inkar politikalarının yanında, mahrum ve eşit paylaşımda öteki görülen Kürdlerin zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları, aynı dini paylaşan kardeşleri tarafından ne yazık ki hak ve hukuka aykırı bir biçimde gasp edilmiş veya başka zümrelere devredilmiştir. Sadece bu kısmı bile haktan ve adaletten ne kadar uzak kaldıklarını göstermeye yetiyor. Sadece bu zeminde yapılan haksızlıklar görülmez kılınmasaydı, Kürd Meselesine bakış açısı daha değişik bir platforma taşınır ve adaletin sağlanması için doğru bir duruş sergileme fırsatı yakalanmış olurdu.
Hiç kuşkusuz sorun, sadece hakları zorla ellerinden alınmış, etnik endişelerle imha ve inkar edilen ümmetin köleleri olarak tasnif edebileceğimiz Kürdlerin haksızlığa uğramasından daha geniş boyutlara sahiptir. Onların dört parçaya bölünmesi ve kendisine Müslüman diyenlerin kendisi için hak gördüğünü onlar için hak görmemesidir. Yani sorun; hakkın, batıl endişeler üzerinden teslim edilmemesidir.
Genellikle kendilerine zulmedenlerin ve tüm insani değerlerden mahrum bırakanların Müslüman kimliğine sahip olmasına rağmen Kürdler, 14 asırdan bu yanadır İslami kimlikleri konusunda taviz vermemişler ve her zaman ve mekanda bütün alanlarda İslam’a hizmet etmekten geri kalmamışlardır.
Kürdlerin İslam tarihine, bilimine, toplumsal yapısına, pratiğine ve İslami mücadeleye sunduğu katkılar, öbür toplulukların sunduğu katkılardan çok daha fazladır.
Bir kaç örneği şöyle sıralayabiliriz:
Klasik Kürd Edebiyatı şairi Ali Hariri, İslam bilgini Abdulkadir Geylani, dünyaca ünlü hafız Abdulbasid Abdussamed, Kürd edip, şair, ve tarihçi Ehmedê Xanî, Kürd Müslüman bilim adamı ve mühendis İsmail El Cezerî, edip Feqîyê Teyran, Kürd İslam alimi, edebiyatçı ve mutasavvıf Melayê Cizîrî, Kürd İslam âlimi Bediüzzaman Saidi Kürdî, tefsir, fıkıh ve hadis alimi Molla Halil Siirdî, sahabelerden biri olan Hz. Caban El Kurdî, Hz. Muhammed (sav) zamanında Müslüman olan ilk Kürd kadın sahabe Hz. Zozan, Eyyubi Hanedanının kurucusu Selahaddin-i Eyyubi El Kurdî, Şeddadiler\'in kurucusu Kürd lider Muhammed Bin Şeddad; astronomi, botanik, metalürji, coğrafya, matematik ve tarih gibi çok çeşitli alanlarda çalışmalarda bulunmuş Kürd Müslüman bilim adamı El Dinaveri; İslam filozofu Şihabeddin Sühreverdî; İslam alimi, hekim ve şair Mehwî; alim ve mutasavvıf Mevlana Halid; büyük İslam alimi Cakir El Kurdî, alim ve yazar Ehmedê Muxlis, Kürd tarihçisi ve İslam alimi Mela Mehmûdê Bayezidî; İslam filozofu Şemseddînê Şarezorî, İslam alimi ve lider Şeyh Ubeydullah Nehri, edebiyatçı alim ve şair Melayê Batê, İranlı Kürd mutasavvıf ve İslam filozofu Ömer Es-Sühreverdi; müderris, mutasavvıf, müfessir ve muhaddis Şeyh Said; İslam alimi, siyasetçi ve Kürdistan Teali Cemiyeti\'nin liderlerinden Seyyid Abdülkadir; siyasetçi, tarihçi ve yazar, Şerefname\'nin yazarı Şeref Han; Müslüman tarihçi ve coğrafyacı Ebu El Fida, Mahabad Kürd Cumhuriyetinin seçilmiş Devlet Başkanı, Kürd alim ve lider Kadı Muhammed; Doktor, hadis ve fıkıh alimi Şeyh Muhammed Maşuk El-Haznevi; İranlı Kürd Müslüman şair ve filozof Baba Tahir, Molla Mustafa Barzani, müderris ve fıkıh alimi Molla Gürâni; alim, dilbilimci, çevirmen, matematikçi ve şair Nali Şarezûrî; ünlü Divan Edebiyatı şairi Nâbi, Kürdistan Krallığını ilan eden Kürd lider Şeyh Mahmud Berzenci, Kur\'an-ı Kerim\'i Kürtçe\'ye çeviren alim, yazar şair ve çevirmen Evdirehman Şerefkendî; tefsir, hadis ve Şafii fıkıh alimi İlyas El Kurdi, Kürd olup, Arap edebiyatının en tanınmış Müslüman tarihçi, yazar ve dil araştırmacısı İbnü\'l Esîr; kadın tarihçi, yazar ve şair Mestûre Erdelan...
Sonuç olarak; her ulus gibi Kürdlerin de canlarını, mallarını, namuslarını ve inançlarını koruyacak bir otorite sahibi olmaları kaçınılmaz bir haktır. Tecrübe göstermiştir ki, Kürdler de diğer milletler gibi, devlet sahibi olmadıkları, bağımsızlıklarını kazanmadıkları sürece bunun cari olması da mümkün değildir. Dört parçada yok sayılan Kürdler, bunun dışında bir yolla varlıklarını koruyamazlar.
Tarih şahittir ki, Kürdler hiçbir dönemde eman altında olmamışlardır. Her ulusçu refleks sadece imha ve inkar politikalarını bütün zeminlere yaymakla meşgul olmuştur. Kürdlerin hak ve özgürlük taleplerinin hakkaniyet ölçüleri içerisinde tartışılarak bir çözüme kavuşturulması, Kürdler kadar Orta Doğu’da kalıcı bir barış, huzur ve güven içerisindeki yaşamın inşa edilmesi anlamına da gelmektedir. Bu yönde Güney’de yakalanan tarihi fırsatla ilan edilen referandum, huzur ve güven zemininde atılmış bir adım olarak telakki edilmelidir.
Bütün insanların ve özellikle kendisini Müslüman olarak vasıflandıranların hakkın ve haklının yanında yer alması ve adaletin cari olması için gayret göstermesi kaçınılmazdır. Hak, hukuk, adalet ölçülerini kendi ellerimizle yıkmamaya azami gayret göstermekle İslami sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz. Aksi, insanlığın kurtarılmasını öngören bir dünya tahayyülüne sahip İslam düşüncesini akamete uğratmaktır. Sırf, “Kürd anasını görmesin” ırkçı refleksiyle sergilenen ilkellik, sadece Kürdlerin mağduriyetiyle sonuçlanmıyor. Aynı şekilde İslam’ın üzerinde kaim olduğu adalet ve hak ölçüsünü de geçersiz hale getiriyor, zehirliyor.
Şura Suresinin15. ayetinde Allah celle celaluhu buyurur ki, \"İşte bunun için sen (bütün insanlığa) çağrıda bulun ve (Allah tarafından) emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Onların heva ve heveslerine uyma ve de ki: \"Ben, Allah\'ın bütün vahyettiklerine inanırım. Sizin değişik görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emrolundum. Allah benim de, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıkacaktır, sizin yaptıklarınız da size. Bizimle sizin aranızda bir çekişme olmamalı. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır; çünkü varış O\'nadır.\"
Böyle demekle; İslamiyetin, dinin, risaletin asıl amacının insanlar arasındaki farklılıklarda adaleti sağlamak olduğunu belirtiyor.
Müslümanlar, hakkın teslim edilmesinde zerre tereddüt duymadan adaletin temsilcileri olarak Kürdlerin iradesine saygı göstermelidir.