ABD'nin yeni başkanı Joe Biden göreve geleli henüz iki hafta olmuşken, Biden ve ekibinin Suriye konusunda izleyeceği politika merak konusu olmaya devam ediyor. Bölgeyi yakından takip eden gazeteci Fehim Taştekin, 'Suriye siyaseti için papatya falı' başlıklı yazısında bölgedeki duruma ilişkin Biden ve ekibinin yürüteceği olası siyaseti değerlendirdi. Taştekin, 'TSK’nin tuttuğu tamponlarda barınan silahlı gruplara yönelik yaklaşım ne olacak? Yine “teröristler” ve “ılımlılar” diye ayrıma mı gidecekler? Rusya, İran ve Türkiye’nin ortaklığındaki Astana sürecinden rahatsız olup Batı’nın yeniden ağırlığını koyması gerektiğini savunan, hatta oyalamaca olarak gördükleri Cenevre sürecini öldürmek isteyen Avrupalı bazı aktörler Biden’da bekledikleri liderliği görebilecekler mi? Biden renk vermekte acele etmiyor.' ifadelerine yer verdi.
Fehim Taştekin'in konuya ilişkin DuvaR'da yer alan yazısı şöyle:
ABD’de Joe Biden göreve başlayalı neredeyse iki hafta oldu. Suriye’ye dair doğru düzgün bir şey söylenmedi. Yeni rotanın neye benzeyeceğine dair elde var fil tarifleri.
Belirgin şeyler hepten yok değil; IŞİD’e karşı savaş ve Suriye Demokratik Güçleri’ne (DSG) destek devam edecek. Geri kalan pek çok şey münhal.
Biden’ın köşe başlarına oturttuğu kişilerin ayak izlerine bakarak sonuçlar çıkarıyoruz. Obama döneminde Suriye siyasetinin bir yerlerinde bulunmuş ekip farklı bir zaman diliminde işe koyuluyor. Elbette geçmişten dersler çıkarmış halde. Fakat herkes aynı dersi çıkarmıyor: Biri Obama’nın muhalif güçleri yeterince silahlandırmaması yüzünden bugünkü durumun oluştuğunu; bir başkası Esad yönetimini devirme fikrinin yanlış çıktığını düşünüyor. Her iki yönelim de Esad yönetimi üzerinde baskının artırılması niyetini dışlamıyor.
Silahlı sürecin parçası olan muhaliflerden gelen tepkilere bakılırsa Biden’dan umutsuzlar. Bir taraftan da Washington’da Türk ordusunun sahadaki varlığını Esad yönetimini baskılama stratejisinin bir parçası olarak gören bir bakış da var. M-5 güzergâhından çekildikten sonra M-4’e ağırlık veren TSK İdlib’in güneyi ve doğusunda, Hama’nın kuzeybatısındaki Cebel Zaviye’de, Lazkiye’nin kuzeydoğusundaki Cebel Akrad’da ve Halep’in batı kırsalında silahla gruplarla Suriye güçleri arasında bariyer kurdu.
Muhaliflere göre 70'den fazla askeri noktada, 6 bin Türk askerinin yanı sıra tank, zırhlı araç, top, roketatar ve radarlar dahil yaklaşık 7 bin 500 araçla bir “Çelik Kalkan” oluşturuldu. Asker ve araç sayısını bunun iki katı veren kaynaklar da var. Silahlı grupları koruyan ‘Çelik Kalkan’ olası Amerikan stratejisi için de kıymete binebilir. Her şey siyasetin alacağı yöne bağlı. O vakte kadar şu soruları sormaya devam edeceğiz: TSK’nin tuttuğu tamponlarda barınan silahlı gruplara yönelik yaklaşım ne olacak? Yine “teröristler” ve “ılımlılar” diye ayrıma mı gidecekler? Rusya, İran ve Türkiye’nin ortaklığındaki Astana sürecinden rahatsız olup Batı’nın yeniden ağırlığını koyması gerektiğini savunan, hatta oyalamaca olarak gördükleri Cenevre sürecini öldürmek isteyen Avrupalı bazı aktörler Biden’da bekledikleri liderliği görebilecekler mi?
Biden renk vermekte acele etmiyor. Ya iyi düşünülmüş bir haritayla yola çıkmak istiyor ya da Suriye dosyasını altlarda tutuyor. Sanki ikincisi daha ağır basıyor.
Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturtulan Antony Blinken’in profiline bakanlar Esad yönetimi üzerindeki baskının artırılması yönünde bir beklentiye yatıyor. Blinken Suriye’de Amerikan askeri varlığının sürmesinden yana tavrıyla biliniyordu.
Muhaliflerin umutlanacağı isim Ulusal Güvenlik Danışmanı yapılan Jake Sullivan. Obama döneminde muhaliflerin silahlandırılması gerektiğini savunuyordu. Ama aynı pozisyonda durması artık çok zor.
Herkesin mimlediği isim Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu Koordinatörü olan Brett McGurk. Ona bakanların zihninde ise DSG’yi merkeze alan, Türkiye ile ters düşen ve diğer muhalif cepheyi göz ardı eden bir siyaset canlanıyor.
Biden’ın İran Özel Temsilciliği için Robert Malley’i seçmesi de Obama’nın Suriye politikasındaki hataları düzeltme beklentisine yatan Esad düşmanlarını üzmüşe benziyor. Bu kesimler Malley’in dönüşünün Suriye siyasetine yansımaları olacağını düşünüyorlar. Senatör Tom Cotton gibi isimler Malley’i İran sempatizanı ve İsrail düşmanı olarak görüyor. Muhaliflere bolca mikrofon uzatan Washington Post yazarı Josh Rogin’e göre Malley, Obama döneminde İran’la müzakereleri tehlikeye atmamak için muhaliflere destek verilmesine ve Esad’a yaptırım uygunlamasına karşı çıkıyordu. Malley’e fazla anlam yükleyenler, Tahran’la nükleer anlaşmaya dönmeye çalışırken Biden’ın İran’ın Suriye’deki varlığını çok fazla mesele yapmayabileceği kaygısını paylaşıyor.
Blinken’in Dışişleri’ne atanmasını daha önemli bir gösterge sayarsak Obama döneminin tekrarından kaçınsalar dahi Suriye siyasetinin farklı bir kurguyla daha baskıcı olacağı öngörülebilir.
Blinken, Obama yönetiminin Suriye’de başarısız olduğunu söylüyor ama öldürme, işkence ve insanlığa karşı suç dosyalarına el atıp Suriye’nin canına okuyan Sezar Yasası çerçevesinde daha güçlü yaptırımların dayatılması gerektiğinden bahsediyor. Blinken, 2019'da Washington Post’taki görüş yazısında "Suriye'de çok fazla bir şey yapmayarak başka bir Irak'tan kaçınmaya çalıştık ancak çok az şey yaparak da tam tersi bir hataya düştük” diyordu. Bu yaptırımlarda ısrarın Suriye’yi nereye götüreceğini kestirmek zor değil: Çöküş ve felaket. Bir daha toparlayamayacakları atomize bir ülke! Halihazırda durum ziyadesiyle kötü: BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’ne göre her 10 kişiden 8’i yoksulluktan mustarip. Dünya Gıda Programı’na göre Suriye’de 9.3 milyon insanın gıda güvencesi yok.
Hâlâ rejim değiştirmeyi temel mesele olarak masada tutmak isteyenler McGurk’in çağrıştırdığı siyasetin aksine muhalefete desteği artıran, Şam, Tahran, Moskova hattına tazyiki tırmandıran ve Türkiye’nin Esad karşıtı müdahale kapasitesine önem atfeden bir yolu salık veriyor. Tabii böyle düşünenler için Türkiye’nin Astana zemininden çıkması ve Kürtlere düşmanlığı bırakıp Suriye güçlerine odaklanması gerekiyor.
Aslında McGurk’un çizdiği fotoğraf, onu hedef alanların gördüğünden daha boyutlu ve gerçekçi. 2019’da Foreign Affairs’de kaleme aldığı detaylı bir yazıda, mevcut koşullarda Washington’ın Esad’ı koltuğundan edemeyeceğini; ABD’nin İran’ı Donald Trump’ın dediği gibi son askerine kadar Suriye’den çıkartamayacağını; Ankara ile ilişkilerin bozulmasının Kürtlere Amerikan desteğine indirgenemeyeceğini, Türkiye’nin önceden de sorunlu bir müttefik olduğunu, Erdoğan hükümetinin sınırları IŞİD’e kapatmayıp uluslararası koalisyona zorluklar çıkarttığını ve El Kaide’nin Suriye’nin kuzeybatısını ele geçirmesine göz yumduğunu savunuyor.
Sahada Amerikan varlığına atfedilen önemi de “ABD'nin Suriye'deki konuşlanması, ABD'nin Rusya ile karşı karşıya gelmemesini, İran'ın kontrol edilmesini, Türkiye'nin dizginlemesini, Arap devletlerinin aynı hizada tutulmasını ve IŞİD'in canlanmamasını mümkün kıldı” sözleriyle vurguluyor.
McGurk’a göre olmayacak hedeflerle ABD’nin etkisini ve caydırıcılığını zayıflatmak yerine Esad yönetimi ve İran’ı bir şeylere zorlamak için Rusya ile işbirliğine gidilmeli, DSG de Şam’la anlaşmaya teşvik edilmeli. McGurk 2018’de ABD’nin iki seçenekli bir hedef için Rusya ile müzakereye hazır olduğunu belirtiyor: “İlk yolda Washington, Rusları Suriye rejimini Cenevre’de BM destekli barış görüşmelerinde işbirliğine zorlamaya teşvik etmeye çalışacaktı. Cenevre süreci bir ilerleme sağlamadıysa Amerikalı diplomatlar, DSG ile Suriye rejimi arasında bir anlaşmaya aracılık etmek için doğrudan Ruslarla müzakere etmek üzere ikinci bir yol hazırlamıştı.”
McGurk’e göre İran’ı 1980’den beri müttefik olduğu Suriye’den tamamen çıkarmak gerçekçi değil; o yüzden Tahran ve Şam’la ilişkisini kesmiş ABD için en mantıklı yol, bu iki başkentle Rusya üzerinden konuşmayı denemektir.
McGurk Arap ülkelerinin İran ve Türkiye’nin yayılması karşısında Şam’la ilişkilerini normalleştirmek istediğini ama ABD’nin buna karşı çıktığını, sonra durumun biraz değiştiğini belirtip normalleşmenin güven artırıcı önlemler, mültecilerin geri dönüşü ve genel af gibi erişilebilir bazı koşullar eşliğinde olması gerektiğini düşünüyor.
McGurk, Esad’ın devrilmesi gibi sonuç vermeyecek hedefler yerine sınırlı hedeflere bağlı yaptırımları savunuyor. McGurk dışında bu kadar somut ve detaya inen de yok.
“Biden’ın siyaseti ne olabilir” diye papatya falı bakarken araya bir de eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey D. Feltman girdi. Feltman, Hrair Balian ile birlikte Responsible Statecraft’da kaleme aldığı yazıda, Obama ve Trump’ın izlediği siyasetin IŞİD’in mağlubiyeti dışında sonuç vermediğini, yaptırımların da hedeflenen tutum değişikliğini sağlamadığını, o yüzden Esad’la müzakereye girip bazı somut adımlar karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öneriyor. Yaptırımların reform ve istikrar için önemli olan orta sınıfı da çökerttiğini not eden Feltman’a göre test etme mantığıyla adım adım giden yeni yaklaşımla tutukluların bırakılması, mültecilerin dönüşünün sağlanması, Cenevre sürecinin ilerletilmesi, adem-i merkeziyetçiliğin benimsenmesi gibi sonuçlar hedeflenebilir. Feltman’ın adı yeni Suriye temsilciliği için geçtiği için önerisi antenleri kaldırdı. Eski Şam Büyükelçisi Robert Ford da Foreign Policy’deki yazısında Suriye’de Rusya ve Türkiye ile iş birliğine gidilmesini öneriyor. Özetle son 10 yılın siyasetinin sonuçsuz olduğu ve yeni bir yönelimin gerektiğine dair çok laf dönüyor.
Öyle sanıyorum ki McGurk’un yaklaşımıyla ötekilerini dengeleyen bir harman çıkacaktır. Karşımıza iddiasız bir siyaset de gelebilir.
Birçok kişinin öngörüsü Suriye’nin öncelik olmadığı yönünde. Öyle olabilir ama Biden’ın NATO müttefikleriyle ilişkileri hal yoluna koyma önceliğinde Türkiye konuşulması gereken ülkelerin başında geliyor. Bu da Kürtler-DSG dolayısıyla öncelik sırasına bakılmaksızın Suriye siyasetini masaya getiriyor.