Hüseyin Akcan: Narin Yükler ve 'Aynadaki Çürüme'de kaybedilmiş mekân: Ev

Narin Yükler'in şiir kitabı “Aynadaki Çürüme”, Mayıs Yayınları tarafından kitap olarak yayımlandı. "Aynadaki Çürüme", “Çürüme”, “Ayna”, “Perde” ve “Hafıza” ara başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşuyor.

28.12.2019, Cts - 09:30

Hüseyin Akcan: Narin Yükler ve 'Aynadaki Çürüme'de kaybedilmiş mekân: Ev
Haberi Paylaş

Aynadaki Çürüme, Narin Yükler’ in ilk şiir kitabı. 2017 Yılı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’yle taltif edildi bu eser. Bir yola bakış kitabı aynı zamanda Aynadaki Çürüme. Yükler’in, dili kendine dert edindiği, politik olanın yükünü dilde sağalttığı bir yer. Ev ile hesaplaşmak değil dönülemeyen ve tanımlamayan bir mekânın varlığına dönüp bakmak ile kurulmuş bir dil Yükler’inki. Kitabın başındaki ithaf bu bakımdan açıktır nitekim. “’yol’a…”

Yolun bizi kendimiz ile yüzleştirdiği aralığa, gitmenin bir tercih değil zorunluluk olduğu ana, kaybın ve dirimin göç ile kalamamak haliyle birleştiği ontik yarılmaya bakar Yükler’in poetik çerçevesi. Aynadaki Çürüme 4 ana bölümden oluşuyor. “Çürüme, Ayna, Perde ve Hafıza.” Çürüme ile başlayan bölümün başında nitekim Yaşar Kemal’den bir alıntı vardır. “Demir olsam çürürdüm/ Toprak oldum da dayandım” İnce Memed romanından koparılırcasına şiirinin girizgâhına alınan bu cümle Benjamin’in deyişiyle bizi kanaatlerimizden edecektir elbette. Zira Yükler’in işaret ettiği yankı, çürümekten ve çürümeye karşı direnen bireyin çözülmesinden, saflaşmasından demini alır. Tematik şiir akışının durmadan kesilen ve uyarılan yönleri yola bakar, yolda olmaya, yolun bizi kendimize, dirimin ilksel haline sürüklediği yere çeker varlığı.

İlk bölümde geç(me)miş şiirinde ev bir hafızanın temel mitosu haline gelmiştir çoktan.

“bir defasında silinmemişti buharı resmin/ öptüm camdaki evi düşe dua diye/ yutkundum, gerçek dokunabilen içindir/ Ev gidebilen..” (Syf. 15)

Evin zilyedi olmak bir koşula bağlanmıştır Yükler’de; gidebilmeye. Bir vazgeçişin tanımlayabileceği bu mülkiyet biçemi, Yükler’ in evden, içeriden atılarak ve dünyanın yabancı tenine dokunmak zorunda kalınan yerden gerçeği kurguladığını da ortaya koyar. Nitekim yol şiirinde ev, müphemliğinden arınacak ve bizzat ondan uzak kılınan mekânsal boşluğun gölgesinde anlam bulacaktır.

“yola çıktığımda evler yoktu. duvarlar, kapılar, odaları/ birbirine bağlayan basamaklar vardı.. yol tanımlandırdı/ evi zamanla.” (Syf. 16)

Yol tanımlayan, belirleyen, muayyen kılan da bir olgudur artık. Yolda dönülen öz, varılan menzil dilin kıvraklığıyla birleşerek anlatıcının karşısına dikilmekte, evi bir kez daha hafızaya, derine, daha derine çekmektedir. Evin, odaların, kapıların, pencerelerin şiirde durmadan sarmalandığı yer, evin anlam bulduğu, içerinin dışarıdan almak zorunda kaldığı duyguyu da mimler artık. Göç, sürgün.

“Bir keresinde kayboldum. Altı ya da yedi yaşındaydım. Aklım başka yere gitmişti, birden annemle babamı kaybettim. Korktum ama sonra yolumu buldum ve eve onlardan önce vardım – ümitsizlik içinde beni arıyorlardı. Ama bence o akşamüstü esas onlar kaybolmuştu. Çünkü ben eve dönmeyi biliyordum ama onlar bilmiyordu.”ii

‘KAYBOLMAK VE EVE DÖNEBİLMEK’

Alejandro Zambra Eve Dönmenin Yolları isimli kitabında temel bir kaygıya değinir: Kaybolmak ve eve dönebilmek. Ebeveynlerin bilmediği bir bilginin sırrına vakıf olmuş özne, masum bir önerme sunar; ben eve dönmeyi biliyordum ama onlar bilmiyordu. Bir yerde artık kaybedilebilecek bir fenomendir ev. Bir kabuk, yarayı gizleyen bir deridir o. Bundandır nitekim evin anlatıya bakan soğuk yüzü. Yükler’in metninde Zambra’nın aksine kayıp bir evi bulmanın sancısı değil, bulunan, bilinen, sokağının ve duvarlarının hafızadan silinmediği mekânın içerisine dâhil olamamak, dışında tutulmak azabıdır anlatıyı saran melankolik öge.

Kitabın hemen başında şairin biyografisinde yer alan şu cümleler de sürgün olmanın, kendi içinde başlayan bir göçün zamanla bedeni sarmasının ve oradan dile, dilin dönemediği yuvaya bakışının izini ortaya koyar. “2014 yılında politik sebeplerden dolayı Türkiye’den ayrıldı.”

Ev, yol, oda, kapı gibi gitmek ve kalmak arasında sarmalanan şiir evreninin dolaştığı her kelime metne bizi biraz daha dâhil edecektir. Yükler, Aynadaki Çürüme’de 16 kez ‘ev’den bahseder. 42 kez yol geçmektedir şiirin dizelerinde. 9 kez kapı, 4 kez perde, 5 kez oda. Şiirin bütünsel yapısına hâkim olan ev ve yol, bir yarılmayı işaret eder. (kapı, perde, odanın eve içkin olduğu hatırda tutulmalıdır.) Zira özne yoldayken evi hatırlamakta, evin gölgesine yol üzerinden varmaktadır. Elbette Yükler’in şiirinde evin payı, devletin soğuk ve kış ile beraber bastıran karanlığına da bir imadır.

“bir kardeşin düğün fotoğrafının, diş/ buğdaylarının, doğduğu şehrin, avucunun içi gibi/ bildiğin sokakların./ dışındasındır artık fotoğraftaki hafızanın” (Syf. 20)

Bu dışarıda olma hali, hafızanın ezberinden çıkma, yokluğa sarmalanma evresi, şiirde Yükler’in temel bir noktasıdır yerde. Evin dışında, hafızanın dışında ve hatta yolun bile dışında olmak, öznenin kendi bilinciyle giriştiği bu kavga benlik yarılmasının, özün gitmek ve kalmak arasında bölünmesinin de formuna çeker bizi.

Yükler’in şiirlerinde isimler de yön verir anlatıya ve anlatının, şiirin coğrafyasına. İbrahim, Musa, İsa ve hatta Yozgatlı taş işçisi. Şiirin bir yerde arayış halinde olması, aranılan özün kimlik denen yarayı teşhir etmesi ve sınırın neresi olduğunun artık belirsizleşmesi üzerinden bir kaybolmaya evrilir dilin hafızayı diri tutan yönü. Nitekim Hafıza bölümünde üç dize ile göç bir kez daha kendini doğuracak edebi sürgün yeniden başlayacaktır.

“Babam marangozdu, bilmezdim tahta kokusundan başka /Şeyi/ Barut kokusu kaçtı genzime, göç yolundayım şimdi” (Sy. 57)

HAFIZANIN DURMADAN SAYIKLAMASI

Anlatıcı göç yolunun barut kokusu ile hemhal olmuş resmini sunar bize. Marangoz baba imgesi bir yerde kuran, yapan, oluşu simgeleyen bir öz iken, barut kokusunda varlık bulan, yıkıcı ve bozucu itki şiirin genel atmosferine hâkimdir artık. Şiirde kurulan zıtlık, dilde neşet eden kıyım ile paralel ilerlemektedir. Anlatılan bir acıdır elbette ve yolda olmak acıyı hatırlamaktır bir yerde. Eşiği geçen özne, geriye bıraktığı varlığı dönüp alamayacak, varlık Lacan’cı anlamda bütünsel bir yarılma yaşayacaktır. Lacan benlik daima bölünmüştür der. Bölünen benlik Kürt’ün kendi sınırları üzerinde yeniden yara alacak, toprak, yol, sokak, ev gibi tüm belirleyici hayat krokileri anlamlarından koparılacaktır. Şiir bir hafızanın durmadan sayıklamasıdır Yükler’de. Bu yüzden toplumsal yapının tüm kırıklığını, çatırdamış benliğin tüm topallığını taşır dil ve bellek. Ayhan Geçgin Uzun Yürüyüş romanında kahramanının evden, yaşamsal nabzın gürül gürül attığı, devinimin kesintisiz devam ettiği şehirden almış, duraksız bir yol boyunca yürüyerek benliğin parça parça dökülmesini, varlığın kabuk değiştirmesini ve Bilge Karasu’nun deyimiyle soyuna soyuna öze, kendine ulaşmaya çalışmasını anlatmıştı. Yükler de karşımız bir yol koymakta ve fakat kendi ile hesaplaşmanın, yenik olmanın, kalamamış olmanın da hıncını duyumsatmak arzusu baskındır onda. Benliğin kurgulandığı bir yürüyüş değil aksine bölündüğü ve parçalandığı bir göç yoluna diker şiirinin bakışını.

Narin Yükler’in şiirde ulaştığı bir menzil, sınır var mıdır? Dilin sınırlarında takılan bilinç Yükler’de aynı zamanda “benlik” yarılmasının da dışavurumudur. Özne kendinden uzak kılınan üzerinden tarif edilmekte, kurgulanan acı metnin odağından kaçarak, öznenin yeniden inşa edildiği uzak tarifinde, eksik kalmaktadır. Dil bir acının anlamını bulup altını çizmek isterken, kendine takılmakta, kişisel olanın yankısı kolektif bir okumaya evrilmektedir artık.

“evi, gidemediğimiz zamanlarda tanımladık/ cumartesi’yi kayıp kemikle/ darağacını üçle”

Tanımlama şiirindeki bu üç dize Jung’un işaret ettiği kolektif bilinç dışının şiirdeki tezahürüdür bir bakıma. Kolektif acı haline gelmiş bellek, ardı ardına sıralanan yarılmaları tarif etme, kendi hizasına çekip bakmak istemektedir. Şiirde İbrahim, Musa ve İsa gibi isimlerin yol gösterdiği kadim, ilksel yıkımlar belleğin girdaplarında bireysel olanın acısında içkin bir sürgünle tarif edilmektedir.

Sanırım Aynadaki Çürüme yine de sürgün üzerinden, göç yolundan tanımlanan evi ve zamanı hatırlayan, diri tutan bir kolektif duyarlılıkta anlam bulmakta, sınır, Yükler’in işaret ettiği gibi bize artık kendimizden daha yakın olmaktadır. Evet, Yükler’de dilin varacağı sınır, çizilmek için değil yıkılmak için vardır, ama şiirdeki özne yalnızca buna tanıklık etmenin acısına diker şiirin bakışını, ayak uçlarındaki ızdırap bu yüzden anlatıcıyı kendine döndürecek, tüm bu kargaşa soğumuş kalp, kendine deşen bıçak, imgenin gücünü değil çürümesini anlatacaktır.

i Aynadaki Çürüme, Narin Yükler, Mayıs Yayınları, 2. Basım, Kasım 2019 (Bu incelemede yer alan alıntılar bu kitap baz alınarak düzenlenmiştir.)

ii Eve Dönmenin Yolları, Alejandro Zambra, Çeviri: Çiğdem Öztürk, Notos Kitap, 5. Basım, Eylül 2018.

GazeteduvaR
Bu haber toplam: 5783 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:08:12:08
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x