\'Kürtçe albüm çıkaracağını söylemesi üzerine ise aralarında Sertaç Ortaç, Ebru Gündeş, Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses ve Reha Muhtar gibi isimlerin bulunduğu grubun linçine uğradı.\'
Ahmet Kaya’nın en büyük özleminin gerçek bir demokrasi olduğunu belirten Gülten Kaya,“Kürdistan sözcüğü ve anlamı Ahmet Kaya’nın hırpalana hırpalana aşmaya çalıştığı o tel örgülerin ötesi. Yaşasaydı bugün de dün bulunduğu yerde olurdu” dedi.
Sürgünde, memleket özlemiyle 43 yaşında hayata gözlerini yuman özgün ve protest müziğin usta ismi Ahmet Kaya’nın ölümünün 21. yıldönümü. 1957 yılında Malatya’da Kürt bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelen Kaya, fabrikada işçi olarak çalışan babasının henüz 6 yaşındayken kendisine bağlama hediye etmesiyle müzikle tanıştı. Bu sıralarda ilk okula giden Kaya, okuldan arta kalan zamanlarında ise plak ve kaset satan bir dükkanda çalıştı. Ailesinin geçim sıkıntısı nedeniyle doğup büyüdüğü toprakları ardında bırakmak zorunda kalan Kaya, ailesiyle birlikte 1972’de İstanbul’da bulunan Kocamustafapaşa semtine göç etti.
Göçün ardından okulu yarıda bırakmak zorunda kalan Kaya, uzun süre işportacılık ve çeşitli iş yerlerinde çıraklık yaptı. Ekonomik darlık bir yana küçük bir yerleşim yerinden büyük bir şehre taşınan Kaya, hiçbir zaman bu yaşantıya alışmadı. Öyle ki bu durumu Aynalar Belgeseli’nde, “Onlarla konuşamıyordum çünkü onlar gibi konuşamıyordum. Hiç konuşmuyordum, bir dilsiz gibi yaşıyordum adeta. Balkondan sürekli onları izliyordum. Dilleri, tavırları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya, mesela terziye gidip onlar gibi pantolon giymeye başlamıştım. Terzinin yaptığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu” sözleriyle anlattı.
Tanık olduklarını seslendirdi
Bu yakıcı durum karşısında adımlarını daha da sıkı atan Kaya’nın, henüz 16 yaşındayken toplumsal sorunlara ilgisi başladı ve astığı afişler “yasadışı” olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Kaya, bu durumu ise şöyle açıkladı: “Sanki azılı bir katil, teröristmişim gibi ellime kelepçe vurup götürdüler.”
Daha sonra cezaevine konulan Kaya, burada tanıklık ettiği işkence, eziyet ve zulmü daha sonra seslendirdiği şarkı ve türkülerine konu etti. Türküleri, avluda volta atanlardan, cezaevinde açmayan çiçeklerden ve bir kuşağın acılarını konu edindi.
Müzikle bir baş kaldırı
12 Eylül 1980 Darbesi’nin üzerinden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen muhaliflerin, sanatçıların ve aydınların tek tük sesi dışında kimsenin sesi çıkmaz olmuştu. Kaya, böyle bir dönemde hala dillerden düşmeyen Ruhi Su ile tanıştı. Su’nun yaşamını yitirdiği dönemde Kaya’nın “Ağlama Bebeğim” albümü çıktı. Albüm kısa bir sürede 450 bin civarında satıldı. Akabinde Kaya’nın “Yorgun Demokrat”, “Başkaldırıyorum” ve idam cezası alan şair Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” adlı şiirini de seslendirdiği albümleri çıktı. Ülkenin gündeminde olan acı ve işkenceleri müziğiyle dilen getiren Kaya, verdiği demeçlerde var olan durumu şu sözlerle özetledi: “Şarkı yapmaktan başka çarem yoktu. İnsanlar dövülüyordu, işkencelerden geçiriliyordu ve katlediliyordu. Bütün demokrat, devrimci insanlar, bir şekilde hayatın bir yerinde yok ediliyorlardı.”
Şarkılarını dağlara yazdı
Darbenin etkilerinin sürdüğü, muhalif ve sosyalist kesimlerin büyük bir bölümünün sindirildiği bu dönemde kurulan ve 1984’te silahlı mücadele başlatan Partîya Karkerên Kurdistanê’nin (PKK) çıkışıyla Kürt sorununun daha çok dillendirilmeye başladığı bir dönemde Kaya, şarkılarını dağlara yazmaya başladı. Kaya’nın aynı dönemde “Şarkılarım Dağlara” adlı albümü çıktı. Albümü, çok kısa sürede 2 milyondan fazla satış yaparak, liste başı oldu. Albüm, daha sonra “Özgür Çağrı” adlı şarkı nedeniyle toplatıldı. Kaya, bu albüm nedeniyle hem yargılandı hem de konser yasağı getirildi. Ancak tüm engellemelere rağmen Kaya’nın 10 yılda çıkardığı 12 albümü 20 milyon satışa ulaştı.
Kaya’nın şarkılarına karşı ise “Savaş Şarkıları” boy göstermeye başladı. Öyle ki kimi şarkılarda “Ya sev, ya terk et” sloganları atıldı. Ercan Saatçi, Ufuk Yıldırım ve İlhan Tek’in birlikte çıkardıkları “Vitamin” isimli kasette Kaya’nın Şafak Türküsü isimli şarkısında yer alan “Beni burada arama anne” sözleri çarpıtılarak, alaya alındı. Ancak saldırılara rağmen verili işleyişe karşı öfkesi olan kesimler, Kaya’nın yaptığı şarkıları dinlemeyi sürdürdü. Kaya, kendisine dönük saldırıları şu sözlerle açıklık getirdi: “Tek bir günahım vardı; çok fazla başkaldırdım. Herkesin sustuğu zamanlarda, herkese yol verdim.”
‘Vatan haini’ oldu
Özgün ve protest müzik tarzı ile toplum sanatçısı kimliğinde ısrar eden Kaya, kendisinin yazdığı bestelerin yanı sıra toplumsal konuları ele alan şair Atilla İlhan, Can Yücel, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ahmed Arif’in şiirlerini de besteleyerek, seslendirdi. Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri için “Beni Bul” şarkısını seslendirdi. Ezilen her kesimin yanında yer alan Kaya’ya Magazin Gazetecileri Derneği, 10 Şubat 1999’da en iyi sanatçı ödülü verdi. Törenin olduğu kongre salonunda ödülünü İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Cumartesi Anneleri’ne adayan Kaya, daha sonra burada Kürtçe albüm çıkaracağını söylemesi üzerine ise aralarında Sertaç Ortaç, Ebru Gündeş, Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses ve Reha Muhtar gibi isimlerin bulunduğu grubun linçine uğradı. Orada bulunan davetliler çatal ve bıçak fırlatarak, Kaya’yı “vatan haini” olarak yaftaladı.
Sürgüne gitti
Yaşanan bu olayın ardından Kaya, ana akım medyada da hedef haline getirildi. Başında Ertuğrul Özkök’ün bulunduğu Hürriyet gazetesi, Kaya\'ya dair \"Vay şerefsiz\" manşetini attı. Sarf ettiği sözler sonrası hakkında birçok dava açılan Kaya, 16 Haziran 1999\'da Fransa’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. Memleket hasreti ağır gelen Kaya, sürgünde olduğu Fransa’nın başkenti Paris’te “Hoşça kalın Gözüm” isimli albüm hazırlıklarını sürdürdüğü dönemde evinde bir gece yarısı geçirdiği kalp krizi sonucu 16 Kasım 2000’de hayata gözlerini yumdu. Cenaze merasimi Paris Kürt Enstitüsü\'nde yapılan Kaya, 17 Kasım 2000\'de 30 binin üzerinde kişinin katıldığı törenle kendisi gibi sürgünde yaşamını yitiren yönetmen Yılmaz Güney’in defnedildiği Paris\'in Père Lachaise Mezarlığı’na defnedildi.
Büyük bir boşluk
Döneme damgasını vuran, hala dillerden düşmeyen ve her köşe başında şarkıları dinlenmeye devam edilen Kaya’nın hayat arkadaşı Gülten Kaya ile 21 yıl önce aramızdan ayrılan Kaya’ya ilişkin konuştuk.
Aradan geçen 21 yıllı Kaya’nın bıraktığı “mirasa” sahip çıkmakla geçirdiğini ifade eden Gülten Kaya, “Kürt, muhalif, sıraya ve hizaya girmeyen bir sanatçıyı, özellikle sürgün yıllarında hakkında berbat bir hafıza oluşturulmaya çalışılan bir sanatçıyı tüm kötülüklere ve yok saymalara karşı koruyarak, sabırla anlatarak, eserlerini sevenleriyle doğru köprülerde buluşturarak, masa başlarında bilinçli olarak kurgulanarak, üretilen o kötücül algıları değiştirme mücadelesiyle geçti. Bu ülkede bu öyle bir mücadele ki, yasınızı yaşayamadan, o büyük haksızlıkla hesaplaşmanıza yöneliyorsunuz. Kişisel hayatımda ise, asla geçmeyecek olan o büyük boşlukla yaşamaya devam ediyorum” dedi.
Varoluş biçimi
Kaya’nın toplumsal sorunları konu edindiğini, bu nedenle çokça yargılandığını ancak mücadele etmeyi sürdürdüğünü ifade eden Kaya, bunun bir ısrardan öte, varoluş biçimi olduğunu söyledi. “Sanatçı, içinden geçtiği ve parçası olduğu zamanın kendisine yansımaları ve onda yarattığı etkiler üzerinden üretir kanımca” diyerek sözlerini sürdüren Kaya, bunun aynı zamanda “tanıklık” olarak da tanımlanabileceğini belirtti.
Kaya, “Tanık oluyor ve sarsılıyorsunuz, tanık oluyor etkileniyorsunuz, ağlıyor ya da neşeleniyorsunuz, tanık oluyor ve ütopyalar kuruyorsunuz ya da eserinizle belgeliyorsunuz o duygunuzu. Sokakta, hayatın içinde olup bitenlerle ilgili gözlemlerinizle, bir romancı, bir sinemacı gibi kurgusal karakterler yaratıyorsunuz (Kod Adı Bahtiyar, Bedirhan, Nazlıcan vb). Yani, sanatçının, bütün çıplak gerçeklik üzerinden aklında ve kalbinde oluşan ayaklanmaların ya da tortuların dışavurumudur ürettikleri. Tanıklığı ve etkileşimidir. Böyle var olmayı anlamlı bulmuştur sanatçı” ifadelerini kullandı.
Sistem için hep tehlikeliydi
Yasaklamalara karşı duruşu Kaya, “Ahmet tüm üretimi ve duruşuyla zaten yasağın içine açtı gözlerini” diyerek özetledi. Sistemin gözünde Ahmet Kaya’nın hep “sakıncalı” ve “tehlikeli” olduğunu belirten Kaya, “Şarkılarını dağlara da söylese şehirlere de söylese, hayata örülen tel örgülerin gerisinde durmadığı ve hırpalana hırpalana da olsa o tel örgüleri aşmaya ve hayatın içine dalmaya çalıştığı için yeni bir engel, yeni bir yasak şaşırtmıyordu onu” diye belirtti.
Tel örgülerin ötesi
“Şarkılarım Dağlara” albümünün toplatılmasına neden olan “Özgür Çağrı” şarkısına da değinen Kaya, “Çünkü Ahmet, o abilerin bir gün dağdan döneceğine ve kardeşine sarılacağına inanıyordu. Savaş koşullarında buna inanmadan ve umut etmeden yaşanamaz” ifadelerini kullandı. Son dönemlerde şarkılarında “Kürdistan” sözcüğü geçen sanatçıların cezalandırılmasına da dikkati çeken Kaya, “Kürdistan sözcüğü ve anlamı bahsettiğim o tel örgütlerin ötesi işte” dedi.
Erkin korkusu
İnsanlığın tarih boyunca bulup bu güne kadar geliştirmeye ve içini doldurmaya çalıştığı en kutsal kavramın demokrasi olduğunu vurgulayan Kaya, bunun ise erkin varlığı için tehlike arz ettiğini dile getirdi. Kaya, sözlerine şöyle devam etti: “Erk, hep ve öncelikle kendi varlığını korumak ve sürdürmek üzerine kurulduğu için tüm uyanışlar, tüm farkındalıklar ‘tehlike’ olarak algılanır. Erkin kendini koruma içgüdüsü, biat dışı her şeyi yok etmek, yok saymak, yargılamak, cezalandırmak refleksi doğurur. Buradan yola çıkıldığında halkların varlığının, kültürünün, dilinin neden hep gadre uğradığının nedenleri de ortaya çıkar.”
Zehirleyen tarih
Ahmet Kaya’nın Kürtçe albüm hazırlığını dile getirmesi ardından linçe uğradığını, ardından ise sürgüne gitmek zorunda bırakıldığını anımsatan Gülten Kaya, Ahmet Kaya’nın sürgünden sonraki hissiyatının “Biz haklarımızdan, kültürel varlığımızdan, kimliğimizden söz ettik, onlar bunu nüfus cüzdanı olarak algıladılar. Bu kadar acayip ve tuhaflar işte! Benim Kürt kimliğimi benden hiç kimse alamaz!” olduğunu aktardı.
Gülten Kaya, yaşanılanlara tepkisini şöyle dile getirdi: “Ah yalancı tarih! Kaç kuşağı zehirledi o yalancı tarih. Osmanlıya ‘ceddimiz’ diyenler hiç değilse 1800\'lere kadar geriye giderek, doğru tarih okumaları yaptıklarında Kürt halkı konusunda hastalanmaz, tersine iyileşebilirler.”
Nasıl bir gelecek?
Ahmet Kaya’nın inkardan arınmış bir gelecek tahayyül ettiğini paylaşan Kaya, “Tarihini en gerçek ve çıplak haliyle sahiplenip, oradan doğru sonuçlar çıkararak, geleceği kurgulayan, uygar dünyanın normlarına saygılı, tüm halkların ve kültürlerin eşitlendiği, haklarının kabul gördüğü gerçek bir demokrasiyi özlüyordu” dedi.
Hayalleri vardı
Gülten Kaya, kişisel hayatına dair hayallerinde son derece mütevazi olan Ahmet Kaya’nın halkı, çocukları, şarkıları, köpekleri ve kuşlarıyla yaşamak istediğini paylaştı. Kaya’nın dostlarına da çok düşkün olduğunu ifade eden Gülten Kaya, “Belki nihai olarak da sırt çantalarımızla uzun bir Latin Amerika seyahatine çıkmak, Kürtçe şarkılar yazabilmek, klamlara senfonik düzenlemeler yapabilmek gibi kendi alanıyla ilgili hayalleri de vardı elbette” diye belirtti.
Ahmet Kaya’nın eserleriyle hala yaşadığını söyleyen Kaya, “Şayet bu gün yaşıyor olsaydı nerede dururdu?” sorumuza ise, “Fiziki varlığını kastettiğiniz için söylemeliyim ki; Ahmet bugün de dün bulunduğu yerde olurdu” yanıtı verdi. (Mezopotamya Ajansı)