Her Millet ve halkın özgürlük mücadelesinde kritik eşikler vardır: ya tarih yazılır ya da tarih inkâr edilir. Kürt halkı yüzyılı aşkın süredir ulusal kurtuluş mücadelesi veriyor. Ancak bu mücadelenin içinden doğmuş kimi figürlerin zamanla, halkın öncüsü olmaktan çıkıp onun önündeki engel haline gelmesi mümkündür. Abdullah Öcalan’ın 1999 sonrası rolü tam da bu tarihsel sapmaya işaret ediyor.
Teslimiyetin Teorisi
1999 yılında Türk devletine teslim edilen Öcalan, bir zamanlar “sömürgeci Türk devleti” dediği yapıyla barış arayışına girdi. Ne gariptir ki bu “barış”, mücadeleyi sona erdirmeyi, halkı silahsızlandırmayı ve bir tür “konfederal uzlaşma” önerisini beraberinde getirdi. Tabi onuda redetti. Öyleki bir dediğini bir sonraki ile yer detşitirdi.
Kendisine inanların beynini yaz boz tahtasına çevirdi. Fanon’un uyardığı gibi, “Sömürgeciyle uzlaşmak, onun kurduğu düzeni meşrulaştırmaktır.”
Frantz Fanon’a göre, sömürge halklarının özgürlüğü, yalnızca devleti değil, o devletin içimizdeki uzantılarını da reddederek mümkündür. Öcalan’ın, pkk’nin 12. Kongresine gönderdigi ve yeni ideoloji dedigi 50 sahifeye yakın son yazısı tam bir hilkat garibesi.
Abdullah Öcalan, kendisi gibi teslim olmayan bütün Kürd liderlerine ağır hakaret ederek kendince onları itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Türk devletinin temel tezlerini modernite, komünal gibi anlatılarla mücadeleyi milli dinamiklerinden saptırma çabasına girmiş. Zaten dört sahifenin dışında kalanı ise Gılgamış destanı, mitoloji, antik çağ dönemini ve millatan önce ve sonrasını Jean-Jacques Rousseau, Adam Simith, Sokrates, Albert Einstein, gibi PKK’nin 12. Kongre ve Kürd meselesi ile alaksı olmayan söylemlerle Kürdleri rehabilite etmek ve devlete parça parça yedirme sürecine hazılamaya çalışıyor.
Sömürgecinin Diliyle Konuşmak
Aimé Césaire, “Sömürgecinin dilini kullanarak özgürlük arayanlar, yalnızca onun egemenliğini yeniden üretir,” der. Öcalan’ın 2000’lerden itibaren benimsediği dil – demokrasi, kadın hakları, ekoloji – elbette önemli başlıklardır. Ama mesele bu başlıkların kiminle ve ne için konuşulduğudur.
Césaire’e göre, özgürlük; efendinin değerlerini benimseyerek değil, yerli halkın kendi köklerinden yükselen bir dile kavuşmasıyla mümkündür. Öcalan ise Kürtlerin “ulus devlet istememesi gerektiğini”, “Kürdlerin, ulus devlete karşı çıkmaları gerektiğini” savunarak, tam da Césaire’in tarif ettiği gibi, halkı yeniden efendinin sınırlarına mahkûm ediyor.
İşbirlikçiliğin Yeni Biçimi
Amílcar Cabral, halkı özgürleştiren mücadelenin önündeki en büyük tehlikenin dış düşmandan çok, iç işbirlikçiler olduğunu söyler. Ona göre “liderin dönekliği, halktan kopması, işgalcinin yeniden kazanmasıdır.”
Öcalan’ın devletle yürüttüğü diyalog süreci, yalnızca bir taktik değil, zamanla stratejik bir teslimiyete dönüştü. PKK’nin silah bırakması, şehir ve dağ örgütlerinin dağıtılması, halkın ulusal taleplerinin yerini “cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, modernite, demokratik özerklik, komünal" gibi hedef şaşırtan, muğlak söylemlerin alması, bu sürecin somut sonuçlarıdır.
Lider Kültü ve Gerçeğin İflası
Hannah Arendt’in sözünü ettiği gibi, totaliter yapılarda gerçek önemsizleşir; liderin varlığı hakikatin yerini alır. “Şef yalan söyler ama herkes susar; çünkü şef kaybederse herkes kaybeder.”
PKK içinde Öcalan’ın eleştirilemezliği tam da böyle bir yapı kurmuştur. Yüzbinlerce insan onun devletle anlaşmalarına, çelişkili açıklamalarına rağmen susmakta, sorgulamamaktadır. Çünkü “önderlik düşerse her şey biter” korkusu, aklın önüne geçmiştir.
Gerçeğe Sadakat, Şefe Değil
Kürt halkı büyük bir mücadele verdi. Onbinlerce Kürd genci ulusal bağımsızlık idealleri uğruna canını feda etti. Kürd halkı manevi ve maddi olarak toplumsal bir kırılma ve ağır trajediler yaşadı. Bu mücadele, bir kişinin değil bir milletin, bir halkın tarihidir. Eğer bugün mücadele Öcalan merkezli düşünülüyorsa, bu itiraz edenlerin imhasi ve tasfiyesi sonucu şekillenen tarikatlaşma halidir. Özgürlük, ancak hakikatin konuşulabildiği yerlerde mümkündür. Ve hakikat, hiçbir liderin tekelinde değildir. Bu hamur daha çok su alacak.
Şimdilik Fanon’la bitireyim: “Sömürgecinin ruhu içimize işlemişse, zincirler sadece bileğimizde değil, zihnimizdedir.”
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.