Berlin’de Adar Verlag yayınevi geçtiğimiz Haziran ayında, Mela Mahmûdê Bazîdî’nin “Şerafname” Kürtçe/Kurmanci çevirisinin Latin harflerine transkripsiyonunu yayınlandı.[1]
Şerefname, ünlü Bitlis emiri Şeref Xan tarafından orijinali Farsça olarak yazılmış bir eser. Söz konusu Kürtçe çeviri, Bazîdî tarafından da 1858-59 (Hicrî: 1275) yıllarında yapılmış. Bu çalışmanın el yazmasının fotografik bir kopyası 1986’da Moskova’da yayınlanmıştı. 2007 yılında Duhok’ta Se’îd Dêreşî tarafından Arap harfleriyle yapılan modern Kürtçe transkripsiyonuyla[2] yayınlanmış olan bu kitap, Bazîdî’nin diğer birçok çalışması gibi şimdi (2021) Ziya Avcı tarafından Latin harflerine transkripte edilmiş olarak okuyucuya kazandırılmış oluyor.
Bu eser yaklaşık 160 yıl öncesinin Kuzey Kürtçesi Kurmancinin nasıl kullanıldığına, dil yapısı, sözcükler ve kavramların kullanılışına dair önemli bir belge niteliği taşıyor. Böylece Kürtçenin geçen yıllar içinde nasıl bir gelişim gösterdiğine dair bir kıyaslama olanağı da veriyor.
Ağırlıklı olarak Hekarî bölgesinin Kurmanci ağzı esas alınmış; dönemin düşünce dünyası ve İslami eğitimine dayalı olarak çok sayıda Arapça, Farsça, Osmanlıca sözcükler, kavramlar barındırıyor.
Bazîdî’nin yaptığı Şerefname çevirisi, dili sadeleştirme çabasının dışında içerik olarak da orijinalinden bir hayli farklılıklar gösteriyor. Şeref Xan ailesiyle ilgili bölümleri özetlenerek alınmış, kimi özel isimler veya yer adları değiştirilmiş, orijinal yazımda olmayan bilgiler, bir takım yeni başlıklar eklenmiş. Bu nedenle ona “Bazîdî’nin Şerefnamesi” adı da verilir ve “Tewarixi Qadimî Kurdistan” (Kürdistan’ın Eski Tarihi) başlığıyla bilinmektedir.
Şerfename’nin Farsça orjinali ile Bazîdî’ni kendi katkıları ve özetlemelerini içeren bu Kürtçe bağımsız nüshası arasında ne gibi farklar olduğu üzerine henüz karşılaştırmalı bir araştırma yapılmadı. Hem Kurmancinin 160 yıl önceki yapısını, hem de her iki Şerefname’deki tarihsel olgular, yöntem ve üslüp farkları, Kürdoloji açısından ilginç konulardır.
Bazîdî, ismini de almış olduğu üzere 1797 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun İran sınırındaki Beyazıd’da [şimdi TC sınırları içinde Ağrı ilinin Doğubeyazıt ilçesinde] doğdu. Hem Osmanlı İmparatorluğuna bağlı Beyazıd’da hem İran imparatorluğu bağlı Tebriz’de eğitim gördü. Anadili Kürtçe’nin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe’yi de akıcı şekilde kullanabiliyordu. Bazı kaynaklara göre ölümü 1858 Erzurum olarak tarihlenmektedir; Pirbal gibi diğerleri ise, ölüm yılını 1868 olarak vermekteler.
Politikaya da kayıtsız kalmayan bir aydın
Mahmudê Bazîdî, bir yazın insanı olarak Kürt edebiyatında çığır açan, Kurmanci lehçesiyle düz yazıyla ilk metin yazanlardan biridir. Daha önce esas olarak şiirsel anlatım türü ile yürüyen Kürt edebiyatında 19. yüzyılda Bazîdî gibi aydınlarla birlikte düz yazı süreci başlamış oldu. Onun denemeleri, ansiklopedik yazıları, çevirileri Kürtçenin ilk nesir yazılarından kabul edilir.
Bazîdî’nin yalnız yazın insanı olarak değil kendi döneminde siyasal roller üstlenmiş önemli bir aktör olduğunu da görüyoruz. Osmanlı İmpratorluğu’nun içine düştüğü siyasi ve toplumsal krizleri çözmek için giriştiği Islahat ve Tanzimat reformlarıyla Kürt Beyliklerinin yerel egemenliklerini sonlandırma veya sınırlandırmaya çalıştığı bir dönemdi. Bu, İdris-i Bitlisi döneminden beri Osmanlı merkezi otoritesiyle Kürt beylikleri arasındaki işbirliği akdinin tek taraflı bozulması demekti. Dönemin en güçlü üç Kürt beyliği otoritelerinin sınırlandırılmasına karşı çetin bir direniş göstermekteydi. Mahmudê Bazîdî, Osmanlı merkezi yönetimi ile bu Kürt Beylikleri arasında bir tür elçilik yaparak diplomatik bir rol de oynamıştı.
Yazılarının bir kısmı, batılı bir dilbilimci veya oryantalist olarak Auguste Jaba’nın (1801-1894) ısmarladığı türden çalışmalardır. Medrese eğitimi almış olmasına, İslam alimi sayılmasına karşın, yazıları İslam’a yeni bir felsefi yorum çabası içermez. Buna karşın kimi din adamlarının cehalet ve eğitimsizliğine karşı eleştirel bir tutum alır. Eserlerinde batı yazınındaki hegemonik kavramlarla tanımlanabilecek milliyetçi yaklaşımlar bulunmamakla birlikte dil, gelenek ve örfle belirlenen bir Kürt kimliği kavrayışı görülür. Kürtleri, Arap kökenli bir kavim olarak kabul eder.
Şerefname’nin Kürtçe tercümesi dahil, Kürtçe dilbilgisi, edebiyatı ve folklor üzerine eserler yazmasına, kısa nesir metinlerin derlemesini yapmasına, bu eserlerin sayısına ve önemine rağmen, Kürdoloji araştırmalarında akademisyenler tarafından yeterince tartışılmaması dikkat çekicidir.
Öte yandan Jaba’nın Kürdoloji koleksiyonunun önemli bir bölümünün hem yazım hem derlemesi Bazîdî’ye ait olmasına rağmen, Rusça baskılarda bu eserler uzun süre Jaba’nın adıyla yayınlandı. Rus Kürdoloğları Bazîdî’nin ismini zikretmekten kaçındılar. Onun katkılarını küçümseyen, sıradan yerel bir ”bilgi sağlayıcı” gibi gören tipik oryantalist bir yaklaşım sergilediler.
İslam felsefesi ve entelektüel tarihi üzerine çalışan Amsterdam Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim üyesi Michiel Leezenberg, Bazîdî’nin ana yazılarını tartıştığı dikkate değer bir makale yayınladı. Bazîdî’inin yazınsal ürünlerini Batı dışı bir milliyetçilik: İçselleştirilmiş bir oryantalizm mi? [3] diye sorgulayan yazar, onun çalışmalarının “içselleştirilmiş oryantalizm” olarak nitelendirilemeyeceğini yazmaktadır. Bazîdî’nin siyasal olarak ”bir işbirlikçi” ve entellektüel olarak ”yerel bir bilgi derleyicisi” düzeyinde nitelendirilmesinin büyük bir haksızlık olduğunu vurgular.
Bu kavramsal duruş onun Osmanlı merkezi otoritesi ile yerel Kürt Beylikleri arasında sergilediği pozisyonunu da açıklar niteliktedir. “Adat û Rusûmâtnameyê Ekradiyye” kitabında anlattığı öykülerde defalarca Kürt aşiret reisleri ve ağalarının Müslüman ve Hristiyan köylüler üzerindeki zulmünden ve adaletsizliğinden bahseder; halkın soygunculuk ve talandan bıktığını anlatır. Anlaşılıyor ki Bazîdî, bu nedenle Osmanlı merkezileşmesini ve reformlarını desteklemekte onun düzen ve adalet getireceğine inanmaktadır.
Diplomasi mi ’ikili oynamak’ mı?
Leezenberg, Bazîdî’nin yaşamı hakkındaki belki de tek yazılı kaynağın Rusya’nın Erzurum konsolosu olan ve kendisiyle de dostane ilişkiler geliştirmiş olan Auguste Jaba’nın 10/22 Eylül 1857 tarihli bir mektubu olduğunu belirtiyor.[4]
Bazîdî’nin memleketi ve Tebriz’deki eğitimi hakkında yeterli bilgi olmamakla birlikte; 18-19. yüzyıllarda Osmanlı Kürdistanının kırsal alanlarında az-çok istikrarlı hale gelmiş olan Kürtçe (Kurmanci) ve Şafii temelli yerel medrese eğitimini tamamladığı anlaşılıyor. Tebriz’deki eğitiminden sonra memleketine dönen Bazîdî, medreselerde ders vermeye başlamış.
Jaba, Bazîdî’nin daha genç yaşta yerel ulema arasında çok saygı gördüğünü yazar… Yine Jaba’nın verdiği bilgiler, o dönemde halen egemenliklerini sürdüren yarı bağımsız Kürt beylerinin, Bazîdî’nin bilgi ve kişiliğine saygı gösterdiklerini, onu himaye ettiklerini ve güvendiklerini gösteriyor. Bazîdî’nin ünlü İbrahim Paşa’nın torunu Behlûl Bey’in sarayında çalışıp çalışmadığı belirsiz olmakla birlikte, paşadan bir tür destek veya himaye aldığı anlaşılıyor.
Osmanlı merkezi otoritesinin temsilcisi olarak Kürdistan’daki askeri valilerin de Bazîdî’nin bu saygınlığından yararlandıklarını, ona güvendiklerini görüyoruz. Bu dönem Kürt beyliklerinin Osmanlı merkezi otoritesine karşı direniş ve isyanlarının görüldüğü yıllardır. Yönetim askeri bir sefere girişmeden önce beylere “heyet-î nasıha” denen elçiler, aracılar göndererek onları ikna etmek istiyordu.
Bazîdî büyük olasılıkla 1840’ların sonlarında, Erzurum’a geçti. 1846’da askeri vali Hafız Paşa, kendisine Osmanlı hükümetine karşı isyan eden ve sonunda 1847’de yakalanıp sürgün edilecek olan Bedirxan Bey’le görüşmek üzere önemli bir görev verdi. Bir yıl sonra, o zamanki Erzurum valisi olan Kâmil Paşa da Bazîdî’yi bu kez Hakkârî’nin Kürt reisi Nûrullâh Bey’le görüşmek üzere benzer bir görevle görevlendirdi.
Osmanlı yetkililerinin, Bazîdî’nin bu hassas diplomatik misyonları ele almasından oldukça memnun kaldıkları anlaşılıyor. Ne var ki bunun Kürt tarafında daha farklı görüldüğüne dair işaretler de var. İlk Kürtçe dergi olan Kürdistan’ın 13. sayısında (1898) yayınlanan isimsiz bir makalede, “Mela Efendi” nin bu diplomatik çabaları hakkında bazı bilgiler verilerek, Osmanlı hükümeti ile yerel Kürt yöneticiler arasında kararsız bir aracı pozisyonu olduğunu ve hatta ikili rol oynamış olabileceği öne sürülmektedir.[5]
Bu ikili tutumun onu Osmanlı yönetimi karşısında da zor duruma soktuğunu görüyoruz. Botan’da Bedirxan Bey’e elçi olarak gönderildiğinde, Osmanlı’nın Kürdistan seferiyle görevlendirmiş olduğu başkomutan Osman Paşa’dan, kendisinin görüşmeleri bitirip dönüşünden önce saldırıya geçilmemesini rica etmişti. Mela Mahmud’un diplomatik çabalarına başından beri itiraz etmiş olan Osman Paşa ise Bedirxan Bey’in cevabını beklemeden saldırmıştı. Osman Paşa’nın Kürt isyancılardan gördüğü sert direniş, Bazîdî’nin gizli saldırı planını Bedirxanlara bildirerek kendilerine ihanet ettiği sonucuna varmasına neden oldu. Bu nedenle tutuklanarak yargılanmak üzere İstanbul’a gönderildi. Bazîdî daha sonra Van’a sürgüne gönderildi. Burada Muks’ın eski Mîr’i ve Kürt üçlüsünün üçüncü üyesi olan Han Mahmûd isyanına karıştı. Ancak rapora göre, daha sonra iki hafta hapis cezasına çarptırılan Mela Mahmud için bu son görev oldu. Bazîdî, Han Mahmûd nedeniyle daha ağır bir cezayı önleyebilse de Osmanlı yetkililerinin güvenini kaybetti.[6]
Bu olaylar Bazîdî’nin Osmanlı orta çağının en güçlü üç Kürt liderliğini; Botan, Hakkari ve Müküs beyliklerini etkisiz hale getirme girişimlerine derinden dahil olduğunu gösteriyor.
Bazîdî’nin siyaseten oynadığı roller daha ayrıntılı araştırılmaya muhtaçtır. Bunlar muhtemelen o dönem Rusya ve İngiltere’nin Erzurum konsolosluklarının kendi hükümetleriyle yaptıkları yazışmaların veya Osmanlı arşivlerinin incelenmesiyle ortaya çıkabilir.
1853’te patlak veren Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında yeniden başlayan savaş ise Bazîdî’ye ayrı bir kişisel trajedi getirdi. Artık eskisi gibi yerel Kürt otoritelerinin himayesinden yararlanamıyordu; erkek kardeşi savaşta ölmüş ve oğlu da servetini kaybetmişti. Bu yüzden kendi ailesinden de destek alamadı. Halk da daha önceki zamanlarda yapmış olduğunun aksine alim-ulemaya ne saygı göstermiş ne de maddi destek sağlamıştı. Sonuç olarak Bazîdî hiçbir gelir kaynağı olmadan Erzurum’da kaldı ve Jaba’nın yazdığı gibi “Kürdistan’a dönmeyi düşündü”.
Ancak bu sırada, 1856’da (muhtemelen, Kırım Savaşı’nı sona erdiren Paris Antlaşması’nın ardından) Auguste Jaba, Rus konsolosu olarak Erzurum’a tayin edildi. Kısa bir süre sonra Bazîdî Kürtçe hocası oldu. Bir çok eserin bizzat yazılması veya çevirisi için Jaba’nın teşvik, himaye ve desteğini gördü. [7]
Zengin bir yazınsal miras
Bazîdî, imparatorluk Rusyası kütüphaneleri için Kürtçe elyazması materyallerinin en önemli tedarikçilerinden biridir. Rudenko’nun 1961’de Leningrad’daki Kürtçe el yazmaları kataloğunda listelenen 84 parçadan (büyük çoğunluğu Jaba’nın Kürtçe koleksiyonuna aitti) en az on üçü Bazîdî tarafından yazılmış veya kopyalanmıştır.[8]
Kurmanci yazılmış eser ve metinlerin dışında Bazîdî’nin Farsça ve Türkçe de birçok eser yazdığı biliniyor. Jaba o dönemde, Osmanlı hükümdarlarının Türkçe metinlerinin Farsçaya çevrilmesini Erzurum vilayetinde emanet ettiği tek bilim adamının Bazîdî olduğunu belirtir.
Bazîdî’nin yayınlanan çalışmaları şunlar:
Adat û Rusûmâtnameyê Ekradiyye: Margaret Rudenko’nun Arapça yazılı Kurmancî metnini Rusça tercümesiyle içeren baskısı, yazıldıktan bir asır sonra yayımlandı. 1979’da Delîlo Îzolî, Rudenko’nun metin baskısının Latince transkripsiyonunu özel olarak yayınladı. 1982’de bir Sorani çevirisi, 1999’da Türkçe çevirisi yayınlandı. 2006’da Rashîd Findî, Arapça / Farsça bir Badînî (Kurmancî) transkripti ile birlikte Arapça bir çeviri yayınladı, Sonrasında Jan Dost ve Ziya Avcı’nın iki ayrı baskısı çıktı.[9]
Berlin’de Adar Verlag yayınevi geçtiğimiz Haziran ayında, Mela Mahmûdê Bazîdî’nin “Şerafname” Kürtçe/Kurmanci çevirisinin Latin harflerine transkripsiyonunu yayınlandı.[1]
Şerefname, ünlü Bitlis emiri Şeref Xan tarafından orijinali Farsça olarak yazılmış bir eser. Söz konusu Kürtçe çeviri, Bazîdî tarafından da 1858-59 (Hicrî: 1275) yıllarında yapılmış. Bu çalışmanın el yazmasının fotografik bir kopyası 1986’da Moskova’da yayınlanmıştı. 2007 yılında Duhok’ta Se’îd Dêreşî tarafından Arap harfleriyle yapılan modern Kürtçe transkripsiyonuyla[2] yayınlanmış olan bu kitap, Bazîdî’nin diğer birçok çalışması gibi şimdi (2021) Ziya Avcı tarafından Latin harflerine transkripte edilmiş olarak okuyucuya kazandırılmış oluyor.
Bu eser yaklaşık 160 yıl öncesinin Kuzey Kürtçesi Kurmancinin nasıl kullanıldığına, dil yapısı, sözcükler ve kavramların kullanılışına dair önemli bir belge niteliği taşıyor. Böylece Kürtçenin geçen yıllar içinde nasıl bir gelişim gösterdiğine dair bir kıyaslama olanağı da veriyor.
Ağırlıklı olarak Hekarî bölgesinin Kurmanci ağzı esas alınmış; dönemin düşünce dünyası ve İslami eğitimine dayalı olarak çok sayıda Arapça, Farsça, Osmanlıca sözcükler, kavramlar barındırıyor.
Bazîdî’nin yaptığı Şerefname çevirisi, dili sadeleştirme çabasının dışında içerik olarak da orijinalinden bir hayli farklılıklar gösteriyor. Şeref Xan ailesiyle ilgili bölümleri özetlenerek alınmış, kimi özel isimler veya yer adları değiştirilmiş, orijinal yazımda olmayan bilgiler, bir takım yeni başlıklar eklenmiş. Bu nedenle ona “Bazîdî’nin Şerefnamesi” adı da verilir ve “Tewarixi Qadimî Kurdistan” (Kürdistan’ın Eski Tarihi) başlığıyla bilinmektedir.
Şerfename’nin Farsça orjinali ile Bazîdî’ni kendi katkıları ve özetlemelerini içeren bu Kürtçe bağımsız nüshası arasında ne gibi farklar olduğu üzerine henüz karşılaştırmalı bir araştırma yapılmadı. Hem Kurmancinin 160 yıl önceki yapısını, hem de her iki Şerefname’deki tarihsel olgular, yöntem ve üslüp farkları, Kürdoloji açısından ilginç konulardır.
Bazîdî, ismini de almış olduğu üzere 1797 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun İran sınırındaki Beyazıd’da [şimdi TC sınırları içinde Ağrı ilinin Doğubeyazıt ilçesinde] doğdu. Hem Osmanlı İmparatorluğuna bağlı Beyazıd’da hem İran imparatorluğu bağlı Tebriz’de eğitim gördü. Anadili Kürtçe’nin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe’yi de akıcı şekilde kullanabiliyordu. Bazı kaynaklara göre ölümü 1858 Erzurum olarak tarihlenmektedir; Pirbal gibi diğerleri ise, ölüm yılını 1868 olarak vermekteler.
Politikaya da kayıtsız kalmayan bir aydın
Mahmudê Bazîdî, bir yazın insanı olarak Kürt edebiyatında çığır açan, Kurmanci lehçesiyle düz yazıyla ilk metin yazanlardan biridir. Daha önce esas olarak şiirsel anlatım türü ile yürüyen Kürt edebiyatında 19. yüzyılda Bazîdî gibi aydınlarla birlikte düz yazı süreci başlamış oldu. Onun denemeleri, ansiklopedik yazıları, çevirileri Kürtçenin ilk nesir yazılarından kabul edilir.
Bazîdî’nin yalnız yazın insanı olarak değil kendi döneminde siyasal roller üstlenmiş önemli bir aktör olduğunu da görüyoruz. Osmanlı İmpratorluğu’nun içine düştüğü siyasi ve toplumsal krizleri çözmek için giriştiği Islahat ve Tanzimat reformlarıyla Kürt Beyliklerinin yerel egemenliklerini sonlandırma veya sınırlandırmaya çalıştığı bir dönemdi. Bu, İdris-i Bitlisi döneminden beri Osmanlı merkezi otoritesiyle Kürt beylikleri arasındaki işbirliği akdinin tek taraflı bozulması demekti. Dönemin en güçlü üç Kürt beyliği otoritelerinin sınırlandırılmasına karşı çetin bir direniş göstermekteydi. Mahmudê Bazîdî, Osmanlı merkezi yönetimi ile bu Kürt Beylikleri arasında bir tür elçilik yaparak diplomatik bir rol de oynamıştı.
Yazılarının bir kısmı, batılı bir dilbilimci veya oryantalist olarak Auguste Jaba’nın (1801-1894) ısmarladığı türden çalışmalardır. Medrese eğitimi almış olmasına, İslam alimi sayılmasına karşın, yazıları İslam’a yeni bir felsefi yorum çabası içermez. Buna karşın kimi din adamlarının cehalet ve eğitimsizliğine karşı eleştirel bir tutum alır. Eserlerinde batı yazınındaki hegemonik kavramlarla tanımlanabilecek milliyetçi yaklaşımlar bulunmamakla birlikte dil, gelenek ve örfle belirlenen bir Kürt kimliği kavrayışı görülür. Kürtleri, Arap kökenli bir kavim olarak kabul eder.
Şerefname’nin Kürtçe tercümesi dahil, Kürtçe dilbilgisi, edebiyatı ve folklor üzerine eserler yazmasına, kısa nesir metinlerin derlemesini yapmasına, bu eserlerin sayısına ve önemine rağmen, Kürdoloji araştırmalarında akademisyenler tarafından yeterince tartışılmaması dikkat çekicidir.
Öte yandan Jaba’nın Kürdoloji koleksiyonunun önemli bir bölümünün hem yazım hem derlemesi Bazîdî’ye ait olmasına rağmen, Rusça baskılarda bu eserler uzun süre Jaba’nın adıyla yayınlandı. Rus Kürdoloğları Bazîdî’nin ismini zikretmekten kaçındılar. Onun katkılarını küçümseyen, sıradan yerel bir ”bilgi sağlayıcı” gibi gören tipik oryantalist bir yaklaşım sergilediler.
İslam felsefesi ve entelektüel tarihi üzerine çalışan Amsterdam Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim üyesi Michiel Leezenberg, Bazîdî’nin ana yazılarını tartıştığı dikkate değer bir makale yayınladı. Bazîdî’inin yazınsal ürünlerini Batı dışı bir milliyetçilik: İçselleştirilmiş bir oryantalizm mi? [3] diye sorgulayan yazar, onun çalışmalarının “içselleştirilmiş oryantalizm” olarak nitelendirilemeyeceğini yazmaktadır. Bazîdî’nin siyasal olarak ”bir işbirlikçi” ve entellektüel olarak ”yerel bir bilgi derleyicisi” düzeyinde nitelendirilmesinin büyük bir haksızlık olduğunu vurgular.
Bu kavramsal duruş onun Osmanlı merkezi otoritesi ile yerel Kürt Beylikleri arasında sergilediği pozisyonunu da açıklar niteliktedir. “Adat û Rusûmâtnameyê Ekradiyye” kitabında anlattığı öykülerde defalarca Kürt aşiret reisleri ve ağalarının Müslüman ve Hristiyan köylüler üzerindeki zulmünden ve adaletsizliğinden bahseder; halkın soygunculuk ve talandan bıktığını anlatır. Anlaşılıyor ki Bazîdî, bu nedenle Osmanlı merkezileşmesini ve reformlarını desteklemekte onun düzen ve adalet getireceğine inanmaktadır.
Diplomasi mi ’ikili oynamak’ mı?
Leezenberg, Bazîdî’nin yaşamı hakkındaki belki de tek yazılı kaynağın Rusya’nın Erzurum konsolosu olan ve kendisiyle de dostane ilişkiler geliştirmiş olan Auguste Jaba’nın 10/22 Eylül 1857 tarihli bir mektubu olduğunu belirtiyor.[4]
Bazîdî’nin memleketi ve Tebriz’deki eğitimi hakkında yeterli bilgi olmamakla birlikte; 18-19. yüzyıllarda Osmanlı Kürdistanının kırsal alanlarında az-çok istikrarlı hale gelmiş olan Kürtçe (Kurmanci) ve Şafii temelli yerel medrese eğitimini tamamladığı anlaşılıyor. Tebriz’deki eğitiminden sonra memleketine dönen Bazîdî, medreselerde ders vermeye başlamış.
Jaba, Bazîdî’nin daha genç yaşta yerel ulema arasında çok saygı gördüğünü yazar… Yine Jaba’nın verdiği bilgiler, o dönemde halen egemenliklerini sürdüren yarı bağımsız Kürt beylerinin, Bazîdî’nin bilgi ve kişiliğine saygı gösterdiklerini, onu himaye ettiklerini ve güvendiklerini gösteriyor. Bazîdî’nin ünlü İbrahim Paşa’nın torunu Behlûl Bey’in sarayında çalışıp çalışmadığı belirsiz olmakla birlikte, paşadan bir tür destek veya himaye aldığı anlaşılıyor.
Osmanlı merkezi otoritesinin temsilcisi olarak Kürdistan’daki askeri valilerin de Bazîdî’nin bu saygınlığından yararlandıklarını, ona güvendiklerini görüyoruz. Bu dönem Kürt beyliklerinin Osmanlı merkezi otoritesine karşı direniş ve isyanlarının görüldüğü yıllardır. Yönetim askeri bir sefere girişmeden önce beylere “heyet-î nasıha” denen elçiler, aracılar göndererek onları ikna etmek istiyordu.
Bazîdî büyük olasılıkla 1840’ların sonlarında, Erzurum’a geçti. 1846’da askeri vali Hafız Paşa, kendisine Osmanlı hükümetine karşı isyan eden ve sonunda 1847’de yakalanıp sürgün edilecek olan Bedirxan Bey’le görüşmek üzere önemli bir görev verdi. Bir yıl sonra, o zamanki Erzurum valisi olan Kâmil Paşa da Bazîdî’yi bu kez Hakkârî’nin Kürt reisi Nûrullâh Bey’le görüşmek üzere benzer bir görevle görevlendirdi.
Osmanlı yetkililerinin, Bazîdî’nin bu hassas diplomatik misyonları ele almasından oldukça memnun kaldıkları anlaşılıyor. Ne var ki bunun Kürt tarafında daha farklı görüldüğüne dair işaretler de var. İlk Kürtçe dergi olan Kürdistan’ın 13. sayısında (1898) yayınlanan isimsiz bir makalede, “Mela Efendi” nin bu diplomatik çabaları hakkında bazı bilgiler verilerek, Osmanlı hükümeti ile yerel Kürt yöneticiler arasında kararsız bir aracı pozisyonu olduğunu ve hatta ikili rol oynamış olabileceği öne sürülmektedir.[5]
Bu ikili tutumun onu Osmanlı yönetimi karşısında da zor duruma soktuğunu görüyoruz. Botan’da Bedirxan Bey’e elçi olarak gönderildiğinde, Osmanlı’nın Kürdistan seferiyle görevlendirmiş olduğu başkomutan Osman Paşa’dan, kendisinin görüşmeleri bitirip dönüşünden önce saldırıya geçilmemesini rica etmişti. Mela Mahmud’un diplomatik çabalarına başından beri itiraz etmiş olan Osman Paşa ise Bedirxan Bey’in cevabını beklemeden saldırmıştı. Osman Paşa’nın Kürt isyancılardan gördüğü sert direniş, Bazîdî’nin gizli saldırı planını Bedirxanlara bildirerek kendilerine ihanet ettiği sonucuna varmasına neden oldu. Bu nedenle tutuklanarak yargılanmak üzere İstanbul’a gönderildi. Bazîdî daha sonra Van’a sürgüne gönderildi. Burada Muks’ın eski Mîr’i ve Kürt üçlüsünün üçüncü üyesi olan Han Mahmûd isyanına karıştı. Ancak rapora göre, daha sonra iki hafta hapis cezasına çarptırılan Mela Mahmud için bu son görev oldu. Bazîdî, Han Mahmûd nedeniyle daha ağır bir cezayı önleyebilse de Osmanlı yetkililerinin güvenini kaybetti.[6]
Bu olaylar Bazîdî’nin Osmanlı orta çağının en güçlü üç Kürt liderliğini; Botan, Hakkari ve Müküs beyliklerini etkisiz hale getirme girişimlerine derinden dahil olduğunu gösteriyor.
Bazîdî’nin siyaseten oynadığı roller daha ayrıntılı araştırılmaya muhtaçtır. Bunlar muhtemelen o dönem Rusya ve İngiltere’nin Erzurum konsolosluklarının kendi hükümetleriyle yaptıkları yazışmaların veya Osmanlı arşivlerinin incelenmesiyle ortaya çıkabilir.
1853’te patlak veren Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında yeniden başlayan savaş ise Bazîdî’ye ayrı bir kişisel trajedi getirdi. Artık eskisi gibi yerel Kürt otoritelerinin himayesinden yararlanamıyordu; erkek kardeşi savaşta ölmüş ve oğlu da servetini kaybetmişti. Bu yüzden kendi ailesinden de destek alamadı. Halk da daha önceki zamanlarda yapmış olduğunun aksine alim-ulemaya ne saygı göstermiş ne de maddi destek sağlamıştı. Sonuç olarak Bazîdî hiçbir gelir kaynağı olmadan Erzurum’da kaldı ve Jaba’nın yazdığı gibi “Kürdistan’a dönmeyi düşündü”.
Ancak bu sırada, 1856’da (muhtemelen, Kırım Savaşı’nı sona erdiren Paris Antlaşması’nın ardından) Auguste Jaba, Rus konsolosu olarak Erzurum’a tayin edildi. Kısa bir süre sonra Bazîdî Kürtçe hocası oldu. Bir çok eserin bizzat yazılması veya çevirisi için Jaba’nın teşvik, himaye ve desteğini gördü. [7]
Zengin bir yazınsal miras
Bazîdî, imparatorluk Rusyası kütüphaneleri için Kürtçe elyazması materyallerinin en önemli tedarikçilerinden biridir. Rudenko’nun 1961’de Leningrad’daki Kürtçe el yazmaları kataloğunda listelenen 84 parçadan (büyük çoğunluğu Jaba’nın Kürtçe koleksiyonuna aitti) en az on üçü Bazîdî tarafından yazılmış veya kopyalanmıştır.[8]
Kurmanci yazılmış eser ve metinlerin dışında Bazîdî’nin Farsça ve Türkçe de birçok eser yazdığı biliniyor. Jaba o dönemde, Osmanlı hükümdarlarının Türkçe metinlerinin Farsçaya çevrilmesini Erzurum vilayetinde emanet ettiği tek bilim adamının Bazîdî olduğunu belirtir.
Bazîdî’nin yayınlanan çalışmaları şunlar:
Adat û Rusûmâtnameyê Ekradiyye: Margaret Rudenko’nun Arapça yazılı Kurmancî metnini Rusça tercümesiyle içeren baskısı, yazıldıktan bir asır sonra yayımlandı. 1979’da Delîlo Îzolî, Rudenko’nun metin baskısının Latince transkripsiyonunu özel olarak yayınladı. 1982’de bir Sorani çevirisi, 1999’da Türkçe çevirisi yayınlandı. 2006’da Rashîd Findî, Arapça / Farsça bir Badînî (Kurmancî) transkripti ile birlikte Arapça bir çeviri yayınladı, Sonrasında Jan Dost ve Ziya Avcı’nın iki ayrı baskısı çıktı.[9]