Öcalan, PKK ve önderlikçiler yani Apocular bölgemizi 1923’lerin Türkiye’si haline getirmeyi deniyor. Mustafa Kemal’in uygulamalarının benzerini ama daha sert ve pervasız söylem ve biçimlerde yapmayı deniyor, deneyecek.
Mustafa Kemal ‘kendi’ toplumunu ve değerlerini aşağılamadı (demek ki, örneğin Dersimlileri kendi toplumu olarak görmüyordu) fakat Öcalan için Kürd mirası, büyükleri ve Kürdün mevcut olanakları kirlidir, acizdir, ilkeldir ve geri zihinli bir araçtır!
Diyarbakır’ın Ankara’nın kaç yıl gerisinden geldiği tartışması asıldır, belirleyicidir, yönelimlendirendir. Asıl kritik çağcıl tartışma Yozgat ile Viranşehir’in karşılaştırılmasıdır, çarpıcı olandır. Bu sorun, bölgesini ve değerlerini koruma aciliyeti için bölge bireylerine iç işbirliği yapma görevini ortaya koyar ancak bölgemiz bu ciddiyeti ve emeği göstermeye henüz hazır değil.
İmralıcılara Karşı Lirtikçiler ve Pirancılar..
Mustafa Kemal, Abdülhamit’i sevmese de anısına saygılıydı; hata yapmış bile olsa o bir vatanseverdi. Öcalan ise Piranlı Şeyh Said ve Lirtikli Seyid Rıza’nın anısına saygı duymuyor, aşağılıyor ve iyi bahsetmiyor. Statükonun katliam gerekçelerinden biri olarak, Seyid Rıza’yı bir isyan lideri gibi gösteriyor. Bir zamanların yani 1923’lerin Ankara’sı gibi düşünüyor.
2025 İmralı aklı ve pratiği, 1923 Ankara aklı ve pratiğidir. O dönem ‘modernleşme’ adı altında Türkiye genelinde yapılanlar, günümüzde ‘demokratik modernite’ adı altında bölgemize bir kabus gibi çökmek üzeredir. KCK sözleşmesi faşizmin belgesidir ancak Apocular bu belgeyi günümüzün en modern belgesi sanıyor..
1923 Ankara’sından ve bazı uygulamalarından memnun olmayanlar; 2025 İmralı’sından memnun olmamızı nasıl bekleyebilir, nasıl 2025 İmralısına alan açabilir, olanak verebilir ve olacaklara sırtını dönebilir?
1923 Ankara’sında şapka kanunu ve Cumhuriyet Baloları ilk akla gelen uygulamalar! Yönetmen Sinan Çetin’in şu eleştirisini bölgemizin her bireyi bilmeli ve anmalıdır: https://youtu.be/KP1dsB09bB4?si=R7vs0Zvc84tP5EeD
Bölgemiz toplumunda ilerici görünüm altında gerilik, demokrat görünüm altında zorbalık yaygındır. Bu haldeyken, ‘önderliğini’ ve ‘partisini’ dünyanın en demokratı ve toplumu ‘demokratik ulus’a dönüştürücü sananlar Topal Osman’ın hayat öyküsünü kaldığı yerden devam ettirme olasılığını aklından çıkarmamalıdır.
Şaşırtıcı ve üzücü olan, 1923 Ankara aklını eleştiren AKP’nin; 2025 yılında Diyarbakır’ın ve bölgenin 1923’teki gibi Ankarasılaştırılmasına karşı çıkmak bir yana, izin verir gibi olmasıdır ya da kontrolü altında görünmesidir! Bu, bir ‘değer hareketi’ olduğunu ve binlerce yıllık geleneği temsil ettiğini ifade eden ve 2002’de yeniden beliren bu dinamik, bu hareket için izah gerektiren çelişkidir, tutarsızlıktır. Kendileri nasıl 1923’le kurumsallaşan Tek’çiliğe ve ‘modernleşme’ ya da ‘modernite’ adı altındaki batıcıların zulmüne direndi, onlarca yıl kendini ve bir diğerini korudu ise; bizlerin de 2025 yılında Tek’çilik adı altında yaklaşan ‘demokratik modernite’ zulmüne direnmemizi sadece anlayışla, saygıyla karşılamamalı; dahası, ellerinden geldiğince bize destek olmalı, sürece izin vermemeli ve dayanışmalıdır.
Bilinmeli ki, 1923’lerin kimi yaklaşım ve uygulamalarına karşı direnen kesimler geçmişle ve kendisiyle barışık olduğu için ayakta kaldı ve her fırsatta kendini toparladı; yani, geçmişi ve kendisi ile barışık olan bölgeden farklı sonuç beklenmemesi gerekir..
Sadece Kürd toplumu değil bölgedeki her bir milliyet, inanç ve kültür bölgemizde ‘demokratik modernite’ adı altında ilerleyen sürecin akıl, yaklaşım ve yöntemlerinin kök salmasına, bölgeyi ele geçirmesine izin verirse; Çankayacılarla Saraycılar arasındaki zaman kaybettirici rekabet bölgede yerleşik bir gerginlik haline gelir.
Bu, İmralıcılar ile ‘Lirtikçiler ve Pirancılar’ arasında bir yarılma demektir, buna izin verilmemelidir! Tarihsel belge ve bilgilerin ışığında her zaman bilimsellikten bahseden Apocuların da, geçici imtiyaz uğruna, bu yarılmaya izin vermemesi gerekir. Buna sessiz kalmak da izin vermektir, 1923 Ankara’sının daha ağırını bölgede başlatmaya gönüllü olacakları anlamına gelir. Apocular devlet değildir, en fazla devletimsidir; günü geldiğinde Ankara bunu onlara tekrar hatırlatabilir!
Elbette 1923 Ankara’sı devleti ve toplumu için en iyisini yaptığına inanmıştı, ona şüphe yok; ancak o 1923 aklı bölgemize 2025’te ancak ‘demokratik ulus’ projesini dayatabilir, bu da başarılı olamaz. Böyle açık, resmi ve kontrollü alan açmanın bölgenin iyiliğine olmadığı açıktır..
Apocuların aldıkları oy çok görünse bile birgün karşımızda (bölge bireyleri federe yönetim hedefi ile bir çatı altında birleştiğinde oluşabilecek sinerji ile; ki, yıllardır yapmayı denediğim de budur) AKP karşısındaki CHP’nin durumuna düşecekler. Bu kaçınılmaz son sadece ertelenebilir ve ertelenme süresi bölge toplumuna bağlıdır. Ankara’nın pozitivist şekillenmesinde İngiliz etkisinin tartışılması gibi, Diyarbakır’ın pozitivist şekillenmesinde İmralı etkisi haklı olarak tartışılacaktır.
Evet, Terörsüz Türkiye’yi hepimiz destekliyoruz ve elbette faşizmsiz olanını da!
Ortada bariz duran bir başka realite ise Osmanlı ile barışık bölge dışı parti, stk ve bağımsız bireylerin bu duruma olan hoşnutumsu sessizliğidir. Bu kesimlerin ‘demokratik modernite’ projesine ve uygulandığında neler olacağına dair öngörüsüzlükleri, hissizlikleri, eleştirisizlikleri bu ‘uygulamaya’ razı ya da umursamaz oldukları anlamına da gelebilir.
Günün birinde, durduğu yer ve hakkaniyeti nedeniyle Necip Fazıl Kısakürek’in Dersim 38’i anlattığı gibi, ardılları da Demokratik Modernite planlayıcılarını, uygulayıcılarını ve yaşanacakları anlatabilir. Gerçekte, demokratik özerklik ilanları, hendekler, barikatlar ve sonrasındaki ölümlü, yıkımlı, vahşi ve acı dolu, travmatik günleri yaşatan ve halen de özeleştiri vermemiş, istifa etmek, beni yargılayın demek aklına bile gelmemiş zihinlerin, vicdanların öne sürdüğü demokratik modernite’den bahsediyoruz! Demokratik moderniteye sessiz kalınması da bu kez ölümlü ve yıkımlı olmayıp da örtük baskı ortamı olacak olması mı? Güvencesi var mı?
Bölge dışından olup da 1923 uygulamalarından rahatsız olanlar ve içten içe savunsa bile 1923’leri anmaktan kaçınanlar ile Kürdün tarihsel meselesini de, anadilinde eğitimi de, coğrafi statüyü de hakkaniyetle konuşabileceğimiz bir dönem, bir süreç heba olmaya devam ediyor çünkü 1923 sonrası dönemin sorumluları değiller.
Diğer ama içimizden bir kesim olarak; 1923 uygulamalarına karşı olup da en son AKP’yi de içine alan tarihsel harekete destek veren, içinde aktif yer alan bölgemiz etkili bireyleri bu hebada ve kayıpta etki ve pay sahibi olabilirler. Onlar bölge ve toplumunu sorun çözme temelinde bir temsiliyetle değil, kendi imtiyazları için bölgeyi ve toplumunu istismar yani kişisel ve ailesel çıkar, rekabet, ayrıcalık temelinde görüyor olabilirler. İktidarda da yer alan bu kesimlerin bölge ve toplum lehine bu denli pasif, etkisiz olmalarının, inisiyatif almamalarının izahı başka ne olabilir? Varsa başka izahı, toplumumuza bunu açıklamaları gerekmez mi?
Her bölgenin yerli ve milli olanı, çağa uygun geleneği kıymetlidir ve bireyleri bunlardan koparmaya, başkalaştırarak değerlerine yabancılaştırmaya, karşıtlaştırmaya, düşmanlaştırmaya çalışmak sonuç alamaz çünkü toplumsal hafıza ve sağlıklı toplum buna içten içe direnir.
2025 İmralısı, Türk toplumuyla aramızda 100 yıllık farkın olduğunu ve korunmak istendiğini işaret ediyor. Bu farkı açmanın da, sabitlemenin de, daraltmanın da yolu ‘demokratik modernite’ değildir; aksine, statüsü olmayan bölgeyi daha da geriye götürür..
2025 İmralısına alan ve olanak açan, moral veren 1923 Ankarası mı, 2002 Akp’si mi, yoksa her iki aklın deneyiminin ortak adımları mı?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.