Hasan Ali Toptaş’a Medeni Ölüm Eşiği

Bir yazarın kitaplarını yayınlamamak, raflardan indirmek, çöpe atmak onu medeni ölüme mahkum etmektir. Şimdi sırada ne var: satın alınan kitapların ücret iadesi mi, kitaplarının satışından kazandıklarının istenmesi mi, meydanlarda evlerde kitaplarının seremonilerle yakılması mı, adının anılmasının yasaklanması mı, yazdıklarını beğenenlerin lanetlenmesi mi, evinin önünde nöbet tutulması mı, evinin kapısının betonlanması mı?

11.12.2020, Cum - 20:47

Hasan Ali Toptaş’a Medeni Ölüm Eşiği
Haberi Paylaş

Hasan Ali Toptaş’ı yazdıklarından tanıyanlar, bilenler son birkaç günde onun yıllardır süren, sistematik ya da kronik gibi görünen tacizlerini, tecavüze yeltenişlerini de bilmeye, öğrenmeye başladı.

Kim olursa olsun, kendisine göre en az bir konuda dezavantajlı olana ya da olanlara karşı kendi konumunu, avantajlarını silah, tehdit, şantaj, yaptırım haline getirenler için o silah geri tepmelidir. Karşısındakini kendine hak görmek, ganimet görmek bir ruh hastalığıdır.

Son günlerde izlediğimiz birkaç kadının sosyal medyadaki hareketliliğini uluslararası feminist hareketin bir parçası olarak görememek gerekiyor. ‘Şu isme itirazı olan yoksa tacizci listesine ekleyelim’ denilerek liste oluşturuluyor, liste yayılıyor. Yönteme, dile ve gerekçelere itiraz edenler işaretleniyor. Bu akışın ve akışı yönlendirenlerin feminizmin dokusuna, günden güne güçlenen tarihsel karakterine uygun metodoloji, zihin ve ruh yapısına sahip olmadığı konusundaki endişeleri güçlendiren gelişmeler oluyor. ‘Kadın beyanı esastır’, karşı çıktığım bir algıdır. Kadın faşizmi için elverişli bir zemin sunmaktadır.

Hasan Ali Toptaş post modern edebiyatın güçlü kalemidir. Toptaş’ın roman yazamadığını ve yazın heyecanının ve kapasitesinin Gölgesizler’le tamamlandığını savunurum. Ancak, Hasan Ali Toptaş ve adı anılan diğer kişilere karşı günümüzün engizisyonunu andıran çabalarla tacizci avına çıkılmasına ve tacizcinin bir cadı gibi yakılışına da direnç gösteriyorum.

Bir yazarın kitaplarını yayınlamamak, raflardan indirmek, çöpe atmak onu medeni ölüme mahkum etmektir. Şimdi sırada ne var: satın alınan kitapların ücret iadesi mi, kitaplarının satışından kazandıklarının istenmesi mi, meydanlarda evlerde kitaplarının seremonilerle yakılması mı, adının anılmasının yasaklanması mı, yazdıklarını beğenenlerin lanetlenmesi mi, evinin önünde nöbet tutulması mı, evinin kapısının betonlanması mı?

Yayınevlerinin hızla bu akışa denk bir hıza adapte olması da dikkatlerden kaçmamalıdır. Yazarı, yazdıklarından değil yaptıklarından sorumlu tuttular. Sadece yayınevleri değil basın da bu konuda sessizliğe büründü. Öyleyse, bu akışı başlatanların yanına yazarıyla sözleşmesini hızla iptal eden yayınevleri ve akışa en azından sessiz kalan basın kuruluşları da dahil oldu.

Akış, bir intiharla devam ediyor.

Travmayı atlatmak kolay olmasa gerek. Kaynağı her ne olursa olsun, travmayı atlatamayan her birey kritik zamanlarda sağduyusunu yitirir, böyle durumlarda etki altına girer ve geçmişte olumsuzluk yaşadığı anlar ona kılavuzluk eder ve tamamen sağlıksız kararlar alınır; bir ataktan diğerine bu böyle devam eder.

Sanki sorgusuz sualsiz, kanıtsız, hukuksuzca sözler sarfediliyor ve hedefe konulan insanların intihar etmeleri teşvik ediliyor. Bu çığırından çıkılması anlamına geliyor ve bu hal kimseye kazandırmaz aksine kaybettirecektir. Ancak kaybeden ilericilik değildir, feminizm değildir, eşitlik değildir, özgür irade ve tarafsızlık değildir; kaybeden linçe angaje olan, sesini çıkarmayanlardır.

Halbuki, kıymetli bir bilgilenme, kavrama, tartışma yaşanabilir. Hala bu konuda uluslararası feminist hareketin birikimi, yaklaşımı ve deneyimlerini özümsemiş bireylerin devreye girerek süreci durduracağını sanıyorum ama sanırım bekledikçe yanıldığımı kabul ediyorum.

Kadın da öğrenir, erkek de. Hem birbirlerinden öğrenirler, hem öğretirler. Öğrenme ve öğrendiklerini dikkate alarak düşünce ve tutum geliştirme hem kendini ve diğerlerini korur, hem de karşıdakine öğretir yani karşıdakini de korur. Öğrenme ve öğretme yollarında yoldaşlıklar samimiyete, güvene ve çıkarsızlığa dayanır.

Kimse tacizi, tecavüzü mazur gösteremez, normalleştiremez ancak sorunu ortaya koyma, tanımlama ve giderme yolu son olanlar gibi değildir. Erkek egemen sistemi duraksatmanın, geriletmenin, sonlandırmanın yolu, yöntemi böyle olmasa gerek. Bu öfke nöbeti dindiğinde, nefret yangını söndüğünde bu süreçten güçlenen genişleyen bir hareket çıkmaz. Kolayca manipüle edilmiş insanlar sonradan buna şaşırarak kendini anlamaya çalışabilir.

Mesele erkek egemen sitemle mücadele ise son günlerde yaşananlar bu mücadeleye odaklanmış bir akıl ve duyguyla hareket etme gayretlerini artırmalıdır. Yeni neslin bilinci bu günlerde ancak sağlıklı araçlarla çağcıllaştırılabilir.

Birkaç günlük bu süreç; yaşam hakkı, İstanbul sözleşmesi, idam, recm, kelle alma, engizisyon, adil yargılanma, cadı avı, sexisizm gibi konularda tehlikenin çok uzakta da olmadığını kanıtladı. O halde, suça, intihara teşviklere, medeni ölümlere ortak olmamak için bir adım geriye değil, sorumluluk gereği bir adım ileri çıkıp süreci durdurmak ve engel olmak gerekiyor.

Yaşanan sürecin, bu haliyle devam ederse, feminist hareketin görkemli ve dinamik tarihinde yer alabileceğini ise hiç sanmıyorum.

Hasan Ali Toptaş kendi beyanında özür dilemiş ve tecavüz konusunu reddetmemiştir, affedilmemeli ve bana kalırsa yoğun bir terapi almalı. Sık kullanılan terapi yöntemi olarak, belki kadınlara yaptıklarını kağıda dökmek ister! Mesele yargıya taşınırsa kamuoyu davayı dikkatle izlemeli.

Tecavüze, zorbalığa maruz kalmış kadınlar yargı yoluna gitmeli ve kanımca, eğer hala almadılarsa, terapi almalıdır.

Bu süreçte bir adım geriye çekilmeliler ve süreç üzerinde yönlendirici etkide bulunmamalılar. Bu, kendi rızalarıyla karar vermeleri gereken bir durumdur. Meseleyi özünden saptıran, sulandıran her bir hata dikkatlerin dağılmasını sağlayabilir.

Yayınevleri de sözleşmeleri tekrar geçerli kılmalıdır. Yazar hakkında en etkili, tarihsel kararı ise okur verecektir.

Fail ve mağdurun hukukî sürecine hukukçu yardımı, yasal düzenleme önerileri, sürecin toplumsal iyileşmeyi sağlayıcılığı için çalışmalar da dahil aktivistler de bu süreçte sorumluluk sahibidir.

Erkek egemenliği bir sistemdir ve bu sistemin düşünüş, yöntem ve tutumlarını benimseyip uygulayanın da cinsiyeti yoktur. Feministler bu süreci sakin, programlı ve dikkatlice yönetebilirse, ki asıl devreye girmesi gerekenler onlardır, toplumsal cinsiyet eşitsizliği gittikçe bünyesine yayılan ve onu tüketen bir yara alabilir.

Aziz Yağan

Nerina Azad
Bu haber toplam: 9049 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:10:40:13
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x